Atilla Dorsay

07 Şubat 2025

Bir müzik dehasının inanılması kolay olmayan macerası

Karşımızda ABD’nin pop ve folk müzik geçmişi üzerine kapsamlı ve tartışmalı bir film buluyoruz. Sahip oldukları zengin bir Amerikan Folk Arşivi var. Sahne üzerine de çok şey öğreniyoruz. O mikrofona yapışık küçük ağız mızıkası gibi mesleki sırlar; sahneden seyirciyle iletişim kurmanın zorlukları ve keyifleri; organizatörlerin inanılmaz baskısı...

TAM BİR BİLİNMEZ-BOB DYLAN

X X X 1/2

(A Complete Unknown: Bob Dylan)

Yönetmen: James Mangold
Senaryo: James Mangold, Jay Cocks, Ellijah Wald
Görüntü: Phedon Papamichael
Oyuncular: Timothee Chalamet, Edward Norton, Elle Fanning, Monica Barbaro, Boyd Holbrook, Scoot McNairy, Joe Tippett, Eriko Hatsune, Peter Gray Lewis

Amerikan filmi, 2O25

İşte yine çok özel bir film... Benim için önemli; çünkü dostlarım (ve kimi kitaplarım) adına müzik denen sanatın benim için sinema kadar önemli olduğunu açıklar. Bu açıdan filme büyük bir iştahla gittim. Ve kendi adıma çok beğendim. Ama müziği, özellikle de filmin geniş bir kapsamayla eğildiği ABD damgalı pop müziği o denli sevmeyenler önemsemeyebilirler. Kendi bilecekleri şey...

Hikâye Ellijah Wald’un Bob Dylan Electrique – Newport 1965 adlı kitabından yola çıkar. Asıl adı Robert Allen Zimmerman (sonradan Bob Dylan adını almış) olan 1941 doğumlu sanatçı, 1961 yılında 20 yaşında bir gençken, kocaman gitarı elinde (ki bir daha hiç bırakmayacaktır) Midlands’ten New York’a adım atar. Çılgın bir dönemdir 60’lı yıllar... Dünya siyaseti kaynamaktadır (tıpkı şimdiki gibi!); gözde başkan Kennedy bir suikastle öldürülmüştür, Rus lider Kruşçev füzelerini Küba’dan çekmiştir; İngiltere’de The Beatles gurubu ortalığı dumana vermiştir. Ve ABD müzik dünyası en zengin bir dönemini yaşamaktadır. Ayrıca Civil Rights Movement denen bir sosyal devrimle de çalkalanmaktadır.

Ama ülkenin belki en büyük tesellisi -elbette Hollywood ve filmlerinin yanında- müziğidir. Özellikle de bu filmde ele alınan folk ve country türleri... NewYork’un kalabalık sokaklarını az görülmüş bir ustalıkla 60’lara çeviren film (hele o dönemden bulunmuş sayısız araba), bizlere bir avuç müzik ustasını tanıtır. O yıllarda aynı zamanda New Port’da Folk Festivalleri başlar: 1965 yılından itibaren... Ki bu konser bir efsaneye dönüşür ve yıllar boyu yinelenir.

Ve böylece Bob (ya da tamı tamına Bobby) Dylan’ın serüveni başlar. Yanı başına aldığı yaşlı-genç müzisyen dostlarıyla... Önce eski bir müzikçiyi, Woody Guthrie’yi yattığı hastanede ziyaret ederler: Artık pek umudu kalmamış adam, onlara arkasında ‘Daha Ölmedim’ yazan bir kart verir! Sonra hep yardıma koşan Pete Seeger; karşılaştığı ve bir aşk yaşadığı bir diğer efsane (kadın) şarkıcı: Joan Baez... Ki o bir dönemde sevgili Zeynep Oral’ın yakın dostu olmuş ve onun davetiyle birkaç kez ülkemize gelip konserler vermişti. Zeynep onu hep sevgiyle anmıştır. Ve de bir aşk üçgenine kapı açan bir diğer Lady, gerçekten güzel bir kadın olan Sylvie

Ve elbette birçok konser... Kimi zaman 300 bin kişiyi aldığı belirtilen stadyumlarda, kendinizi gerçekten orada hazır ve nazır hissedeceğiniz... Bir bölümüne Joan’la birlikte çıkarlar. Ve sahnede gerçekten de o kalabalıkları büyülerler. Sonrasında başlayan Monterey Folk Festivali’ne de birlikte katılırlar.

Araya bir büyük country ustası daha girer: Johnny Cash... Benim de gözdelerimden olan Cash filmde New Port festivaline üçlüsüyle katılır. Arada çok beğendiği Dylan’a bir övgü mektubu yollar. Ki onu yıllar önce çevirdiği çok güzel bir biyografiyle hatırlarım: I Walk The Line- Sınırları Aşmak...

Ve asıl kahramanımıza dönersek... Bob Dylan öylesine iz bırakmıştır ki, müzik aleminde... Bende dört albümü var, ki biri TRİPLİCATE adında ve üç albüm içeriyor. Elbette bu kadar ürün, en iyi örnekleriyle filmde de dinleniyor. Blowin’ In The Wind, A Hard Rain’s Gonna Fall, The Times They Are a-Changing, Tambourine Man... Bu özgün besteleri film boyunca dinlemek gerçekten keyifli oluyor.

Ama 140 dakikalık filmde bu şarkıların yanı sıra başkaları da var. Kolay değil, 600’den fazla şarkı ve 69 albüm söz konusu... Hikâyenin kıvrımları onu koşullardan (ve daha çok inadından) her konserde seyircinin istediklerini değil, aklından geçenleri söylemeye sevk ediyor. Ve bunun acısını da çekiyor. Şöhretin eninde sonunda herkese sunduğu kederli bir finale doğru...

Sonuç olarak karşımızda ABD’nin pop ve folk müzik geçmişi üzerine kapsamlı ve tartışmalı bir film buluyoruz. Sahip oldukları zengin bir Amerikan Folk Arşivi var. Sahne üzerine de çok şey öğreniyoruz. O mikrofona yapışık küçük ağız mızıkası gibi mesleki sırlar; sahneden seyirciyle iletişim kurmanın zorlukları ve keyifleri; organizatörlerin inanılmaz baskısı... “Ay bizim olmasa da ne olur; yıldızlar bizim ya” diyen sanatçılar. Ve sözünü ettiğim o önlenemez düşüş dönemi...

İlk TV döneminde ekrana yansıyan eski filmler. Ki bahtımıza Bette Davis ve Paul Henreid’li Now Voyager düşüyor. Ya da o dönemde -60’larda- insanlardaki o inanılmaz sigara içme tutkunluğu... Bunlar da cabası!

Bob Dylan’a dönersek... Bugün hâlâ hayatta olan sanatçı 2016 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. Ayrıca bir Oscar ödülü de var. İkisini birden kazanmış iki sanatçıdan biri. Diğeri bir diğer efsane olan Bernard Shaw imiş. Ekranda o rolde karşımızda Timothee Chalamet var. Bunca yıldır sayısız rolde izlediğimiz ve genç halini hala koruyan 1995 doğumlu sanatçı, yine dört başı mamur bir oyun veriyor. 2018’de Beni Adınla Çağır’la aday olduğu Oscar’da bu yıl da aday. Bence çok da şansı var.

Ayrıca Pete Seeger adlı dostta Edward Norton, Joan Baez’da Monica Barbaro ve de Sylvie’de Elle Faning de gerçekten tam rollerini bulmuşlar.

Yönetmene gelince... James Mangold 1963 doğumlu. 1995’ten itibaren ilginç filmler yönetmiş, İdentity- Kimlik, I Walk the Line- Sınırları Aşmak, 3.10 Yuma Treni, Knight and Day- Gece ve Gündüz, X- Men serisinden iki film, İndiana Jonmes ve Kader Kadranı. Bu belki en ilginci sayılabilir...

Ama ben yine de tedbirli davranayım. Bu uzunca film, sonuç olarak sinefilliğin yanı sıra biraz müzik-fillik istiyor! O yanınız yoksa, biraz düşünebilirsiniz.


YARIN: DÜNYANIN SONUNA ÜÇ KİLOMETRE

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."