Atilla Dorsay

21 Ağustos 2024

Bu yılki yaz okumalarımdan seçmeler (1)

Her yaz olduğu gibi bu yaz da İstanbul'dan ve klasik üretim programımdan biraz uzaklaşarak önce Bodrum'da, sonra Mudanya'da bir tatil yaptım. Toplam iki ay kadar... Okuduğum kitaplardan bir seçki yaptım ve bunu birkaç bölümde sunmaya çalışacağım

Arafta Düet

İlki belki en politik olanıydı. Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener'in birlikte oluşturdukları Arafta Düet (Dipnot Yayınları, 2024).

Selahattin Demirtaş, sözlüğe göre "bir Türk avukat, siyasetçi ve yazarıdır". Doğumu 19 Mart 1973 (51 yıl yaşında), eşi Başak Demirtaş'tır. 22 Haziran 2014'te seçildiği Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanlığı görevini 11 Şubat 2018'e kadar yürütmüştür. Ve 4 Kasım 2016'dan beri Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutukludur. Böylesine bir siyasetçinin benim vicdanıma göre gerçek anlamda hiç suç işlemeden tam 8 yıldır hapiste olması, izah edilecek şey değildir.

Peki ama, içerideki Demirtaş, dışarıdaki değerli yazar Yiğit Bener'le nasıl buluştu? 1958 Brüksel doğumlu, gençliğini Ankara, Paris ve Brüksel'de geçiren Bener 1980 darbesinden sonra tutuklanmış, bu yüzden tıp eğitimini yarıda bırakıp sürgünde yaşamış, 1990'da İstanbul'a dönmüştür. 2001'den beriyse birçok roman ve çevirisi yayımlanmıştır.

Ve şunu bilelim ki, bu iki yazar yüz yüze asla görüşmüş değildirler! Kader onları ortak siyaset ve sanat anlayışları nedeniyle bir araya getirmiştir. Şimdi işte bu kitaptan özenle seçtiğim satırlar:

Faşizmin asıl korkunçluğu

"...Nefret etme kolaycılığına teslim olmak bizi kendi değerlerimize yabancılaştırıyor; nefret ettiklerimize benzetiyor. Sonuçta iktidarın nefret söylemi kötüdür; ama benzer bir söylemi düşman bellediklerimize biz yöneltirsek, bu gayet meşru ve haklı olabiir mi? Eğer evet dersek, bu çifte standart olmaz mı?"

"Şiddetten medet umarak siyaset yapmak, başlıbaşına yanlış bir yöntem. Silah yoluyla iktidara gelip vaat ettiği mükemmel toplumu kurabilen tek bir örnek yok, bildiğim kadarıyla."

"Faşizmin asıl korkunçluğu kötülüğün ve suçun sıradan insanlar eliyle bu denli yaygınlaşabilmesi, sıradanlaşması, anonimleşmesi değil midir? Hitler, Mussolini, Franco, Pinochet ve benzerleri... Böyle caniler o koca ülkeleri yönetebildiler. Ama asıl korkunç olan bu mu? Yoksa onları destekleyen, alkışlayan, onaylayan, emirlerini ister gayretkeşlikle (yani bazen kraldan fazla kralcı inisiyatifler alarak), ister gönülsüzce, ama asla karşı koymadan, itiraz etmeden yerine getiren yüz binlerce insanın varlığı mı? Gel de Mikhail Romm'un Sıradan Faşizm filmini anma!... Ya da Louis Ferdinand Celine'in 'evrensel hırtlık' kavramını."

Çizim: Selahattin Demirtaş

Türk tarihinin üzücü olayları

"Düşüncelere dalıyorum. Tut ki yarın mucizevi şekilde iktidara geldik. Ne yapacağız? Bu topraklarda işlenen suçlar 12 Eylül darbesiyle sınırlı değil. 1915'de Ermenilere yapılanlar... Mübadele bahanesiyle ülkelerinden kovulan Rumlar ve Balkan Türkleri... Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Kürt isyanlarının kanla bastırılması... Gayri müslimlerin mallarına el koymak için yaratılan Varlık Vergisi. 6-7 Eylül olayları... Alevileri hedef alan Kahramanmaraş, Madımak vb. katliamlar... Bazı Sünni Türklerin diğer Sünni Türklere ettikleri... Tüm darbe dönemlerinde sıkıyönetimlerde, OHAL'lerde, hatta artık olağan dönemlerde bile yaşananlar... İdamlar, işkenceler, yargısız infazlar... Ağzını açanın hapse tıkılması. Bir devletin kendi vatandaşlarına bu kadar düşmanca davranması normal midir?"

