İYİ BİR YALAN (The Good Lie) X X X X Yönetmen: Philippe Falardeau |
Son İstanbul festivalinin gözdelerinden olan bu filmi yeni görebildim. Ve Cannes’daki Altın Palmiyeli Dheepan’la benzerliğine şaşırdım: ikisi de geri kalmış ülkelerden ve onların başında gelen Sudan ve Sri Lanka’dan yola çıkıp Batı’ya gelen göçmenlerin hikayesi değil miydi?
Bu bir rastlantı değil elbette… Batı toplumlarının günümüzün yaşamsal sorunu olan göç ve göçmenler konusuna karşı uyanan hassasiyetinin bir yansıması. Ama geçerken, kendi adıma bu filmi Altın Palmiye’li Fransız filminden daha beğendiğimi de söyleyeyim.
Film 1983 yılında Sudan’da güney ve kuzey arasında başlayan ve tam bir katliama yol açan iç savaşla açılıyor. Kuzeyin orduları, dinsel bağnazlıkla doğal kaynakların mülkiyeti sorununun karıştığı bir kıyımı gerçekleştiriyor, zavallı güneyliler üzerinde…
Sonra, 1987’lerde bunun getirdiği kaçışı görüyoruz. Sudan halkı Afrika’nın daha güvenli yörelerine, örneğin devasa bir göçmen kampının kurulduğu Kenya’ya doğru kaçıyor. Bu arada, altı kardeşin de aralarında bulunduğu bir grubun kaçışını izliyoruz. En küçükleri vuruluyor, ağabeyleri kendisini diğerleri için feda ediyor.
2000’li yıllarda ise Sudan’ın Kayıp Çocukları adlı siyasal yardım harekatı, 3600 Sudanlı göçmeni ABD’ye kabul etme politikasını uyguluyor. Bu arada büyümüş olan kardeşleri yeniden buluyoruz. Biri kız dört kardeş, sonunda ABD’ye kapağı atıyor: ilke olarak Kansas City’ye…Ama kızkardeşleri bürokratik bir sorun nedeniyle Boston’a yollanıyor.
Film bir yandan tüm kardeşlerin yeniden buluşması, öte yandan bu yepyeni ülke ve kültür içinde uyum sağlama çabasının öyküsü.
Didaktik olabilecek bu hikâye, bilinen Amerikan işbilirliği (ve bir bağımsız sinema tavrı) ile içburkucu bir drama dönüşüyor. Sudan’daki akıl ve mantığın almayacağı katliam ve şiddet etkileyici biçimde verilmiş. ABD’de ise özellikle taşralı saf Amerikalının (vaktiyle bizzat gözlemlediğim) konukseverliği beliriyor. Kimi zaman belli bir ırkçı söylem eksik olmasa da…
Saf kan Amerikalıları iyi seçilmiş yan oyuncular canlandırıyor. Ama göçmenlere iş bulma görevini yüklenmiş sivil örgüt çalışanı, özel hayatında yalnız ve mutsuz Carrie’de, Oscar’lı yıldız Reese Witherspoon özellikle inandırıcı bir kişilik yaratıyor.
Sudanlıları canlandıran karaderili oyuncular da çok iyiler. Böylece film, çağımızda hemen her ülkeyi etkileyen bu önemli soruna doğru, haklı, insancıl ve siyaset olarak ‘korekt’ bir yaklaşım getiriyor.
Sinemasal anlatımında da hiçbir sorun olmayan filmin adını (yani İyi Bir Yalan’ı) hem de iki kez doğrulayan o iki unutulmaz bölüm de, belleklerden çıkacak gibi değil…
Dokunaklı bir ana-oğul-ilişkisi, bir doğayı koruma destanı
PARAMPARÇA (Aloft) X X X 1/2 Yönetim ve senaryo: Claudia Llosa |
Berlin 2014’de dünya galasını yapan Paramparça, oldukça tuhaf ve gizemli öyküsünü iki ayrı zaman dilimini koşut biçimde işleyerek, karmaşık biçimde anlatan bir film. Böylece bir ‘puzzle- bulmaca’ yapısı içeriyor. Ve hikayeyi niye böylesine karışık biçimde anlattığı sorusunu akla getiriyor.
Ama finale doğru hikayenin en dramatik çözümleri karşımıza geldikçe, bu bulmaca özelliğinin yararlı, hatta kaçınılmaz olduğu da ortaya çıkıyor.
Film bir aile öyküsü. Önceki zamanda, iki erkek çocuğu sahibi, kişilikli, otoriter ve ayrıca insanları iyileştirme yeteneğine sahip olduğu anlaşılan gizemli Nana, küçük oğlu Gully’nin hastalığıyla sarsılır, onu iyileştirememesinin acısını yaşar. O tuhaf ve ürkünç doğa parçasında yaptığı iyileştirme ayinlerinden birinde, affedilmez bir ilgisizlikle başbaşa bıraktığı çocuklardan Gully ölür. Ağabey İvan ise annesinin bu ölüme tepkisi ve kendisini suçlamasıyla ondan kopar ve uzaklaşır. Yıllar sonra, evlenip yuva kurmuş bir ‘şahin terbiyecisi’ olarak karşımıza çıkmak üzere…
Ve ana-oğul yeniden karşılaşırlar. İvan’a gelip söyleşi yapmak isteyen, ama aslında tedavi peşinde koştuğu ortaya çıkan kadın gazeteci Jannia sayesinde…20 yılın nefret giderilebilecek, ilişki yeniden kurulabilecek midir? Yoksa herşey için çok mu geçtir?
Filmin birçok ana teması var. Elbette ana-oğul ilişkileri, aile sorumlulukları ve büyümenin sorunları. Öte yandan, doğa ve özellikle hayvanlar da korumacı, ekolojik bir yaklaşımın parçası oluyor. Şahin terbiyeciliği hikayenin bir odağına yerleşirken, başlarda yer alan bir küçük kuşun, panik içinde tüm bir doğal tapınağı yok etmesi etkileyici bir bölüm.
Ancak filmin yadırgatıcı yanları da var. Ve hikayenin yerleşip bizi içine alması hayli gecikiyor.
Yine de görülmeye değer bir film bu…Uzun zamandır görmediğimiz, Akıl Oyunları’ndan Kesişen Yollar’a birçok unutulmaz filmin oyuncusu Jennifer Connelly’yi ne kadar özlemişiz!...Yakışıklı İngiliz Cillian Murphy ve güzel Fransız Melanie Laurent da kaç zamandır yoklardı. İvan’ın karısını oynayan Oona Chaplin ise Charlie Chaplin ve eşi, Eugene O’Neill’n kızı Oona’nın küçük-küçük torunları. Onu da tanımak ayrı bir sürpriz. Ki bu haftanın Seninle Bir Ömür filminde de baş rolde…
Yarın: SAN ANDREAS FAYI ve SENİNLE BİR ÖMÜR