X X X (The French Dispatch) Yönetim ve senaryo: Wes Anderson ABD-Alman yapımı, 2021 |
The Royal Tenenbaums, Moonrise Kingdom veya The Grand Budapest Hotel gibi hepsi ilgi uyandırmış, ama seyirciyi asla birleştirememiş filmlerin yaratıcısı Wes Anderson'un yeni filmi, belki tüm yaptıklarından daha özgün, daha yenilikçi, daha araştırmacı. Aynı ölçüde seyirciyi, en azından çoğunluğunu bir araya getirmesi yine mümkün olmayacak.
Film bize Amerikan gözüyle Fransız kültürüne geniş bir bakış açısı getiriyor. Basın ve gazetecilik yoluyla... Hugo Guinness, Roman Coppola ve Jason Schwartzman'ın ortaklaşa ortaya koydukları hikâye, aslında birçok öykünün ve dolayısıyla sayısız karakterin bir araya getirilme çabasını içeriyor. Böylece hem müthiş bir zenginliği, hem de seyirciyi iyice şaşırtmayı başararak...
Hikâye saygın The New Yorker dergisini örnek alarak ve ondan esinlenen Fransız Postası adlı bir yayın hayal ederek, o derginin kimi -gerçek ya da düşsel- olayları anlatmasından yola çıkıyor. Gerçek olaylardan biri, dünyanın gidişini değiştiren ünlü '68 olayları ve bunların Fransa'yı nasıl allak-bullak ettiği: O yıl Cannes festivalini bile iptal ettirerek...
Ama hayal edilmiş olaylar da var. Örneğin cinayet suçuyla yıllardır hapiste olan Moses Rosenthaler'in yıllar sonra aslında dahi bir ressam olduğunu keşfetmesi; kadın gardiyan Simone ile inanılmaz bir cinsellik içeren bir ilişkiye girmesi ve de eserleriyle dünya çapında ün yapması... İşe karışan acımasız bir sanat simsarını da eklerseniz, tek başına bir film konusu olabilecek bir bölüm!... Hele sadece bu bölümde Benicio del Toro, Lea Seydoux ve Adrien Brody gibi adların oynadığı düşünülürse... Ki bu belki en ilginç bölümü sanat sinemasının büyük adı Tilda Swinton'un sunuşuyla izleriz...
Ama daha neler var neler... Yine düşsel Fransız kasabası Ennui- Sıkıntı'nın son derece tipik Fransız dekorunda açılan:... Hastalıklar ve Ölümler; Sanat ve Sanatçılar; Politika ve Şiir gibi bölümlerle ilerleyen filmde, hepsi Fransız kültürüne dayanan çarpıcı birkaç hikâye daha ön plana çıkıyor. Örneğin kadın öğretmen Lucinda Keremetz (üç Oscar'lı Frances McDormand) isyancı Zeffirelli'nin (benzersiz genç oyuncu Timothee Chalamet) siyasal manifestosuna katkıda bulunurken, onun gencecik sevgilisi Juliette'le (Lyna Khoudri) önlenemez ilişkisini kıskanıyor... Ve kimi basın ve gazetecilik denen meslekle ilişkili diğer bazı bölümler...
Tüm bunlar sonuç olarak kimi zaman çok etkileyici bölümlere yol açıyor. Ama o 'Ressam ve Modeli' denebilecek olan mahkûm ve kadın gardiyan ilişkisi bambaşka... Bir eleştirmen 'La Belle et la Bete- Güzel ve Canavar' benzetmesini kullanmış... Ama üstelik siyah-beyaz çekilmiş bu bölümün etkisi uzun zaman sürer sanıyorum.
Evet, siyah-beyaz ve dar-geniş perde... Çünkü film biçimsel olarak da çok şaşırtıcı. Önceleri siyah-beyaz başlayıp renkliye geçiyor. Ama hepsi neredeyse kare boyutlarında olarak... Sonra, birden geniş ekrana geçiyor. Ama siyah-beyaz veya renkli olma durumundan bağımsız olarak... Böylece perdede sürekli bir biçimsel sıçrama yaşanıyor. İnsanı kimi zaman yoran... Ama genelde hoş gözüken...
Çıplaklık da filmin bir başka özelliği. Yine bir Fransız filmiyle uyumlu olarak!... Örneğin Lea Seydoux'nun çıplak modelliği. Ya da kimilerinin yeni James Dean olarak gördüğü (ama kimilerinin de tahammül edemediği!) Timothee Chalamet'nin bazı sahnelerdeki çıplaklığı...
Bu kendine özgü film için yönetmeni şöyle demiş: "Birkaç kısa öykü anlatmak ve Fransa'da geçen, en sevdiğim bazı Fransız oyuncuların oynadığı bir Fransız filmi çekmek istiyordum." İstediğini de başarmış.
Gerçi oyuncular yalnızca Fransız değil. Aralarında Bill Murray, Tilda Swinton, Benicio Del Toro, Adrien Brody, Liev Schreiber, Jeffrey Wright, Christoph Waltz, Willem Dafoe, Elisabeth Moss, Henry Winkler, Damien Bonnard, Owen Wilson, Edward Norton, Bob Balaban gibi evrensel şöhretler de var. Kimilerini gerçekten özlediğimiz... Gerçi kimilerini öyle az görüyoruz ki... Ama yine de filmin Fransız kültürüne bir saygı duruşu olduğu açık.
Bu arada hikâyeyi bir başka 'eski tüfek'ten, Angelica Huston'un sesinden dinlediğimizi de unutmayalım. Ne de Robert D. Yeoman'ın yer yer bir masal havası yaratan pastel renkli görüntülerini... Ve de Fransız sinemasının yaşayan en büyük müzik efsanesi Alexandre Desplat'nın müziğini. O zaman... Buyurun bu 'sinefil ziyafeti'ne...
YARIN: RESİDENT EVİL ve CLİFFORD: BÜYÜK KIRMIZI KÖPEK