Atilla Dorsay

29 Ekim 2021

Bir Latin ülkesinde mahşeri andıran kıyım günleri

Lucia’dan Sonra, ve Kronik filmleriyle hatırladığımız Meksikalı yazar-yönetmen Michel Franco, son Venedik Film Festivali’nde Gümüş Aslan alan Yeni Düzen filmiyle ilginç bir dönüş yaptı. Tümüyle doyurucu olmasa da bizlere yer yer nefes kesici bir film sundu.

YENİ DÜZEN       X  X  X  1/2

(New Order- Nuoove Orden)/ Yönetim ve senaryo: Michel Franco/ Görüntü: Yves Cape/ Müzik: Cormac Roth/ Oyuncular: Naian Gonzalez Norvind, Fernando Cuatue, Diego Boneta, Enrique Singer, Dario Yazbek Bernal, Patricio Bernal, Eligio Meléndez, Roberto Medina, Patricia Bernal, Lisa Owen, Gustavo Sánchez, Monica del Carmen/ Meksika filmi, 2020

Meksikalı yazar-yönetmen, en çok 2010’larda Lucia’dan Sonra, ve Kronik filmleriyle hatırladığımız Michel Franco, son Venedik Film Festivali’nde Gümüş Aslan alan bu filmle ilginç bir dönüş yaptı. Ve bizlere yer yer nefes kesici bir film sundu. Tümüyle doyurucu olmasa da...

Ürkünç bir ‘çıplak kadın’ portresi ve ardından hızla boşaltılan bir büyük hastane bölümleriyle hayli soyut biçimde açılan film, hemen sonrasında konuya dalıyor. Ve bizleri geleceğin Meksika’sında, belli olmayan bir bölge ve kentte (Mexico City çevresi olabilir), bir büyük ailenin içindeki çılgın düğünle karşı karşıya getiriyor.

Güzel genç gelin ve yakışıklı damat birbirlerine çok yakışıyorlar. Ve o geniş mekânda gerçekten izlemesi keyifli bir şölen yaşanıyor. Tüm tarafların ve de davetlilerin en üst tabakadan olduğu anlaşılan törende aileyle kimi konuklar arasındaki diyaloglar, hayli kirli devlet-burjuvazi ilişkilerine değiniyor; sık sık rüşvet, yasa dışı ihaleler, akıl almaz tahsisler ortaya çıkıyor.

Filmin sanki güncelliğe yabancı olmayan bir siyasal bir kılığa bürünmesini beklerken, birden her şey hızlanıyor, coşuyor ve çılgın bir isyana dönüşüyor. Bu bir halk isyanı değildir, tam olarak bir askeri darbe de değildir. Hepsinin birbirine karıştığı bir büyük kitle hareketidir. Sokaklara dökülen bir büyük kaos, bir katliam, bir başkaldırı. Ve art arda gelen içburucu ölümler...

Bu arada aile ve çevresinde özel gelişmeler yaşanıyor. Ailenin eski bir emektarı düğün evine gelip ani bir kalp ameliyatına yatması gereken eşi için büyücek bir parayı bulmaya çalışıyor. Ve farklı sonuçlarla karşılaşıyor. Ailenin çalışanları ise değişik tepkiler gösteriyorlar: kimi patronlarına yardımı denerken, kimileri de kargaşadan yararlanarak evi soyup soğana çeviriyor!.. Ve sonunda sokaktaki kıyım bu büyük burjuva evine de sıçrıyor.

Filmin ana kahramanı sayılabilecek olan yeni gelin Marianne, içlerinde en vicdan sahibi olandır. Bu yüzden, özel şoförüyle arabasına atlayıp ve sokaklardaki binbir engeli aşıp, eski emektarları Rolando’nun hasta eşinin yattığı hastaneye gidiyor. Böylece evlerindeki kıyımdan kurtulduğunu sanabilirsiniz!..

 Ama öyle olmuyor ve Marianne hikâye ilerledikçe, üzerinde en çok oyun oynanan, güzelliğine eklenen sınıfsallığının en büyük (cinsel ve parasal) hırsları tahrik ettiği kişiye dönüşüyor. Akıbetini ancak finalde göreceğiniz...

 Film baş döndürücü bir görsellikle ve çok iyi çözümlenmiş kalabalık şiddet sahneleriyle dikkat çekiyor. Bu öyle-böyle bir şiddet değil. Kimi sahneler bu alanda zirveye çıkıyor. Özellikle biri: yan yana oturtulmuş birçok kişinin ayni anda kurşuna dizildiği ve hemen sonrasında benzin dökülerek yakıldığı sahne... Doğrusu akıllarda kalacak bir sinema bölümü... İnsanların kadın-erkek ayırmadan birlikte çırılçıplak işkenceye uğradığı sahne de öyle...

Film kuşkusuz büyük usta Luis Bunuel’in L’Ange Exterminateur- Mahvedici Melek, ama en çok Burjuvazinin Gizli Çekiciliği filmlerini hatırlatıyor. Daha yakın bir zamanda da Koreli Bong Joon Ho’nun Parazit başyapıtı anılabilir. Bu başyapıtlar kadar sağlam ve dört başı mamur değil; ama yine de görülmeyi hak eden bir yapım... Yönetmenin bundan sonra yaptığı Sundown- Günbatımı filmini de yakında görmeyi umarak...

Yarın: BOYNUZLAR