Atilla Dorsay

09 Ekim 2015

Bir zamanlar, İpek Yolu’nda....

Film tarihsel filmler çerçevesini aşarak bizlere İpek Yolu’nu anlatıyor

 

EJDER KILICI   (Dragon Blade)  X X X

Yönetim ve senaryo: Damien Lee
Görüntü: Dariusz Wolski
Müzik: Henry Lai
Oyuncular:  Jackie Chan, John Cusack, Adrien Brody, Si Won Choi, Peng Lin, Mika Wang, Yang Xiao/ Çin yapımı

 

 

Roma’nın dünyaya egemen olduğu yıllar...Ünlü İpek Yolu üzerinde yer alan halklar, Doğu ve Batı’yı bağlayan, hem siyaset hem ekonomi yönünden son derece önemli olan bu hattın üzerinde veya çevresinde yaşamaktadır. Hun’lardan bir grup, silahşör Hua An’ın komutanlığı altında çevrede barışı sağlamaya çalışmaktadır. Ama Roma elbette heryerde hazır ve nazır olma peşindedir.

Henüz bitmemiş bir kenti en ilkel yöntemlerle tamamlamaya çalışan An ve arkadaşları, birden ufukta beliren Roma askerleriyle şaşkına döner. Başlarındaki komutan Lucius’un yanında tuhaf bir çocuk vardır. Bu, taht savaşları sırasında gözleri ağabeyi, hırslı ve zalim Tiberius tarafından kör edilen bir oğlandır.

Önce savaşla başlayan bu iki grubun ilişkisi, sonra karşılıklı dostluğa, giderek kader birliğine döner. Ve iki lider, eninde sonunda bizzat oralara gelen zalim Tiberius’a karşı amansız bir savaşa girer. An’ın çevredeki tam 36 ayrı etnik gruptan topladığı en büyük savaşçılarla birlikte...

Daha önce de birkaç filmiyle dikkat çeken Çinli yönetmen Damien Lee, en iddialı projesiyle karşımızda. 65 milyon dolara çıkmış bu gösterişli film, Hollywood’dan gelen iki büyük star, John Cusack ve Adrien Brody’yle desteklenmiş. Çağın yükselen gücü Çin’in ülkesinde büyük ilgi gören bu yeni filmi, belki festivalleri dolaşmayacak, eleştirmenlerden de çok övgü toplamayacak. Hatta Batı ülkelerinde fazla iş yapmayacak. Nitekim tanınmış imdb sinema sitesinde en farklı karşılanan, en yüksek övgüden hakarete varan eleştirilere neden olan bir film.

Ama ben kendi adıma hayli ilginç buldum. Öncelikle bilinen tarihsel filmler çerçevesini aşarak bizlere İpek Yolu’nu anlatıyor. Dahası, ana kahramanı bir Hun olan kaç film gördünüz? O Hunlar ki, bize göre atalarımızdan değil mi? Ve Attila vaktiyle Roma’ya girip Papa’ya diz çöktürmemiş miydi?

Filmin döğüş sahneleri biraz yeni-yetmelere göre: hızlı bir kurgu, sürekli slow-motion’lar (yavaşlatılmış çekimler), vs. Ama sonuç olarak gösterişli ve etkileyici.

Daha önemlisi, bunların ardında gerçek bir öykü var. Tarihin çok karışık bir döneminde, büyük Roma uygarlığına ve onun tamamlayıcısı dev bir askeri güce kafa tutmuş kimi Doğu halklarının ve onların zalime karşı böylesine birleşmiş olmasının ilginçliği. Ne derece doğru, bilemem. Bu açıdan üstad İlber Ortaylı dostumuzun filmi görüp yorumlamasını çok isterdim!..

Ayrıca mimarlar ve şehirciler için özel olarak ilginç. Çünkü inşaat teknikleri, çölün ortasında bir kent kurmanın yöntemleri ve zorlukları gayet inandırıcı biçimde görselleşiyor. Hem de ayrıntılı biçimde...

Elbette Romalıların bu konuda açık üstünlükleri var. Ama Hunlar da hastalıkları iyileştirmeyi biliyor!. Savaş ve döğüş teknikleri açısından ikisi de hüner sahibi. Öyle ki, aralarındaki dostça yarışma bölümleri büyük folklorik ve tarihsel değer taşıdığı gibi, son derece eğlendirici.

