Atilla Dorsay

05 Eylül 2015

Cannes sokaklarında araba takipleri

Tüm Besson yapımlarında olduğu gibi Hollywood tarzı sinemayı Hollywood’dan daha iyi yapmaya çalışan ve neredeyse başaran bir film...

TAŞIYICI: SON HIZ  (The Transporter: Refueled)    X  X  X

 

Yönetmen: Camille Delamarre
Senaryo: Adam Cooper, Bill Collage, Luc Besson
Görüntü: Christophe Collette
Müzik: Alexandre Azaria
Oyuncular: Ed Skrein, Ray Stevenson, Loan Chanabol, Gabriella Wright, Tatiana Pajkovich, Radivoje Bukvic, Neomie Lenoir, Yuri Kolokolnikov / ABD-Fransa ortak-yapımı

 

 

Arkasında Fransız sinemasının en ‘Amerikan hayranı’ olan (ve bununla övünen) yapımcı-yazar-yönetmeni Luc Besson’un olduğu Transporter- Taşıyıcı serisi 2002 yılında başladı. Aralıklı olarak yapılan devam filmleriyle günümüze kadar geldi: Bu dördüncü serüven.

Besson bunlarda hep yazar ve yapımcı olarak kaldı, Ama yönetimi yine vatandaşlarına verdi: ikisi de Fransız olan Louis Leterrier ve Oliver Megaton. Filmler dekor olarak özellikle Avrupa’yı alan ve 2000’li yıllarla başlayan  siyasal gelişmeleri konu edinen yapımlardı: parçalanan eski büyük devletler, uyanan milliyetçilikler, yeni Rus- Amerikan çekişmeleri, Balkanlar ve Rusya’dan çıkan yeni tarz bir Mafya...Batı’ya göç ve yeni terorizm dalgaları.

Filmlerin başka bir ortak yanı, baş oyuncunun hep Jason Statham olarak kalmasıydı. Benim hep ‘kalas gibi’ bulduğum, anlamsız yüzüyle sevemediğim, ama öte yandan aksiyoın filmleri için ideal bir haşin erkek tipi..Sevenleri alıp kullansın!...

Bu kez son derece marifetli uluslararası özel ajan Frank Martin rolünü yepyeni bir isim, Ed Skrein yüklenmiş. Ben son derece yakışıklı buldum, ama bu konuda söz hanımların!...

1985 yılında başlayan film, Rus mafyasının Batı’ya getirip lüks fuhşa başlattığı bir avuç kadınla, özellikle de Anna ile açılıyor. Aradan 15 yıl geçiyor. 2000 yılında Anna artık görkemli bir iş kadınıdır. Ama çetenin elinden kurtulup özgürlüğüne kavuşma hayali artık zirvededir. Üç arkadaşıyla birlikte şeytani bir plan hazırlar..Üstelik kaçarken çete başlarının tüm banka hesaplarını da boşaltacaklardır. Bunun için de Frank Martin’in yardımına baş vururlar.

Böyle bir film için ne denebilir? Tüm Besson yapımlarında olduğu gibi Hollywood  tarzı sinemayı sanki Hollywood’dan daha iyi yapmaya çalışan ve neredeyse de başaran bir film!...

Öyle ki özellikle arabalı sahneler, tüm seride olduğu gibi, yine türünün zirvelerine çıkıyor. Kurgu yine baş döndürücü bir hızda. Kötüler gerçekten kötü, kadınlar ise –biraz Fransız dokunuşuyla- yine çok çekici.

Elbette Besson’un kendi ülkesini kullanma becerisi de cabası. Özellikle Riviera’da Nice ve Cannes, gerek turistik sahilleri, gerek görkemli otelleri, gerekse daracık sokaklarıyla enfes bir dekor oluşturuyor. O daracık sokaklarda çekilen arabalı takip sahneleri ise neredeyse büyücülük düzeyine çıkıyor.

Filmin ana temalarından biri, Besson’un zaten pek sevdiği baba-oğul ilişkisi. Baba rolündeyse hiç tanımadığım bir oyuncu, İrlanda kökenli Ray Stevenson, inanılmaz biçimde bir dönemin ünlü İtalyan aktörü Giancarlo Giannini’ye benziyor. O sandım, ama değilmiş. 1964 doğumlu Stevenson, Giannini’den 20 yaş kadar genç...

Velhasıl film kendini rahatlıkla, hatta belli bir keyifle izletiyor. Ama bunlardan geriye ne kalıyor derseniz...Pek bir yanıtım yok!...