ELVEDA BERLİN (Tschick) X X X X Yönetim: Fatih Akın Alman filmi |
Fatih Akın dönüyor. Son büyük filmi 2009’daki Soul Kitchen- Aşka Ruhunu Kat idi. Ardından Türkiye (Karadeniz) üzerine çok ilginç belgesel Cennetteki Çöplük ve de gayet iddialı ‘Ermeni soykırımı’ filmi Kesik geldi. Sonuncusunun hayli tartışma açtığı ve genelde pek iyi karşılanmadığı sanırım hatırlardadır.
Onca iddialı ve sinema sanatının farklı biçimlerini deneyen filminden sonra, ünlü (ve bence son derece yetenekli) sevgili Fatih’in bu hayli alçakgönüllü ve sempatik filmi yapması çok anlaşılır bir şey. Üstelik film Wolfgang Herndorf adlı yazarın ülkesinde çok popüler olmuş romanından alınma.
Film bir büyüme öyküsü anlatıyor. Öğrencileri arasında, çağdaş Alman toplumunu yansıtır biçimde hayli yabancı kökenlinin de bulunduğu bir okulda, alkolik annesi ve sürekli dışarda olan babasından biraz kopuk yaşayan, güzel kızlarla dolu sınıfta ise özellikle Tatyana’ya aşık 14 yaşındaki Maik Klingenberg’i tanırız.
O arada sınıfa yepyeni bir öğrenci gelir. Yine aynı yaşlarda olsa da upuzun boyu, tuhaf fiziği, serseri, hatta ürkünç tavırlarıyla bir canlı bomba gibi okula düşen, adı da kendisi gibi bir garip olan Andrej Tschichatschow, kısa adıyla Tschik!..Biraz uzak doğulu görünümüne karşın, aslında Slav (Rus) kökenli olan…
Önceleri hiç anlaşamayan bu iki genç, sonra yavaşça yaklaşırlar. Ortak yanları, ikisinin de sınıfın istenmeyenleri olmasıdır: hatta Tatyana’nın yaş günü partisine çağrılmayanlar sadece onlardır!..
Sonunda Tschik bir araba çalar ve Jake’i birlikte yolculuğa çağırır: simgesel bir hedefe doğru…İki genç, farklı kökenlerine karşın, o sakin ve yeşil Alman doğasında sağlam bir dostluk kurmayı başarır.
Akın bize ülkesindeki çelişkiler, göçle gelen değişimler ve daha genel biçimde, büyüyüp ilk gençlikten olgunluğa geçmenin sorunları üzerine sıcacık ve içten bir film sunuyor. Sineması kıpır kıpır: Düşünülmüş kamera hareketlerinden incelikli bir kurguya, farklı renk kullanımından müziğe, hep büyük bir birikimin damgasını taşıyor. Ve film sakin, ama güçlü bir ırmak gibi akıp gidiyor.
Kimi unutulmaz sahneler: Tschick’in ilk sınıfa girişi…İkilinin taşrada bol çocuklu bir kadının evindeki yemekleri...Tatyana’nın partisine ‘davetsiz konuk’ olarak gitmeleri…Maik’in sürekli gördüğü ve bizim için gerçeklerden ayırt etmesi kolay olmayan düşler.
Ve fonda, gençlerin çalıntı arabasındaki kasetten yükselen ve aslında çok daha büyük yaştakilere seslenen piyanist Richard Clayderman müziği…
Oyuncularsa bir alem Öylesine farklı ve ilk bakışta yadırgatıcı fizikleri var ki…Ama bunu bize çabucak kabul ettirmeyi, ötesi yüreğimize yerleşmeyi başarıyorlar. Bu özellikle iki kafadarı oynayan gençler için söylenebilir.
Ve bu neşeyle hüznün en uygun dozda birbirine karıştığı film, sonuç olarak büyük/küçük film diye bir ayrım olmadığını, en mütevazi bir yapımın bile çok iyi olabileceğini gösteriyor. Bravo Fatih!...
O güzel ve yetenekli çocuklar ölüler aleminden mi geliyor?
