GERÇEK KÖTÜLER X X X |
Bir dönemde her biri bir filmin, hatta bir serinin baş kahramanı olan ve onu sürükleyen fantastik kahramanlar, şimdi “beşi bir arada”, hatta “düzinesi daha ucuz” anlayışıyla grup halinde karşımıza geliyor. Sanki bir sürü dev adam ve onlara yakışan üstün-kadın bir masaya sıkışmış, birbirlerini iterek yerleşmeye ve yemekten nasibini almaya çabalıyor!..
Eline çabuk ve bir ölçüde yetenekli yazar-yönetmen David Ayer (ki ona Street Kings- Sokağın Kıralları, End of Watch- Tehlikeli Takip, Fury gibi bir avuç ilginç film borçluyuz), bu yeni filminde DC firmasının birçok kahramanını, dünyayı (yani aslında ABD’yi) kurtarmak için girişilen bir savaşımın erleri yapıyor. Hemen hepsi yarattıkları şiddet nedeniyle hapse tıkılmış ve orada, filmin başında sadistçe bir zevkle uzun uzun gösterilen korkunç işkencelere tabi tutulmuş. Sanki ABD’nin ünlü Guantanamo zindanları gibi!..
Amerika’nın en güçlü kişisi olduğu anlaşılan Amanda Wailer (Viola Davis), kendi kişisel kararıyla tüm bu insanları içerden çıkarıp ABD’ye savaş açmış şeytani bir güce karşı savaşa sokuyor. Öncelikle koca ülkeyi, giderek dünyayı yöneten kişinin artık bir kadın, üstelik siyahi bir kadın olması ilginç… Acaba bu Donald Trump’ı sinir etmek için tasarlanmış olabilir mi?
Bu korkunç ve ürkünç yaratıkların seçilmesi, herbirinin bir ölüm makinası olmasından kaynaklanıyor. Wailer böylece savaşı bu bir avuç caninin sırtına yıkıyor: onları Pentagon’un yarattığı en etkili silahlarla donatarak…. Bu riski dengeleyen birşey var: isyan ya da başarısızlık durumunda herbirinin boynuna yerleştirilmiş minik bombalar patlatılabilir ve o kişi öldürülebilir. Gelecekte CIA’nin ne acımasız ve ilkel hesaplara girişebileceğini görüyor musunuz!..
Bu çocukca, naif, şamatalı ve hareketli-bereketli macera aslında Galaksinin Koruyucuları, Kaptan Amerika, Deadpool gibi seri olmaya giden filmlerin izini sürüyor. Ve özellikle ilk yarım saatinde oldukça eğlenceli olmayı başarıyor. Fantastik duygusu artık denetlenemez biçimde zirvelere tırmanıyor, döğüşler giderek vahşileşiyor, özel efektler yağmur gibi yağıyor.
Tempo sonradan biraz düşer gibi oluyor. Ama finalin de hayli etkili olduğu söylenebilir.
Aslında ara yerde son derece ilginç ve insancıl şeyler de var. Kahramanlarımızın özel yaşamlarıyla ilişkili… Örneğin Deadshot’ın (Will Smith) 11 yaşındaki kızıyla ilişkileri ve onun da yer yer serüvene katılması… Alabildiğine çılgın ve kışkırtıcı bir dişi olarak sunulan Harley Quinn’in (Margot Robbie) bir ürkünç karikatür gibi perdeye gelen Joker’le (Jared Leto) yaşadığı tuhaf ilişki.
Bu arada Joker’i elbette ilk Batman filminde (1989) Jack Nicholson’un oynadığını da hatırlayalım. Leto’nunki karikatüre çok yakın, ama sanki Nicholson’a bir saygı duruşu da içeriyor. Ayrıca bu filmde Superman’le birlikte ‘insancıl süper-kahramanlar’ diye anılan Batman’in birkaç kısa sahnede Ben Affleck’in konuk oyunculuğuyla gördüğümüzü ekleyeyim. Jeneriklerde hiç adı geçmese de!...
Yine insancıl ilişkilere dönersek….Filmin ikinci dişi kahramanı, aslında June Moon adlı çok güzel bir kadın olup ‘büyücü’ tarafından ele geçirilen ve birden ürkünç bir yaratığa dönüşen kadın (benzersiz Cara Delevingne), Rick Flag (Joel Kinnaman) adlı kahramanla elbette umutsuz bir aşk yaşıyor. İkide bir canavara dönüşen bir kadınla yaşamak kolay mı? (Hernekadar bu deneyimi yaşayan hayli erkek olduğu söylenirse de!).
Sonuç olarak filmi hayli emek ve para harcanmış zararsız ve oyalayıcı bir eğlencelik olarak görmek mümkün. Çok ciddiye alınacak yanı yok, ama amacına ulaşıyor. Bu türde birçok filmin gerisinde kalsa da kimilerinin de rahatlıkla önüne geçerek…Ama genel anlamda fantastik sinemanın artık giderek suyunun çıktığı da düşünülebilir.