X X X (Dune: Part Two) Yönetmen: Dennis Villeneuve Warner Bros filmi, 2024. |
İşte son zamanlarda basın gösterimine en çok insanın geldiği film... Öylesine ki, yıllardır görmediğim kimi yüzler kadar, ilk kez görüp tanıştığım sinefiller de vardı. Ayrıca, yıllar sonra ilk Dune filmini de izlediğimiz aynı mekanda, İstinye Park'taki o ünlü İMAX gösteren salonda yapıldı.
Ve de filmin uyarlandığı eserin bizde basılmış Frank Herbert imzalı kitabı DUNE da herkese dağıtıldı. (İthaki Yayınları). Tıpkı yine yakın zamanda Poor Things - Zavallılar fiminin dağıtılan kitabı gibi (O da İthaki).
Ayrıca, benim için önemli bir filmdi bu... Çünkü 1980'lerden beri birçok uyarlamaları yapılan bu DUNE, edebiyatının son iki çevriminin 2021'de yapılan ve bizde ilgiyle karşılanan ilkine ben de bayılmış ve bir övgüname yazdığım gibi, tam X X X X X vermiştim. Genelde en fazla dört yıldız verdiğim halde....
Bir not daha... Bu yeni film de bütün dünyada büyük hayranlıkla karşılandı. Dış basında hiçbir cimri ve olumsuz eleştiri görmedim!... Ama ben, kendi adıma, bu son filmi belli bir ilgiyle seyrettimse de, öyle ayılıp bayılmadım. Belki son zamanlarda azalan yabancı filmlerin çoğunun "Başka Sinema" vb. sanat filmleri olması; böylesine fantastik ve uçuk sinema örneklerinin çok azalıp günlük hayatımızdan çıkması nedeniyle... Yine de oturup filmi ciddi biçimde değerlendirmek istiyorum.
Bu alabildiğine gösterişli ve epik hikâye, ilk filmin sonlarında tüm hikâyenin ana kahramanı Paul Atreides tarafından öldürülen Jamis'in cenazesinin Fremenler tarafından kaldırılması töreniyle başlıyor. Bir kez daha, biraz uzak bir tarihteyiz. O kadar da değil canım; sadece 10.101 yılında!...Yani kesin tarih... Olaylar Arrakis gezegeninde başlıyor. Genç savaşçı Paul, annesi Jessica'nın karşı çıkmasına rağmen Fremen kabilesiyle dost olmayı dener. Ama bu kez Harkonnen'ler Fremenlere saldırır ve müthiş bir savaş başlar. 2 buçuk saatlik uzun filmin ilk bölümü, gerçekten de etkileyici savaş sahneleri içerir. Gökyüzünde rahatça uçabilen savaşçılar kadar uçak, helikopter ve dronlardan oluşan bir filo zaman zaman alev alır ve yok olurlar; bazen de aşağıdakileri öldürürler. Harkonnen'ler iri gövdeleri ve kel afalarıyla sevimsiz yanı temsil ederler.
Ama bu ürkünç çöl ikliminde ve uçsuz-bucaksız uzanan kum tepelerinin ardında bir başka mücadele de vardır. Çünkü filmde dendiği gibi "binlerce yıldır nesilleri karıştırarak bir Seçilmiş Kişi aranmıştır". Tüm o değişik ırklar veya hanedanlar... Fremen'ler, kadınları kapalı olan ve Lisan-ı Al Gaib'i konuşanlar, bir ayrı tarikat olan Bene Gesserit'ler, Harkonnen veya Stielt'ler... Hepsi de o çöl dekorunda ayakta kalmaya ve de hükümranlıklarını sağlamaya çabalamaktadır.
Sonunda bu binlerce yıllık arayış biter gibi olur. Stilgar adlı bir Fremen, Paul Atreides'i 'Chosen- Seçilmiş' olarak görür ve bunu ilan eder. Paul ise Chani adlı bir genç ve savaşçı kızla ilişki kurar. Evet, sevda her dönemde ve çağda önemli rolünü oynayacaktır. Ve Paul giderek yükselmeye başlar. Bu savaşçılar ülkesinde, hepsi kafalarından çıkıp burun deliklerine giren birer alet taşıyan bu mağrur erkek ve kadınlar, ayrıca önceki filmde de sık sık anılan bir şeyi, Baharat tutkusunu temsil ederler. Bu baharat muhabbeti hikayenin sonuna dek gider. Bize pek bir şey ifade etmeden...