BAYAN PEREGRİNİ’NİN TUHAF ÇOCUKLARI X X X Yönetim: Tim Burton Fox filmi |
Ama her filminde değil…Örneğin daha ilk döneminden Makas Eller, Batman Dönüyor, sonrasında Hayalet Süvari, hele o Karanlık Gölgeler sevmediğim, hatta kimilerini tahammül-ötesi bulduğum filmlerdi. Ancak Beterböcek’ten itibaren Ed Wood, Çılgın Marslılar, Maymunlar Gezegeni, Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Sweeny Todd, Alis Harikalar Diyarında ya da Frankeenwie hayli özgün bulduğum ve farklı düzeylerde de olsa sevdiğim yapımlarıdır.
Bu son filminde yönetmen gözde oyuncusu Johnny Depp’den ayrılmış. Ve çocukların büyülü dünyasına dalmış: Ransom Riggs’in 2001 tarihli romanına dayanarak…Böylece film son dönemde Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter serileriyle birlikte daha birçok filmin yaptığı gibi, çok genç oyuncuları ana kahraman olarak seçiyor.
Spielberg’in Hugo filmiyle tanıdığımız gayet yetenekli Asa Butterfield’in canlandırdığı Jake, ailesiyle ABD-Florida da yaşayan bir genç çocuk. Hayatı biraz mesafeli ana-babasından çok, kendisine hep ürkünç masallar anlatıp duran dedesi Abe-Abraham’ın etkisiyle geçmiş.
Dedenin ani ve garip biçimde ölümü, onu bunalıma sokuyor. Ve kadın doktor Golan’ın tavsiyesiyle, babasıyla baş başa ailenin anavatanı İngiltere’nin Galler yöresine gidiyor. Burada Jake dedesinin anlattıklarının izini sürüyor. Ve 1943 yılında savaştaki Alman bombardımanında harabeye dönmüş bir eski yapıya gidiyor.
Burası tüm o masallarda duyduğu gizemli şatodur. Ve başta her şeyi yöneten otoriter bayan Peregrini çoğu çocuk bir grup insan, çoktan ölmüş olmaları gerektiği halde orada capcanlı ayaktadır!... Üstelik hepsinin özellikleri vardır: çocuklardan Emma havayı, Olive ise ateşi kontrol edebilmektedir. Bayan Peregrini ise istediğinde kuşa dönüşür: filmde birkaç kez yaptığı gibi…
Böylece öteki alemden gelen çocukların dünyasıyla yaşayanların dünyası garip biçimde birbirine karışacaktır. Ve Jake önemli bir yeteneği olmadığı halde, sahip olduğu bir özelliğin herkes için ‘kurtarıcı’ olduğunu görecektir.
Görüldüğü gibi tam bir masal bu… Galler dekoru içine yerleştirilmiş, sayısız özel efektle tam bir düşler alemi yaratılmış. Ve de göz dolduran bir kadroya emanet edilmiş. Başta Peregrini’de eşsiz Eva Green, tüm gizemli güzelliğiyle orada… Eskilerden Samuel L. Jackson bence abartılı bir kötü adam çizerken, İngiliz oyuncuları Judi Dech ve Rupert Everett biraz harcanmış gibi.
Ama dedede çoktandır görmediğimiz Terence Stamp (ne yazık ki çok yaşlanmış olarak!), Dr. Golan’da Mom dizisinin harika annesi Allison Janney keyifle izleniyor. Asıl başarıysa çocuklarda…Yalnız Asa Butterfield değil, hepsi çok iyi oynuyor ve gelecek için umut veriyorlar.
Ama film yine de Burton’u en iyilerinden değil. Çok karışık, çok iniş-çıkışlı, çok uzun. Gereken o mistik alem tam olarak kurulamıyor, o farklı masal dünyası tümüyle inandırıcı biçimde yaratılamıyor.
Ve ne çok zengin bir kadronun, ne yağmur gibi yağan özel efektlerin, ne de 3 Boyutlu sistemin bir filmi zirveye çıkaramadığı anlaşılıyor. Bir kez daha…
Yarın: Büyük Felaket ve Tüm Sırların Sahibi Kız