SAKİN BATI (Slow West) X X X X Yönetim ve senaryo: John MacLean |
Bir çağdaş western. Ama ne denli özgün, nasıl türü yenileyici. Ve Western’in özümseyip özetlediği ‘vahşi batı’ efsanesine nasıl kişisel bir bakış getiriyor!...
1870’ler... İskoçyalı 16 yaşındaki Jay, babasıyla birlikte ülkeden kaçıp Yeni Dünya’ya sığınan sevdiği kızın peşinden Amerika’ya gelmiştir: Colorado yöresine...Orada türlü-çeşitli ve değişik kökenli insanların kahramanı olduğu bin bir çeşit vahşetle karşılaşır. Kızılderilileri avlayıp acımasızca öldürenler de bunların arasındadır.
Yine İrlanda kökenli ve silah ustası Silas’la tanışır. Ve onunla bir ikili oluşturup Rose ve babası John’un peşine düşerler. Bu arada bir duvar ilanından baba-kızın yerel polisçe de arandığını ve başlarına ödül konduğunu öğreniriz. Jay farkında değildir, ama Silas bunu görmüş ve ödüle konmak için Jay’le işbirliğine girmiştir.
Film içerdiği yoğun şiddete ve cinayete karşın, bir aksiyon filminden çok bir insanlık dramı, giderek bir modern trajedi gibi duruyor. Öylesine acı yüklü, öylesine dramatik...
Yeni Zelanda’nın emsalsiz doğasında çekilmiş film, öncelikle bize o dönem Amerika’sından son derece ilginç bir kesit getiriyor. Hemen her ırktan insanın cirit attığı bir şiddet ülkesi...Çalıp söyleyen Kongolu müzisyenler (ki iyi eğitim almış genç Jay, onlarla Fransızca konuşuyor!), illa da para diyen soygun peşindeki İsveçli bir çift, isminden (Werner) Alman olduğu anlaşılan bir sözde bilim adamı...
Çabucak ortaya çıkan silahlar, bir namlunun ucundaki hayatlar. Ve aslında kendisini sadece kardeş gibi gören, erkekten bile güçlü ve ölümcül bir kıza duyduğu umutsuz aşkı sonuna dek sürdüren gencecik bir yüreğin iç burucu dramı.
Kendi adıma zaten western türünü sadece türler içinde bir tür değil, hertürlü haliyle İnsanlık Durumu’nu betimleme alanı olarak görmüşümdür. Sakin Batıbunun en taze örneği. Ve daha ilk filmini çeken bir yazar-yönetmen için büyük bir başarı.
Bu başarıda Robbie Ryan’ın harika görüntüleri kadar, daha jenerikten başlayarak bu şiddet senfonisine son derece duygusal bir fon sağlayan Jed Kurzel’in müziği de var.
Ve elbette oyuncular. Michael Fassbender hep olduğu gibi, Silas karakterine de sapına dek sarılıyor ve karşımıza sanki zaman-ötesi bir evrensel maceraperest kimliği getiriyor. Kanıma Gir ya da Maymunlar Cehennemi- Şafak Vakti gibi filmlerle tanıdığımız Avustralyalı genç aktör Kodi Smith-McPhee de çok iyi. Rose’da Caren Pistorious, Payne’de Ben Mendelsohn ve Werner’de Andrew Robertt için de ayni şey söylenebilir.
Western sevin veya sevmeyin, görmeniz gereken bir çağdaş sinema örneği.