45 YIL (45 Years) X X X 1/2 Yönetim: Andrew Haigh |
Son Berlin şenliğinde, sinema olarak çok yükseklerde uçmasa da kendine özgü nitelikleriyle gönüllere yerleşen alçakgönüllü bir film. Ama kendimce tahmin edip yazımda belirttiğim gibi, jüri oyuncularına kayıtsız kalamadı ve Charlotte Rampling- Tom Courtenay ikilisi oyuncu ödüllerini birlikte aldılar.
Özgün (ve olasılıkla biyografik ögeler içeren) bir hikâyeden yola çıkan film, yaşlı ve çocuksuz çift Geoff ve Kate Mercer’in öyküsüne odaklanıyor. Bir hafta sonra 45. evlilik yıldönümlerini kutlayacak olan çift, erkeğin yıllar önceki büyük aşkı, İsviçre’de kaybolan Katya’nın cesedinin buzullar arasında, hiç bozulmamış olarak bulunduğu haberiyle şaşkına düşüyor. Geoff bu unutulmuş öykünün kendisine hatırlattığı geçmişe dalarken, karısı hiç bilmediği, ‘kendisinden önce’ yaşanmış bu serüvenin etkisini anlamaya çabalıyor.
Film Amerikan değil ama tipik İngiliz tarzı bir psikolojik öykü, kahramanlarının en derin gizlerine, saklı ruhlarına sinema yoluyla bir dalış denemesi. Görünüşte öylesine sade ki, akla hemen tiyatro ya da ‘oda sineması’ gibi kavramlar geliyor.
Ama tiyatrodan gelen yönetmen, bu sade öyküyü olabildiğince açmış ve o güzel İngiliz doğasının görkemi içine özenle yerleştirmiş. Özellikle kadın kahramanımızın sürekli gezileriyle kurduğu doğa-insan ilişkisi, belki bizim doğa sevmez vatandaşlarımız için fazla olabilir. Ama aslında bu öge filme sürekli bir sinemasal görsellik sağlıyor. Ve hikâyeyle ilişkimizi perçinliyor.
45 yıl sonra birbirlerini yeniden sevmeyi öğrenen yaşlı çiftin öyküsü, sonuç olarak tümüyle oyuncuları üzerinde duran o kırılgan ve özel filmlerden, o duygusal düellolardan...
Ve iki deneyimli oyuncu, Charlotte Rampling ve Tom Courtenay gerçekten döktürüyorlar. Asıl ününü 60’ların başında yapan, sonraları en azından sinemanın biraz unuttuğu 1937 doğumlu Tom Courtenay, Uzun Mesafe Koşucusunun Yalnızlığı, Yalancı Billy, Doktor Jivago (1965 Oscar adaylığı), Generallerin Gecesi, The Dresser (1983 Oscar adaylığı) gibi filmleriyle hatırlanıyor. Bu onun yıllar sonra dönüşü. Ve parlak bir oyunculuk gösterisi.
Charlotte Rampling’i ise daha iyi hatırlıyoruz. O 1946 doğumlu. 1965’de başlayan çok parlak bir kariyer içinde, Oscar’a yaklaşmadıysa da çok iyi filmlerde oynadı. Giordano Bruno, Zardoz, Gece Bekçisi, Farewell My Lovely- Elveda Sevgilim, Mor Taksi, Stardust Memories... O unutulmaz Fançois Ozon filmleri: Kumun Altında, Havuz, Angel, yakın zamanda Genç ve Güzel. Ayrıca Güneye Doğru, Düşes, Melankoli, Lizbon’a Gece Treni.
Rampling belki filmin özü ve temeli. Mutlu çift imajı destekli 45. yıl törenlerine sadece beş gün kalmışken ve kendisi de birden üzerine gelen geçmişle boğuşurken, en azından ‘medeni bir İngiliz kadını’ olarak zevahiri kurtarabilecek midir? Daha önemlisi, o yitip gitmiş gözüken aşkı yeniden hayata döndürebilecek midir?
