X X (Poker Face) Yönetmen: Russell Crowe Avustralya filmi, 2022. |
Rusell Crowe'a hep bir sempatim olmuştur. Asya'nın doğu ucunda, Yeni Zelanda denen ülkede 1964 yılında doğmuş sanatçı parlak bir kariyer yapmıştır. 1970'lerden itibaren aktörlüğe başlamışsa da, asıl ününü 90'lardan sonra yaptı. Hızlı ve Ölü, Los Angeles Sırları, Köstebek, Gladyatör, Akıl Oyunları, Cinderalla Man, İyi Bir Yıl, Amerikan Gangsteri, Devlet Oyunları, Robin Hood, Sefiller, Bitik Şehir, Son Umut. War Machine... Sonrasında hayli hızlı bir iniş. Ve şimdilerde yine büyük bir enerjiyle, film üzerine film yapma çabası. Tek Oscar'ınıysa 2001'de Gladyatör'le kazanmıştı.
Benim özel sempatim elbette bu güzel filmlerden, ama ayrıca da The Water Diviner - Son Umut filminden geliyor. Film 1920'lere dönüyor ve Batılıların Çanakkale yenilgisinden sonra, orada yitirdiği oğullarının en azından mezarını bulmak için ülkeye geri dönen bir Avustralyalı askerin öyküsünü anlatıyordu. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Salih Kalyon gibi ünlülerimiz de önemli roller yüklenmişti. Kendi adıma filmi çok sevmiştim. Sanatçıyı da tam bir Türk dostu olarak bağrımıza basmıştık.
Bu film, başta bizlere Avustralya'da 18'lerindeki bir avuç genci tanıtıyor. Kavgalarla geçmiş onca vakitten sonra, Jake Foley'in ısrarıyla kart oyunlarını öğreniyorlar. Gerçi o yaşların gerginliği kolay bitmiyor; ama en azından poker denen o gizemli (ve kendi adıma hiç öğrenemediğim) oyuna alışıyorlar.
Aradan yıllar geçmiştir. Jake oyunu bilgisayarlarda oynama adetini başlatmış ve böylece bir 'teknoloji milyoneri' olmuştur. Eski dostlarından birkaçını evine davet eder, ve onlara kafa karıştırıcı önerilerde bulunur: büyük değeri olan birer arabayı kabul etmek. Ya da aynı bedeli pokerde masaya koymak... O arada Jake'in yıllar önce ölen ilk karısından sonraki eşi ve de kızı da yola çıkmışlar ve babalarının peşine düşmüşlerdir. Ama ailenin bir araya gelmesi hayli riskli rastlantılara bağlıdır.
Böylece bu hem sinemanın hayli çok kumar filmlerine, hem bir gerilime, hem bir arkadaş grubunun hüzünle karışık bir neşe içeren hayat öykülerine dayanıyor. Yer yer bol hareket ve aşırı aksiyon; yer yer ise yanından geçip gidilmiş, aslında daha ayrıntılı birer analiz isteyen ilginç kişilikler...
Biraz yorgun gözüken, ama oyunculuğun temeline artık iyice vakıf bir Crowe işin altından kalkıyor. Aynı yaşta olmaları gereken, ama daha genç duran arkadaşları konusu ise açıkta kalıyor: özelikle ondan en azından 15 yaş genç olan Liam Hemsworth'a bakınca... Ama bu bir zamanın 'sıkı kumarbaz gurubu'nun yıllara yayılmış öyküsü, yine de yer yer dokunaklı duruyor. Çok şey beklememek kaydıyla izlenebilecek bir yapım...
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |