EVEREST X X X X Yönetim: Baltasar Kormakur |
Everest... Dünyanın en ulu dağı. 8850 metre yükseklikten dünyaya gurur ve haşmetle bakan zirvesi, insanoğlunu hep çekmiş. Onun tepesine tırmanmayı, doğasındaki o onulmaz öge yüzünden hep istemiş: dünya yüzünde yapılamaz gözüken ne varsa yapmayı, fethedilemez gözüken ne varsa fethetmeyi bir tutku haline getiren o inadı, cesareti ve iradesi nedeniyle...
İzlanda’nın büyük ustası Baltasar Kormakur, son Venedik festivalinin açılış filmi olan (ama yarışma dışı gösterilen) bu son filmiyle, önceki filmlerinin başarısını bütünlüyor: 101 Reykjavik, İnhale- Nefes Nefese, Contraband- Son Vurgun, Two Guns- Zorlu İkili.
Yönetmen bizlere gerçek bir Everest öyküsü anlatıyor. Sanki belgesel tadında, ama aslında zengin bir kadronun oynadığı dramatik bir filmle... Önce Everest’in ve onu fethetme tutkusunun kısa bir tarihçesi. Sonra, son yarım yüzyılda başlayan profesyonel çabalar: yani dağa tırmanma uzmanlarının rehberliği altında, küçük grupların kimi zaman çok büyük paralar ödeyerek yaşadığı bir büyük macera.
Ve filmimiz buradan yola çıkıp, 1996 yılı Mayıs ayında yaşanmış ünlü bir tırmanışı öykülüyor: üzerine kitaplar yazılmış.... İki ayrı grup, aralarında dostlukla rekabetin getirdiği kıskançlığın birbirine karıştığı garip ve çelişkili duygular içinde, tırmanışa başlıyorlar.
Bunlardan özellikle bir avuç kahramanı daha iyi tanıyoruz: kimilerinin özel hayatları, evlerinde merak ve kaygıyla bekleyen kadınlarını....Zaten bu serüvene karışan kadınlar da var, ama sadece biri, daha önce de altı zirve fethetmiş bir Japon kadını en tepeye kadar tırmanıyor. Öbürleri biraz daha aşağıda olan bir kampta kalıp teması koruyor.
Ve macera başlıyor. Giderek sertleşen doğa koşulları, aynı ölçüde bozulan havayla birleşince, serüven yavaş yavaş bir ölüm-kalım savaşımına dönüşüyor. Niye insan böyle bir serüvene atılır, hayatını tehlikeye sokarak? Filmde dendiği gibi sırf ilerde ‘Everest’i fethetmiş biri olarak anılmak’ için mi?
Filmin önemli bölümü Nepal’de ve Everest’in hemen eteklerinde, geri kalanıysa İtalyan Alpleri ve Cinecitta stüdyolarında çekilmiş. Çabalar tam bir gerçeklik duygusuna ulaşıyor. Ve filmin sonunda bir tür mucizeyle kurtulan zengin Texas’lı motifi, hikayeye bir başka boyut ekliyor: elbette para önemlidir ve tepeye çıkış için tam 65 bin dolar ödemiş adamın hayatta kalma şansı daha büyüktür!..Ama bu zaten bilmediğimiz şey değildi ki!...
Oyuncular filme önemli bir zenginlik katıyor. Josh Brolin’den Sam Wortinghton’a, nisbeten küçük bir roldeki Jake Gyllenhaal’dan John Hawkes’e....Kadınlarda Emily Watson’dan Keira Knightley’e, Robin Wright’tan Elizabeth Debicki’ye...
Ama asıl rol, tüm haşmetiyle fonda sürekli arz-ı endam eden görkemli ve gösterişli Everest’de...İnsanoğlu kendi gerçek kimliğini ancak doğayla ve onun en acımasız halleriyle boy ölçüşerek bulma huyundan vazgeçmedikçe, bu ölüm-kalım mücadelesi sürecek...
Nihayet güldüren bir yerli komedi!...
GURULDAYAN KALPLER X X X Yönetim: Ömer Uğur |
Son dönemde hiç gülemediğim onca Türk usülü komediden sonra nihayet güldüğüm, hem de rahat rahat ve bol bol güldüğüm bir film izleyebilmek ne sürpriz!...Bu kadarı bile insanı doyurmaya yetiyor. Hele çok zor ve az keyif duyabildiğimiz şu günlerde...
Özgün senaryo, temelde çok zıt iki kişiliği biraraya getiriyor. Kendi halindeki mahalle delikanlısı Yaşar, Boğaz’a inen o dar sokaklardan birinde, henüz inşaatçılarımızın el atmadığı bir eski İstanbul dekorunda güzel eşi Vicdan ve iki çocuğuyla tam bir hayat kavgası veriyor. Hınzır arkadaşlarının zoruyla katıldığı bir taşıma işinin aslında bir soygun olduğu anlaşılıyor. Onu suçüstü yakalayan ev sahibesi Hülya hanım son derece modern fikirli bir kadın çıkıyor.
Nasıl çıkmasın ki.... Hülya hanım bir heykeltıraştır: şu modern sanat dedikleri ve çoğumuzun hiç hoşlaşmadığı o garip yontuları yapan... Ve her türlü malzemeden yola çıkıp garabet biçimlere uzanan yapıtları, gitgide gelişen bir modern sanat piyasasında on binlerce dolarla ölçülmeye başlanan...
Böylece bir mucize gerçekleşiyor ve Hülya bu saf genci atölyesine yardımcı olarak alıyor. O büyük çaba isteyen, isimleri Kaos ya da Vajinal Duyumsama (!) olan devasa heykellerde kendisine yardım etmesi için... Zaman geçiyor, Yaşar bu tuhaf sanatı sevmeyi de, o isimleri açıklayıp savunmayı da öğreniyor. Acaba koşullar zorlarsa kendi heykellerini de yapabilecek midir?
Deneyimli yönetmen, en çok Eve Dönüş adlı önemli filmiyle hatırladığımız Ömer Uğur, işlek ve kıvrak bir anlatım kuruyor ve sağlam karakterler inşa ediyor. Emekçi kesimle modern sanatın bu beklenmedik karşılaşması, yine beklenmedik biçimde tam bir uyuma ve işbirliğine dönüşüyor.
Neden olmasın? Hepimiz koşullar elverdiğinde çok farklı görüşleri, fikirleri ve modaları kabul edecek duruma gelemez miyiz?
Çok iyi gelişen bir ilk yarıdan sonra film biraz tökezler gibi oluyor, ama çabucak toparlanıyor. Ve Uğur hikayeyi tam yerinde kesiyor: ondan sonra olacakları artık seyirci pekala kestirebilir!...
Başroldeki komedyen Necip Memili, şahsen hiç tanımadığım bir yüz. Ama rolünde gayet başarılı. Eşi Vicdan’da Algı Eke, köylü şivesini inatla sürdürse de alımlı olmayı beceriyor. Devin Özgün Çınar dört başı mamur bir kompozisyon çiziyor. Tüm yardımcı kadro da iyi.
Sonuç olarak, özellikle çok şey beklemeden giderseniz, iyi eğlenip tüm sıkıntılarınızı iki saatliğine unutabileceğiniz bir deneyim.
YARIN: SİCORİA ve LABİRENT: ALEV DENEYLERİ