Özellikle bu ve benzeri soruları hayatın önemli bir parçası sayanlar, bu filmden çok, çok hoşlanabilir
Genç patrona yaşlı stajyer!...
STAJYER (The Intern) X X 1/2 Yönetim ve senaryo: Nancy Meyers |
Kadınlar Ne İster?, Aşkta Her şey Mümkün- Something’s Gotta Give, Tatil, İlişki Durumu: Karmaşık- It’s Complicated...Ve şimdi de Stajyer...1949 doğumlu kadın yazar, yönetmen, yapımcı Nancy Meyers’in 1998’den günümüze uzanan altı filmlik serüveninin başlıca durakları böyle.
Çok zengin bir toplam denemez. Aynı ölçüde, ‘az olsun, öz olsun’ diyerek bu yarım düzine filmi fazla önemsemek de mümkün değil. Kadın yönetmen genelde kadın-erkek ilişkilerine yoğunlaşıyor. Özellikle de yaşını-başını almış oyuncularla, sanki ileri yaştakilere aşk umudu ve yaşam sevinci aşılamayı deniyor. Ki bu ‘ünlü yaşlılar’ arasında Jack Nicholson, Steve Martin, Meryl Streep, Diane Keaton gibi adlar yer aldı.
Bu kez bize 70’ini aşmış, emekli Ben Whittaker’in öyküsünü anlatıyor. Dul, yalnız ve işsizlikten sıkılan Ben, bir moda firmasının ‘yaşlı stajyerler’ almak ve onların deneyiminden yararlanmak için başlattığı bir kampanyayı duyup başvuruyor. Ve kabul ediliyor.
Ve karşısında firmanın yoktan var edicisi, CEO’su ve her şeyi Jules Ostin’i buluyor: Anne Hathaway’in alımlı çizgilerini taşıyan ateş gibi bir kadın...Önce kimsenin yüz vermediği Ben, giderek herkesin, bu arada gençlerin ve sonunda Jules’in ilgisini çekecek ve bir tür hayat danışmanı olacaktır. Firmanın kadın ‘masajcısı’ndan da özel bir ilgi görerek!...
Bu tipik bir Meyers filmi. Yaşlı ya da genç, kahramanlarıyla sıkı bağlantılı ilginç ve özel bir durum yakalıyor, özgün bir çıkış noktası buluyor. Ama sonra gerek aşırı duygusallığı, gerekse laf ebeliği yüzünden dağıtıyor ve toparlamayı tam olarak beceremiyor.
Bu filmde de öyle. Öncelikle, iki saatlik uzunluğa ne gerek vardı? Ayrıca çok hoş bir başlangıçtan sonra film giderek tekdüzeleşiyor ve sürpriz unsurunu yitiriyor.
Allah’tan iyi oyuncular var. De Niro her zamanki gibi seyre değer. Yaşlanmış, ama iyi yaşlanmış. Hala belli bir çekiciliği var ve de hep iyi oyuncu. Bu alanda sanki Al Pacino’yla yarışıyor. Baba filmlerinden beri yaptıkları gibi!... Ama Pacino’dan daha genç ve enerjik duruyor. Gerçi ondan üç yaş küçük!... Ama fark daha büyük gibi sanki...
Anne Hathaway ise yine kişilikli, çekici bir kadın. Kendini en hırslı biçimde mesleğine vermiş ve özel hayatını ihmal etmiş bir kadını sağlam bir oyunla çiziyor. Ama onun da gözyaşlarına çok sık ve çok çabuk başvurma özelliği var. Bana aykırı gelmiyor bu, ama onu hiç sevmeyenlerin olduğunu biliyorum. Özlediğimiz Rene Russo ise eline çabuk masajcıda parlak bir dönüş yaparken, hikâyenin gençleri de çok sempatik.
Çok şey beklememek kaydıyla keyifle izleyeceğiniz bir yaş ve kuşak çatışması, başarı ve mutluluk arama güldürüsü.