Böylece uzayda farklı gezegenlerde yaşayan bu kabileler, yavaş yavaş bir Lisan-ı Al-Gaib konuşmaya başlar. Aslında zaman zaman İngilizce (hem de mükemmel biçimde ve tumturaklı bir uslupla!), bazen de kendi dillerini konuşurlar -hangi dillerse... Paul'e verilen Muad'Dib ya da Mehdi lakabıysa İslam dinini akla getirir. Ayrıca filmde Padişah sözcüğününü de geçtiğini hatırlatayım!...
Değişmeyen bir çöl dekorunda, Çöl Ruhları diye çağrılan Cinler arasında, sonunda 'Usul' olarak anılmaya başlayan Paul'un etkisi artar. Rahibe Anne Mohiam yüzünde yazılarla dolaşmaya başlar. Bir başka gezen olan Arrakis'de 4. Şaddam diye anılan bir imparator vardır. Kızı İrulan ve Bene Gesserit tarikatından Rahibe Ana'nın yanı sıra, yine Harkonnen tarikatından korkunç Baron ve tüyler ürpertici yeğenleri Naban ve de Feyd Rautha... Sonuncusu, Paul için gerçek rakibe dönüşecetir. Ayrıca bir sahnede peygamberlik kavramı ve misyonu üzerine bir tartışma başlar, Ve biri "Seni alıp cennete götüreceğim" vaadinde bulunur.
Film kimi tuhaflıklar da içeriyor. Örneğin bir bölümde her şey birden siyah-beyaza dönüşüyor. İnsanlar da aynen öyle!... Ya da bir bölümde içilen bir çöl suyunun içenlerin hepsini mavi gözlüye dönüştürmesi!... Ayrıca çok ilginç sahneler var: geceleyin kısa ama çok hoş bir çöl balesi; sonundaki muhteşem düello... Ve tüm bunlara çok iyi uyan yine şaşırtıcı, Hans Zimmer imzalı bir fon müziği... Görüntü ustası Greig Fraser'in katkıları yine çok büyük...
Dune tıpkı bir önceki film gibi, Kanadalı Denis Villeneuve'ün elinden çıkma. 1988'de kısa filmlerle işe başlayan Villeneuve'ün ilk filmi yine bir bilim-kurguydu: Cosmos. Ardından Maeiström, İncendies - Yangın, Enemy - Düşman, Sicario, Arrival - Geliş, Blade Runner - Ölüm Takibi (ünlü Ridley Scott filminin yeniden çevrimi)... Ve beş yıllık bir sessizlikten sonra artarda bu iki önemli film geldi.
Oyuncularsa ayrı bir şölen... Paul rolünde Timothee Chalamet önceki gibi bu filmi de alıp götürüyor. Bu sevimli adam galiba hiç yaşlanmayacak!... O çocuk saflığı taşıyan görünümünü hep koruyor. Bugün 29 yaşında olmasına rağmen... Stilger'de Javier Bardem, İmparator'da özlenmiş Christopher Walken, yanıbaşındaki Feyd Rautha'da genç Austin Butler özellikle dikkat çekiyor.
Kadınlarsa ayrı bir alem... Rahibe Mohram'da yine çok özlenmiş Charlotte Rampling, Jessica annede Rebecca Ferguson, öfkeli Chani'de Zendaya... Ve adını anamadığım tüm diğerleri de görevlerini çok iyi yapıyor.
Bunca sözden sonra... Gidip görme kararı sizin...
Not: Geçen haftalarda yazdığım, ama gösterimi ertelenen Senden Başka adlı çok sempatik Amerikan komedisi bugün gösterimde.
Ayrıca, basın gösterimi yapılmayan, ve değerli müzik insanımız Ahmet Kaya'nın öyküsünü anlatan Son Şarkı- Ahmet'in Türküsü de sinemalara geliyor.
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |