Atilla Dorsay

13 Şubat 2015

Bu kadınlar koalisyonunun filmine ancak nanik yapılır!...

Bu tam bir ‘kadınlar filmi”. Bir kadının romanından bir kadının oluşturduğu senaryoyu bir kadın yönetmen film almış.

GRİNİN ELLİ TONU (Fifty Shades of Grey)   X  

Yönetmen:  Sam Taylor-Johnson
Senaryo: Kelly Marcel
Görüntü:  Seamus McGarvey
Müzik: Danny Elfman
Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Jennifer Ehle,Victor Rasuk,  Eloise Mumford, Luke Grimes, Marcia Gay Harden/ Amerikan filmi

 

Yılın ‘beklenen filmi; bu haftaki TİME dergisinin tam yedi sayfa ayırarak hakkında geniş bilgiler verdiği, çok-satan romanının sinemalaştırılması başlıbaşına bir olay olan Grinin Elli Tonu, dünyayla birlikte bizim de salonlarımızda arz-ı endam etti. Ne heyecan!...

Ama tüm heyecanınıza soğuk su dökmek pahasına, bunun yalnızca yılın değil, sinema tarihinin en kötü filmlerinden biri olduğunu söylemek ve siz okurları uyarmak zorundayım.

Bu sözümona sado-mazoşizm üzerine yazılmış roman, ‘herşeyi olan’ bir erkekle (yani hem genç ve yakışıklı, hem çok güçlü ve zengin: daha ne istenir?) ürkek ve içedönük bir genç kızın ilişkisini anlatıyor. Üniversitede İngiliz edebiyatı okuyan (ve en çok Thomas Hardy’yi seven) Anastasia Steele, okul dergisi için söyleşi yapmak üzere gittiği, adını taşıyan ünlü firmanın sahibi Christian Grey’in büyüsüne kapılıyor.

Ve de her genç kızın rüyalarını süsleyebilecek bu poster yakışıklısı adama ilgi duyuyor. Yani tam bir Külkedisi ve Prens masalı ve sinemada da türlü biçimlerde anlatılmış bir konu: Love in the Afternoon- Öğleden Sonra Aşk’tan Pretty Woman- Özel Bir Kadın’a dek... 

Ama bu erkek biraz farklıdır. Annesinin soyadından Ermeni kökenli olduğu anlaşılan Christian Grey’in farklılığı, çok iyi hesaplanmış bir  farklılıktır: hem içinde bulunduğumuz dönem açısından, hem de yazarı açısından (kendileri romanı E. L. James adıyla yayınlamış, ama asıl adı Erika Leonard olan bir hanımefendidir). Ve de bu, günümüzde seksle romantizmi uygun dozda karıştırmanın nasıl çok-satan bir kokteyl olduğunu iyi bilip kullanmaktan gelmektedir...

Böylece o parlak genç adamın aslında tam bir seks manyağı, en büyük fantezisi genç kızları tavlayıp malikanesindeki özel ‘işkence odası’nda hertürlü işkenceye tabi tutmak olan bir sadist olduğu ortaya çıkıyor. (Mazoşist yanı eksik, çünkü kahramanımız nedense kendi vücuduna dokunulmasını bile  istemiyor!!). Bu özeliklerininse, daha 15 yaşındayken annesinin en yakın arkadaşı tarafından baştan çıkarılıp tam altı yıl sömürülmesinden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. (Filmde dendiği gibi bir “Mrs. Robinson”, yani ünlü the Graduate- Aşk Mevsimi filminde çaylak Dustin Hoffman’a seksi öğreten Anne Bancroft!)... 

Bu tam bir ‘kadınlar filmi”. Bir kadının romanından bir kadının oluşturduğu senaryoyu bir kadın yönetmen film almış. Belki filmin (romandaki gibi) sonunda feminist bir mesaja ulaşması kadınları memnun etmeye de adaydır. Ama hanımlara olan tüm saygımıza karşın, bunun başarısız bir ortaklık olduğunu söylemek farz. 

Çünkü, film özellikle Amerikan seyircisi gözetilerek, öylesine ‘edepli’, öylesine hijyenik, öylesine ‘temiz’ biçimde anlatılmış ki... Seks sahnelerinin başlamasıyla bitmesi bir oluyor, çıplaklık yok gibi, perdeden salona geçen hiç bir elektrik de yok!...

Ayrıca sado-maşozim olayı da iyice sansürlenmiş. Öyle ki finaldeki ‘kırbaçlama’ sahnesinde Christian beyefendinin Anastasia hanıma vurduğu altı adet kırbaçtan biri bile gösterilmiyor. Aman, genç kızımızın nazik teni zedelenir!...Üstüne üstlük, onu sonunda isyan ettiren olayın bedeninde bıraktığı tek bir iz bile yok. Ne bir kan çizgisi, ne bir yara...Aman kötü şeyler göstermeyelim, mideleri bulandırmayalım!... 

Bu ‘aseptize’ film, çaresiz biçimde soğuk ve cansız. Hele bizim kuşaklarımız için: bizler ki yıllar boyu, aslında dost olması zor iki olayı, seks ve sinemayı ustaca birleştiren ne filmler gördük!...En azından Röntgenci- Peeping Tom, Emmanuelle, O’nun Hikayesi, Paris’te Son Tango, Seks Yalanları...Sekiz Buçuk Hafta, Mavi Kadife, Gözler Tamamen Kapalı, Ateşli Geceler-Boogie Nights... Brokeback Dağı, tüm Pasolini veya Fassbinder filmleri gibi...   

Bunları görüp izlemiş bir seyirci, kusura bakılmasın ama, bu kadınlar koalisyonunun filmine ancak nanik yapar!...Söylemiş olayım da...