Atilla Dorsay

01 Nisan 2020

Bir sinema yazarının Koronavirüs günleri

Bu kitap neredeyse bitti. Hadi, şimdilik sizlere bir ön tüyo vereyim: 10 yılın 10 filmi

Doğrusu ben de herkes gibiyim: son derece mutsuz; alabildiğine ürkmüş; önlenemez bir kötümserliğe kapılmış... Tarih boyunca yaşanan ve (ve o zamanın sınırlı nüfusuyla) yüzbinlerce insanı öldürmüş o korkunç salgınların; veba, kara veba, sarı humma, kolera, Rus gribi, Asya gribi, İspanyol gribi, domuz gribi, AİDS, SARS, Ebola gribi vb. korkunç hastalıkların bu en yenisi gelip de bizi mi buldu? Hem de 80’i aştığım şu günlerde... Ve özellikle ileri yaş gruplarını hedef aldığı bilgisiyle?

(Arada bir parantez açayım, iyi ki hatırlamak için internete girip bakmışım... Böylece öğrendim: Ne kadar çok salgın olmuş... Ve insanlık nelerle boğuşmuş... Bu bana bir teselli oldu. Ve şu klasik lafı söyledim: Bu da geçer yahu!)

Peki ne yapıyorum? İlk başlarda, geçen yazımda anlatmıştım, her şeyi yapıyordum: Boğaz’a inmekten Yıldız Parkı’na gitmeye, Kemerburgaz’da kızkardeşim Ayla’yı ziyaret etmekten Akmerkez’de yemek yemeye... Hatta yaşgünümü bile, bizim evde de olsa kutladık: oğlum, gelinim ve üç torunumun da gelmesiyle...

Ama sonra her şey öyle bir hızlandı ve olaylar öylesine coştu ki... Sanki o eski Yunan trajedilerinin en ağır bir düzinesi bir araya geldi. Ve insanlığa hayatı zehir etmeye başladı.

Eve kapanmanın teknik altyapısı

Böylece biz de eve kapandık: eşim Leman ve kızım Ece’yle... Ve ben özellikle bilgisayarımın başına oturup yazmaya başladım. Elbette eleştiri değil... Son basın gösterimi de son dakikada iptal edilmiş, ardından da sinemalar kapanmıştı; ne zaman açılacakları bilinmeden... Bizim için bir hayat tarzı, bir yaşam biçimi sona ermişti. Ve ona ne zaman döneceğimiz, hatta dönüp dönmeyeceğimiz meçhuldu.

Ama yazmak her koşulda mümkündü. Hapishanede bile... Selahattin Demirtaş yıllardır tutulduğu hapisten ne güzel kitaplar yazmıştı... Barış Terkoğlu ise (yoksa Barış Pehlivan mıydı?) daha düne kadar gazetesindeki köşesine yazmamış mıydı?

Ben arada sırada olsa da burada yazacağım kuşkusuz... Bunun altyapısı, yani teknolojik altyapısı da hazır. Olayların vahamet kazanmasından hemen önce, sadık bilgisayarcım Vural Tuncer’i çağırdım. Ve hepimizin teknik sorunlarını çözümledi. Allah razı olsun!..

Sinemamızda çok zengin bir on yıl 

Çünkü evde asıl etkinliğim kitaplarım olacak. Sonbahar için, (amaç bilinç altında da olsa) Kasım’daki kitap fuarı için... Olaylardan çok önce de planlamıştım: Ben, bilirsiniz, on ya da beş yılda bir, film eleştirilerimi kitaplaştırırım. Türk sineması eleştirilerimi en son 2011 başında çıkarmışım: Sinemamızda Değişim Rüzgarları - Türk Sineması 2005-2010 adıyla... Arada 2014’de Yeşilçam yüzüncü yılını kutlarken de 100 Yılın 100 Türk Filmi çıkmıştı...

Peki ya gerisi? Öylesine zengin bir on yılmış ki bu... Bilgisayarımdan yazılarımı toparlarken veya kimi kayıp dosyalar nedeniyle (virüs mü girmiş ne? Ah bu teknoloji!) internete dalıp ararken (ve çokluk bulurken), ben bile şaşırıyorum: Öylesine güzel filmler, hatta unutulmuş başyapıtlar var ki... Onları hatırlatmak, benim için mutluluk verici bir görev olacak.

Bu kitap neredeyse bitti. Hadi, şimdilik sizlere bir ön tüyo vereyim: 10 yılın 10 filmi bence şöyle sıralanıyor:

KIŞ UYKUSU - Nuri Bilge Ceylan

KELEBEKLER – Tolga Karaçelik

AHLAT AĞACI - Nuri Bilge Ceylan

DAHA - Onur Saylak

KÜÇÜK ŞEYLER - Kıvanç Sezer

BULANTI - Zeki Demirkubuz

SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ - Onur Ünlü

KIZ KARDEŞLER - Emin Alper

KAR - Emre Erdoğdu

AYLA - Can Ulkay

Ve bir ikinci 10 film daha:

KELEBEĞİN RÜYASI - Yılmaz Erdoğan

MUSTANG - Deniz Gamze Ergüven

TAMAM MIYIZ? - Çağan Irmak

TEREDDÜT - Yeşim Ustaoğlu

GİŞE MEMURU - Tolga Karaçelik

YERALTI - Zeki Demirkubuz 

GÖLGELER VE SURETLER - Derviş Zaim

RENKSİZ RÜYA - Mehmet Ali Konar

SİBEL - Çağla Zencirci, Guillaume Giovanetti

TEPENİN ARDINDA - Emin Alper

Bu listeler elbette Kasım’a kadar -inşallah!- çıkacak filmlerle değişebilir. Ve bir not: Nuri Bilge’in bu listede ve dolayısıyla Türk sinemasındaki yerini görünce, Cumhuriyet’te çıkan, onun yeni projesi Kuru Otlar Üstüne için bakanlıktan aldığı büyük destek haberine sevinmemek mümkün mü?