Jackie Chan yine hayranlarına sesleniyor. John Cusack ve Adrien Brody ise internette kimi alaylara konu olan oyunlarıyla, bence görevlerini gayet iyi yapıyorlar. Cusack’ın ölüm sahnesi ya da finalde Brody’nin en vahşi biçimde beliren insanlık-dışı zalimliği hayli etkileyici. Gerçi yer yer –özellikle küçük veliahtın sahnelerinde- abartılı bir melodram havası var. Müzik de yine aşırı biçimde kullanılmış.

Ama bu elbette çok farklı bir kültürden gelen bir film. Ve öyle karşılanması gerek. Bence bizim için, özellikle tarihsel açıdan görülmesi gereken bir film.

İnsanlık tarihinin unutulmaz yürüyüşlerinden

 

TEHLİKELİ YÜRÜYÜŞ   (The Walk)  X X X

Yönetmen: Robert Zemeckis
Senaryo: R. Zemeckis, Christopher Browne

Görüntü: Dariusz Wolski
Müzik: Alan Silvestri
Oyuncular:  Joseph Gordon-Levitt, Ben Kingsley, Charlotte LeBon, Clement Sibony, Cesar Domboy, Benedict Samuel, Mark Camacho, Steve Valentine/ Sony Pictures yapımı.

 

 

Robert Zemeckis de filmleri merakla beklenen, hemen hiç düşkırıklığı yaratmadan ve düzeyini düşürmeden hep büyük kitleye seslenmesini bilen Amerikan ustalarından. Spielberg’in hemen yanıbaşına konulabilecek...

The Flight- Uçuş’tan üç yıl sonra, beklenen yeni filmiyle karşımızda...Üstelik IMAX’ın verdiği büyük keyifle desteklenen bir popüler sinema örneği.

Ama aslında bilinen ve sinemanın çok özel bir belgeselle bizlere sunduğu bir olayı anlatıyor. James Marsh’ın Man on a Wire- Teldeki Adam filmini hatırlayanlar için de biraz ‘deja vu’ olmaktan kurtulamıyor.

Yıl 1974. Paris’li Philippe Petit küçük yaştan beri yükseklerde, ip üstünde yürümeye meraklıdır. Banliyöde başladığı bu çabayı Paris’in küçük meydanlarında sürdürmeyi dener. Tam o sırada gazetelerde, New York’un yakında açılacak olan Dünya Ticaret Merkezi ve onun iki dev kulesinin haberleri çıkar. Ve Philippe asıl amacını keşfeder: dünyanın bu en yüksek iki binası arasındaki boşluğu ip üstünde geçmek...

Bunun için, çok özel kişilerden küçük bir ekip oluşturur. Ve hep birlikte bu tuhaf maceraya atılırlar.

Filme görünürde herhangi bir kusur bulmak zor. Yönetmenin de katıldığı senaryo akıcı, zekice ve dönemi iyi veren ayrıntılarla yüklü. Paris ve New York çekimleri harika. Birinde Paris, biraz da Scorsese’nin Hugo’sunu hatırlatır biçimde, bir rüya-kent olarak, ününü yapan tüm özellikleri ve güzellikleriyle karşımıza geliyor.

New York ayrı bir alem. Öncelikle artık var olmayan ünlü kuleleri, sanki orada duruyormuşçasına N.Y. genel manzarasının göbeğine yerleştirmek...Ve o yükseklikte yaşanmış olayı büyük inandırıcılıkla perdeye getirmek. Sanki bir büyücü çabası, bir sihirbaz marifeti.

Bu teknolojik mucizenin yanısıra, oyunculuk da üst düzeyde. Yetenekli Joseph Gordon-Levitt’i o çocuksu yüzüyle Fransızlaştırma işi başarılmış. Fransızca konuştuğu sahnelerde bunu iyi yapıyor (hatta biraz abartarak!). Hemen İngilizce’ye geçmek içinse gerekli mazeret bulunmuş: New York’a gideceği için İngilizce pratiğini geliştirmek!...

Philippe’i koruması altına alan Çek kökenli gösteri ustası Papa Rudy’de Ben Kingsley yine harika bir karakter çiziyor. O gencecik oyuncular ise çok iyi seçilmiş. O aykırı ve tuhaf kişileri eldiven gibi fiziklerine geçirmişler.

Ve görüntü ustası Dariusz Wolski ve büyük kompozitör Alan Silvestri, işlerini yine en iyi biçimde yapmışlar. Daha ne istenir?

Yine de sanki Marsh’ın belgeseli bambaşkaydı. Onun zihinlerimizdeki anısı bu büyük çabayı biraz gölgeliyorsa... Kabahat kimin?

 

Yarın: MANTIKSIZ ADAM ve KORKU TERAPİSİ