Atilla Dorsay

03 Mayıs 2023

Bir zamanlar Paris'te aşk, tutku ve cinayet

Bu hikâye bir Fransız eleştirmenin yazdığı gibi "30'lar Fransa'sının son derece maço zihniyetli yapısı'na" bir eğilmedir

SUÇ BENDE

X X X

(Mon Crime)

Yönetmen: François Ozon
Senaryo: Georges Berr, F. Ozon, Philippe Piazzo
Görüntü: Manuel Dacosse
Müzik: Philippe Rombi
Oyuncular: Nadia Tereszkiewicz, Rebecca Marder, İsabelle Huppert, Fabrice Luchini, Dany Boon, Andre Dussolier, Felix Lefebre, Evelyne Buyle

Fransız filmi, 2023.

François Ozon... Vaktiyle ülkemize de gelmiş, kendisiyle bir söyleşi yapma fırsatını bulduğum, görece genç (1967 doğumlu), yaratıcı Fransız yazar-yönetmen... 40'ı aşkın film içeren kariyerinde hemen her yıl bir film üreten yorulmak bilmez bir sanatçı... Ki bugünden 5-6 yıl geriye doğru sayarsak Peter Von Kant, Her Şey Yolunda, 85 Yazı, Grace a Dieu - Yüzleşme, Tutkunun Oyunu gibi hepsi bir ölçüde ilginç yapıtlar sayılabilir.

Geçen cumadan beri sinemalarımızda gösterimde olan bu film belki Ozon'un en iyisi değil; ama yine de hayli özgün, kendisini rahatlıkla izleten, bizden bir deyimle fıkır fıkır bir film... Belki en iyi tanımlaması yine Fransızların çok kullandığı bir deyimle bir kara-komedi olan...

Hikâye 1930'ların ortasında geçiyor. Tam o günlerde Alman kökenli ünlü yönetmen Billy Wilder Hitler Almanya'sını terk etmiş, ABD'ye geçip o başyapıtlarını yönetmeden önce Fransa'da bir duraklama yapmış, ünlü aktris Danielle Darrieux ile Mauvaise Graine- Kötü Tohum adlı bir film gerçekleştirmişti. Tam o sırada Georges Berr adlı bir tiyatro insanı, yazar Louis Verneuil'le birleşerek bu hikâyeyi yazıp sahnelemişti.

Ve 2023'de, neredeyse 90 yıl sonra, Ozon bu tozlanmış oyunu alarak yepyeni bir eser yaratıyor. Filmin başlarında iki ana kahraman, oyuncu Madeleine ve yakın arkadaşı avukat Pauline bir sinemaya gidip Kötü Tohum filmini izliyorlar. Elbette o günlerde renkli sinema henüz icad edilmediği için, o zamanki siyah-beyaz kopyasından!..

Evet, dönem kötü bir dönemdir ve kadın-erkek ilişkileri o ürkünç siyasal fon üzerinde bugünkünden de beter olarak gelişir. Özellikle oyuncu olarak bir çıkış yolu ararken bulduğunu sanan, ama bunun aslında namusuna bir tecavüz tuzağı olduğunu kavrayan Madeleine, şiddetle karşılık verir. Ama o ünlü yapımcının cesedi bulunduğunda... Ve büyük bir paranın kaybolduğu ortaya çıktığında... Madeleine'in başı adaletle derde girer. Onu savunmak kuşkusuz kankası Pauline'e kalır.

Evet, bu hikâye bir Fransız eleştirmenin yazdığı gibi "30'lar Fransa'sının son derece maço zihniyetli yapısı'na" bir eğilmedir. Ve modern kadının erkek-egemen toplum ahlakına karşı verdiği savaşımın geçmişteki bir yansıması... Kadının Fransa gibi bir ülkede henüz oy hakkının bile olmadığı bir dönem... Oysa -filme göre- Almanya'da varmış. Hitler'in Almanya'sında... Ve evet, bizde de vardı. Bilin bakalım, kimin sayesinde!..

Elbette yakın dönemdeki ünlü me-too hareketi bu alanda dev bir adımdı. Bu film ondan öncesini araştırıyor sanki... Ve ünlü Sekiz Kadın'ın yönetmeni, son derece çarpıcı bir sonuca ulaşıyor: aslında işlemediği bir cinayet sayesinde toplumun gözdesi olan ve her alanda zirveye çıkan bir kadın... Bu mucizenin nasıl oluştuğunu filmde göreceksiniz...

Peki ama, asıl katil kimdir, nerededir, ne zaman ortaya çıkacaktır? İşte bu, filmin son yarısına bambaşka bir gerilim getiriyor. Apaçık bir mizah duygusuyla karışık olarak... Oyun tarzı tümüyle abartılı olan film, ayrıca kadınların üzerine oturuyor. Gerçekten dokunaklı olan karakterler kadınlar. Özellikle dostluklarında hafiften de olsa bir lezbiyen dokunuşu hissedilen Madeleine ve Pauline. Ve onları canlandıran Nadia Tereszkiewicz ile Rebecca Marder. Filmin sonlarında gözüken, Fransız sinemasının büyük ustası, özlediğimiz İsabelle Huppert ise sessiz dönemden kalma yıldız Odette Chaumette kişiliğine müthiş bir enerjiyle sarılmış. Geç geliyor, ama iyi geliyor!..

Erkekler ise açıkça ikinci planda... Dany Boon, Fabrice Luchini, André Dussollier, Felix Lefebre gibi ünlü Fransız karakter oyuncuları mahkeme hakimi, savcı, büyük işadamı vb. rollerde hayli karikatürize kişiler çiziyorlar. Ve filmim komedi yanını besliyorlar.

Bir başka ilgi çekici yan ise Paris... Öylesine canlı duruyor ki... Elbette bizim tam tersimize, 'aşk şehri'nin öyle iyi korunmuş olması önemli. Yiue de kenti neredeyse bir yüzyıl geriye götürmek, doğrusu tam bir başarı. Ozon'un yanısıra görüntüleri için Manuel Dacosse ve de eski chanson'ları öylesine iyi kullanan Philippe Rombi'ye de bravo!..

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...