Kitaplarım bununla sınırlı değil. Yabancı filmlere ayrılmış klasik Hayatımızı Değiştiren Filmler serisi bu kez 2015 - 2020 arasını ele alacak. Ve herhalde hatırlıyorsunuz, harika filmlerle... Ayrıca anılarımın polemikleri ele alan bir ikinci cildi ve de bir Beyoğlu fotoğrafları albüm-kitabı tasarılarım var. Hep birlikte, hayatta kalırsak!..

Gazetelerde neler var?

Ama hayat sadece yazmak değil. Güncelliği izlemek, aileyle meşgul olmak, dostları aramak gerekiyor. Olaylar üç küçük torunumu görmemizi engellediyse de, en azından en büyüğü,canımın içi Ozan’la telefon sayesinde görüntülü konuşmak. Ne iyi bir buluş!...Umarım hepsini ilk fırsatta yeniden kucaklayabiliriz.

T24 ve TV haberlerinin yanısıra üç gazeteyi kaçırımıyoruz. Millet can derdindeyken Kanal İstanbul ihalesi yapmak; hapishaneleri boşaltmayı düşünürken o saygın gazetecileri, o ünlü yazarları ev hapsine yollamayı bile akıl etmemek gibi şeylere öfkeden çıldırma düzeyine gelsek de...

Gazetelerde kimi teselliler var. Cumhuriyet’de sevgili Ali Sirmen’e geçmiş olsun derken, eski dost Nilgün Cerrahoğlu’na kavuşmak çok iyi geldi. Sözcü’de özellikle Necati Doğru ve Yılmaz Özdil’i okumak adeta bir görev oldu. Sözcü demişken, değerli yazar Soner Yalçın’ın bir filmini keşfedip sözettiğim kitaba almak da benim için ayrı bir zevk oldu. Hürriyet’de ise yeni başlayan sevgili Sayım Çınar’ın kitap, SİYAD başkanı Okan Arpaç’ın ise film tavsiyeleri çok hoş....

Dijitürk’de neler izlenebilir?

Ve de başka şeyler... Çalışmayan pikabımı nasılsa onarıp CD arşivime dalmak benim için bir lütuf oldu. Şu günlerde müziğe sığınabilmek ne güzel bir çare...

Ve de elbette TV olayı. Gözdem yine Dijitürk. Kimi dizileriyle öylesine içli-dışlı olduk ki, oyuncuları sanki akraba gibi!.. Gerilimde son dönemin Prodigal Son, The Sinner gibi dizileri gerçekten tüyler ürpertici. FBI klasik polisiyede, All Rise ise hukuk alanında birer zirve. Eşimle birlikte sağlık konusunda zor günler geçirdikten sonra tiryakisi olduğumuz hastane dizilerinde ise çok iyileri var. On bilmem kaçıncı sezonuna giren Grey’s Anatomy’den gayri Chicago Med ve The New Amsterdam da bana göre çok iyi.

Bir de yeni başlayan mini-dizi The Plot Against America var. 1940’larda ve savaş sırasında Amerika’da yeşeren Yahudi düşmanlığı üzerine sağlam ve dürüst bir dram.

Filmlere gelince... Rosemary’s Baby, Paris Yanıyor gibi klasiklerin yanısıra, şaşırtıcı yeni yapımlar var. Gus Van Sant’in Joaquin Phoenix’li Merak Etme, Fazla Uzaklaşamaz... Wim Wenders’in son filmi Derin Sular... Acaip Güzelim çok zıpır bir komedi. Modern Hayat ise benzersiz bir gençlik filmi. Shirley McLaine’i anmak için Akşam Yıldızı’nı, Maximilian Schell ve Anthony Perkins’i birlikte yad etmek içinse Kara Delik’i izleyin.

Netflix’in sürprizleri

Ve de NETFLİX. İlk günlerde biraz teknik sorunlar çıkardıysa da, sonradan düzelmiş gibi. Orada da ilginç filmler var: Gösterime çıkmayan The Marriage Story, gerilim olarak Murder Mystery ve Cehennem (Dan Brown uyarlaması); Esaretin Bedeli ve Zodiac (David Fincher) gibi klasikler... Yakın zamanda görüp çok sevdiğim The Two Popes; Serra Yılmaz filmi Cebimdeki Yabancı... Hâlâ izleyemediğim The İrishman... Dizilerdense öncelikle Freud, The Mind Hunter. Ve bir Diana belgeseli.

İşte böyle. İyi ev hapisleri... Pardon, iyi ev tatilleri!..