Turgut Uyar dizeleriyle veda

İşte Araf'ta Düet'ten kimi seçmeler. Görece olarak az; ama sanırım bir fikir verir. En azından Demirtaş'ın artık özgürlüğe bir an önce kavuşması dileğiyle... Bu arada değerli yazar Haydar Ergülen'in Yaz Köşesi sütununda yazdığı yazıdan bir küçük seçmeyi de koymak isterim:  

"Kitapta anlatılanların çoğu, şu anda yaşadıklarımız. Soldan, Gezi'den, Kürtler'den, askerlerden, generallerden, iş insanı Osman Kavala'ya, yazarlara, şairlere çok sayıda insan yargılanmakta ya da ağır cezalar alarak hapse tıkılmış durumda. Ama her şeye karşın, umut etmenin güler yüzü de her satırda görünüyor. Selo popüler adını taşıyan Demirtaş'a ve tüm siyasal tutsaklara Turgut Uyar'ın dizeleriyle veda edelim: "Beşir Beşir/ Birgün olur her şey değişir/ Ay gelir ortalarda/ Her şeyi değiştirir".

Ve huzurlarınızda... Gülse Birsel!...

Bu ciddi kitap üzerine yazımdan sonra, şimdi de tam terrsine olabildiğince hafif ve uçarı bir kitaba değineyim. Gülse Birsel'in yepyeni kitabı Beni Gözünüzde Büyütmeyin! (Ünlem işaretini ben koymadım, kitabın kendisinde var.)

Evet, Gülse Birsel. Onu kim tanımaz!... İktisat okumuş, Aktüel dergisinde yazmış, ABD'de sinema üzerine yüksek lisans yapmış. Esquire, Harper's Bazaar dergileri, Sabah ve Hürriyet gazetelerinde yazmış... Sonra TV yıldızlığını seçmiş: o unutulmaz Avrupa Yakası ve Jet Sosyete dizileri. Birçak başarılı film. Ve işte elimizdeki tam 7. kitabı. Daha ne olsun!...

Evet, öyle bir kitap ki bu... Kapağında 90.000 adet lafını görünce şaka sanıyorsunuz. Ama değil: Tam 45 baskı yapmış. Elimizdeki kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir mizah eseri. Ki bu da kapağında yazılı.

Ama bu elbette Nasrettin Hoca ve Aziz Nesin ülkesine tam yakışır bir mizah değil. Alabildiğine uçarı ve yüzeysel. Daha girişte şöyle demiş: "İşe gelmemiş çalışanını gündüz saati barda yakalamış patron otoriterliği var benim kitlede... Sokağa çıkmaya korkar oldum vallahi. Niye yazmıyorsun, niye güldürmüyorsun, ne yapıyorsun bütün gün?... Aha, yazdım işte... Buyurun okuyun, birlikte neşemizi bulalım!"

Gülse Birsel

Gevezeliğin altındaki pırıl zeka

Ve sonra akla gelecek ve gelmeyecek her konu, tema, kişi, alan ve durum üzerine şakalar, espriler... Kadın giyimi, babası, babalar, film çekimleri ve yönetmenler... Hastalıklar, moda, aşk, gençlik, ölüm ve kalım... Sezen Aksu, Arabesk'ten Rap'a müzik, yer yer "Sette hayatın tadı tadı çıkarılmaz, sadece hayatta kalınır" gibi saptamalar... Çocuk yapmaktan (kendisi yapmamış!) kedi-köpek beslemeye özgün tavsiyeler ("Kedi tekinsiz hayvandır. En minnoş kediler bile psikopattır!"). Ya da "Aşk, meşk flört, 'çıkma' ve diğer baş belalaları" teması üzerine dertleşme....

İşte bunlar ve daha bir sürü şey... Bu yer yer tam bir gevezeliğe dönüşen kitabın altında yatan pırıl zeka sayesinde eminim yüreğiniz ısınacaktır.

Diğer tatil kitaplarımı da ilk fırsatta yazacağım.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."