GÖRÜLMÜŞTÜR Yönetim ve senaryo: Serhat Karaaslan |
Genç Türk sinemasından ilgiye değer bir ilk film. Kendisini rahatlıkla izletiyor ve kafamızda hayli soru işareti yaratıyor.
Film İstanbul'da bir cezaevinde görevli Zakir'in öyküsü. Görevi 'mahpus mektupları'nı okuyup denetlemek. Hem içerdekilerin yazdıklarını, hem de onlara gelen mektupları. Ve yasaya aykırı ya da 'zararlı' bulduğu bölümleri karalamak.
Bu yasal gözüken görev elbette tutucu bir zihniyetin elinde tam bir komediye ya da drama dönüşüyor. Bir baskı rejiminde olması beklenen biçimde ve otoriter olmaya çalışan 'kraldan çok kralcı' bir zihniyetin elinde, memurlar en doğal cümleleri ayıklamaya, en insancıl iletişimleri piç etmeye kalkışıyorlar.
Zakir onlardan değil gerçi... Çok daha insancıl, çok daha vicdan sahibi biri. Üstelik bir yazar adayı. Bir edebiyat kursuna gidiyor ve yazmanın inceliklerini öğrenmeye çalışıyor. Yani sistemin beslediği körü körüne sansür zihniyetinin adamı değil; kesinlikle değil.
Ve günün birinde, Zakir bir tutukluya gönderilen mektubun içinde gördüğü fotoğraftaki kadına ilgi duyuyor. O, tutuklunun eşi Selma'dır. Yanında -sonradan tutuklunun babası olduğu anlaşılan- bir yaşlı adamla birlikte...
Resmi aşırıp dolabına saklayan Zakir, giderek hükümlüyü, zaman zaman onu ziyarete gelen kadını ve kayınpederini tanıyor. Selma'ya karşı beslediği duygularsa tam bir tutkuya dönüşüyor. Üstelik cezaevi kadar o evde olup bitenler de gizemli ve karmaşık bir entrikaya dönüşecektir.
Evet, filmin ana teması bu kendine özgü büyük tutku kadar, elbette git gide daha otoriterleşen bir topluma tuttuğu ayna. Yaratıcılığa karşı sansür; iyimserliğe karşı paranoyak düşünce; özel hayata saygısızca dalış. Ve ortaya çıkan, bunlara karşı sağlam ve özgün bir toplumsal/siyasal eleştiri.
Ön planda ise bir resme aşık olmak. Daha doğrusu bir önce resmine, sonra kendisine aşık olma hikayesi. Böylece sinema tarihinin bir resme tutulmaya dayalı ünlü filmleri akla geliyor: Laura- Kanlı Gölge, Portrait of Jennie- Hayal Kadın, Portrait in Black, Portrait of A Lady- Bir Kadının Portresi.
Benzer biçimde Antonioni'nin Blow Up- Cinayeti Gördüm; ya da yakın zamanda Florian Henckel von Donnersmarck'ın Oscar'lı The Lives of Others- Başkalarının Hayatı filmleri de akla gelebilir. Ki sonuncusu, bir çifti gözlemlerken kadına aşık olan bir ajanın öyküsünü anlatıyordu.
Hikayenin biraz karmaşık ve polisiyeye uzanan bir yanı da var. Zakir'in yakın dostu olan kadın polis Emel, biraz da son dönemin Amerikan dizilerini hatırlatır biçimde, Zakir'e yardımcı oluyor. Ve ikide bir 'Agatha Christie hayranlığı'ndan söz ediyor. Ki buna açık biçimde Zakir hayranlığı da ekleniyor, belli!.. Ama bu, Selma yüzünden tek yanlı kalmaya mahkum bir ilgidir. Ayni biçimde, hikayenin olası Agatha Christie yanı da biraz güdük kalıyor.
Yazar- yönetmen Serhat Karaaslan ilk filminde düzeyli bir sinema dili kurabilmiş. Meryem Yavuz'un görüntüleri de iyi. Özgün müziği olmayan filmde, gerçek seslerin ve gürültülerin doğru kullanımı bu boşluğu neredeyse kapatıyor denebilir.
Oyuncular da bence çok iyi. Zakir'de Berkay Ateş gerçek bir keşif ve farklı bir fizik. Bir yandan, en büyük içtenlikle yazılmış mektupların en canalıcı sözcüklerini silip yok etmek... Öte yandan, sözcük sanatı olan edebiyatın gönüllü bir amatörü olmak... Bu ikilemi en inandırıcı biçimde veriyor.
Selma rolünde Saadet Işıl Aksoy hemen hiç konuşmasız bir kompozisyonda, görünümü ve bakışlarıyla öyle bir portre çiziyor ki, görmelere seza... Ancak şapka çıkarılır!..
Emel'de İpek Türktan Kaynak kadar, tüm o tutukevi personelini oynayanlar da iyi. Özellikle geçen hafta Kız Kardeşler'de de karşımıza gelen Müfit Kayacan'ı övmek gerekir. Ayrıca küçük rollerde Füsun Demirel, Ercan Kesal, Altan Erkekli de göz dolduruyor.
Bitirmeden, sevgili Zeynep Oral'ın 15 Eylül'de Cumhuriyet'te çıkan yazısından bir bölümü anmak istiyorum:
"Keyfilik boğazımıza kadar. Yeni öğrendim: Kırşehir hapishanesinde tutuklular Işıl Özgentürk, Mine Söğüt ve bana mektup yazıyorlar. Cezaevi yönetimi 'Gazetecilere mektup yazmak yasak!' diye mektupları geri çeviriyor. Böyle bir yasak olabilir mi?".
Evet, onca gazeteciyi, onca aydın veya emekçiyi doğru-dürüst yargılamadan içerde tutmak yetmiyormuş gibi, bir de mektupları yasaklanıyor. Böylesine hassas bir konuya özel bir açıdan incelikle yaklaştığı için bile bu filmi kutlamak gerekir.
Yarın: YILDIZLARA DOĞRU
Not: Haftanın bir diğer filmi olan RAMBO: SON KAN eleştirisi bu hafta ortakoltuk.com sitesinde.