Atilla Dorsay

02 Haziran 2017

Bir ölüm makinasına dönüşen güzel kadın

Yunan mitolojisinden çıkıp gelen güzel Diana her ne kadar İngiliz prensesi olmasa da, bu modern çağa pek şaşmıyor, her şeyi hemen kabulleniyor...

 

WONDER  WOMAN     X  X

Yönetmen: Patty Jenkins
Senaryo: Alan Heinberg
Görüntü: Rupert Gregson-Williams
Müzik:  Mowg
Oyuncular: Gal Gadot, Chris Pine, Robin Wright, David Thewlis, Connie Nielsen, Danny Huston, Elena Anaya. Lucy Davis

 Warner Bros filmi

 

 

DC Comics çizgi roman markasının önde gelen kadın kahramanlarından Wonder Woman, birkaç filmdeki yan performanslarından sonra, ilk kez bir filmin ana kahramanı olarak karşımıza geliyor. Genelde iri-yarı ve güçlü erkeklerin boy gösterdiği bu alanda feministleri, hatta tüm kadınları mutlu edecek bir olay!...

Filmin tek sürprizi bu değil. Bence asıl ilginçlik, zamanımızdan birkaç bin yıl önce, antik Yunan’daki olayları, bir diğer deyimiyle mitolojiden gelme birçok şeyi çağımızla (en azından 20. yüzyıl ve de 1918 yılıyla) bağdaştıran yapısı.

Önce tanrılar tanrısı Zeus’ün söz geçiremediği asi oğlu, kendisini savaşa adamış Ares’le başa çıkmak için yarattığı o harika grubu, yani aralarına hiç erkek almadan kendi dünyalarını kurmuş ve orada sakin sakin yaşayan Amazon’ları tanıyoruz.

Bu kadınlar cemaati, sürekli barış için gerektiğinde savaşın da kaçınılmaz olduğunu biliyor ve o nedenle kendilerini inanılmaz biçimde eğitiyorlar. Birer yenilmez savaşçı, mağlup edilemez silahşör olarak...

Themiskira kraliçesi Hipolita’nın küçük kızı prenses Diana, tipik Ege iklimini yaşayan ülkesinde annesi ve teyzesi tarafından özenle büyütülüyor. Annesi ona hiçbir döğüş eğitimi vermek istemiyor: dövüşen kişi belayı çeker diye...

Ama başta teyze diğer kadınlar, bu son derece ‘kavgacı’ gözüken yetenekli kıza gereken şeyleri öğretiyorlar.  Bu arada büyüyen ve alabildiğine alımlı bir dilber olan Diana, zor bir bir döğüşte kendisindeki doğaüstü yeteneği de fark ediyor. O artık müthiş bir savaşçıdır: bir tür ölüm makinası...

Ve günün birinde önünde uzanan denize bir uçak düşüyor. Hiç görmediği bir şey!... Ve içinde yaralı bir pilot. Yani o da hiç görmediği bir şey: bir erkek!. O bir Amerikan pilotudur ve 1918 yılında, sonu yaklaşmış bir savaşta, Almanlara karşı çarpışan yakışıklı bir genç adamdır...

Böylece bu iki ayrı dünyanın ve çağın temsilcisi, önce iş, sonra gönül birliği yaparlar. Ama Steve’in hedefi Alman karargahı iken, Diana’nın hedefi ‘savaş tanrısı’ Ares’tir. Onu öldürmenin savaşı bitireceğine inanmaktadır çünkü...

Bu karmaşık hikaye sizi şaşırtmasın!... Çünkü her şey kolayca çözümleniyor. Yunan mitolojisinden çıkıp gelen güzel Diana her ne kadar İngiliz prensesi olmasa da, bu modern çağa pek şaşmıyor, her şeyi hemen kabulleniyor. Alafranga deyimiyle kolay ‘adapte oluyor!’..

Bu arada filmin asıl kötü adamı, Ares bir yana, Almanlar ve Alman generali sanılırken, birden asıl şeytanın İngiliz politikacısı Sir Patrick çıkması şaşırtıcı. Yüzyıllardır dünyanın her yanındaki her kötülükte “İngiliz parmağı” arayan (ve genelde bulan) bir zihniyetin dışavurumu mudur nedir!...    

Böylece bize tam 140 dakikalık bir şovu, en çocuksu yanımıza sığınarak izlemek kalıyor. Çünkü film akıcı, özel efektler kusursuz, tempo hiç durmuyor. Aklınızı, mantığınızı ve sağduyunuzu vestiyere bırakıp bu cilalı gösteriye dalabilirseniz, mesele yok...

Bir çağdaş Hedy Lamarr gibi duran İsrailli dilber Gal Gadot yeterince çekici. Ana kraliçede Connie Nielsen,  teyzede Robin Wright, general Ludendorff’da Danny Huston ve Sir Patrick’de David Thewlis gibi eski oyuncuları kolay tanıyamadım.

Her yaştan çocuklar için...

Yarın:  SAHİL GÜVENLİK ve YILDIZ TABLOSU