Atilla Dorsay

29 Eylül 2023

Bir büyük sinema ustasının ödüllü ve özgün son başyapıtı

Samet'te Deniz Celiloğlu filmin hemen bütün yükünü taşıyor. Ve birinci sınıf bir performans veriyor. Hiç ödül almaması bir eksiklik; bunu gerçekten hak ediyor çünkü... Merve Dizdar'ın başarısını yineleyelim. Kenan'da Musa Ekinci, Sevim'de Ece Sağcı da anılması gereken isimler. Yönetmenliğiyle bilinen Yüksel Aksu'nun oyunculuğu ise veteriner Vahit kimliğinde ortaya çıkıyor. Ona da bravo... Görüntünün ve müziğin düzeyini de övelim

KURU OTLAR ÜSTÜNE  X X X X

(About Dry Glasses/ Les Herbes Seches)

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Senaryo: N. B. Ceylan, Ebru Ceylan, Akın Aksu
Görüntü: Cevahir Şahin, Kürşat Üresin
Müzik: Philip Timoteyev
Oyuncular: Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar, Musab Ekici, Ece Bağcı, Erdem Şenocak, Yüksel Aksu, Münir Can Cindoruk, Onur Berk Arslanoğlu, Yıldırım Gücük, Cengiz Bozkurt

NBC Film, Memento Films, Komplizen Film yapımı, 2023

 

Sinemamızın en yaratıcı yönetmenlerinden, Cannes festivalinin gözdesi Nuri Bilge Ceylan, orada 2003'deki Uzak'tan itibaren İklimler, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu'da ve Kış Uykusu ile akla gelebilecek tüm ödülleri almıştı. Ceylan, geçen yıl da bu filmle en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Daha doğrusu o ödülle yetindi. Ama zaten tüm ödüllerin tadına bakmış değil miydi? O ödül gecesinde, bizim burada hemen öncesinde Kar ve Ayı filmiyle tanıdığımız Merve Dizdar'ın ödülü anons edildiğindeki büyük bir şaşkınlıkla karışık sevinci ise, artık sanata birazcık yakın her Türk vatandaşının kafasına yerleşmiş bir anıdır.

Hikâyede yine Nuri Bilge ve eşi Ebru Ceylan'ın katkısı var. Ama asıl kaynağı yazar Akın Aksu. Daha önce de onun Ahlat Ağacı (2018) filmine metniyle katılan Akın ve Ceylan çifti ayrı ayrı yazmaya girişiyorlar. Aylar sonra ortaya Kış Uykusu'nun (2014) iki misli uzun bir senaryo çıkıyor.

Hikâye Doğu Anadolu'da Erzurum civarında geçiyor. Ve uçsuz bucaksız bir kar dekorunda bir araba geliyor. Tıpkı yakın zamanda Kar ve Ayı filminde olduğu gibi. Sadece şoförlerin cinsiyeti farklı!..

Hikâye bize bir tatilden dönen öğretmenleri, çevre deyişiyle hocaları gösteriyor. Aynı zamanda öğrencileri de... Bu 'tatil bitti' havası içinde önce Samet'i tanıyoruz: Mecburi hizmet gereği orada bir okulda resim öğretmeni olarak çalışan Samet, dört yılı bulan hizmetinden sonra artık ilk fırsatta İstanbul'a kapağı atma hayalleri kurmaktadır. Çevresinde meslekdaşları da vardır. Başta aynı evi paylaştığı Kenan olmak üzere... Ayrıca Ankara'daki o menfur gar eyleminde bir bacağını dizden aşağı yitirmiş olan ve yine resim çizmeyi çok seven Nuray... Ki Samet, bir noktada Nuray'a olan ilgisini Kenan'la paylaşmak ya da paylaşmamak ikilemini yaşayacaktır... Diğer öğretmenler. Ve elbette okuldaki sayıları birbirine yakın olan kız ve erkek öğrenciler...

Bu ırak yörede garip bir iklim vardır: sadece yaz ve kış. İkisi de altışar ay süren; baharları hiç tanımayan... Ve mevsim icabı kar, filmin ana motifi olup çıkar. Komutanların odasında Türk bayrağı ve açık TV'lerde futbol maçları vardır. Karda ise tercihen at arabaları dolaşır. Ama bu Nuray'ı sakatlığına rağmen bir araba edinip bizzat gezmekten alıkoymaz.

Öğretmenler, özellikle de Samet açısından öğrencilerle ilişki iki biçimde yürür. Biri genelde hep öfkeli olup bağırmak-çağırmak... Ama özellikle Samet bazen daha sıcak ve yumuşaktır. Hele esmer güzeli Sevim'e karşı... Ama bu da kısa zamanda bir dedikodu olarak dallanıp budaklanacaktır. İlgili makamlarca soruşturmaya yol açarak... Filmde çok uzun bir bölüm içeren ve sonuna dek de bitmeyen... Bu arada bir İngilizce hocası şöyle der: "Ben onlara İngilizce öğretiyorum, onlar bana Kürtçe!"

Eğitim ve onun içerdiği sorunlar, bu özgün filmin ana temalarından biridir. Kızların 'flörtözlüğü', öğretmenlerin edepsizliği derken, o inanılmaz denetim bölümü başlar. Kız-oğlan herkesin okul çantaları açılır. Sevim'inkinden bir aşk mektubu çıkar ve en büyük gürültüyü o koparır.

Ama araştırmalar bitmez. Erkekler-arası bir soruşturma filmin en uzun bölümlerinden biridir. Ama tüm filmde olduğu gibi burada da öylesine çabuk bir ritmle konuşulur, öylesine canlı ve gerçek bir atmosfer yaratılır ki... Tüm o çok uzun, yer yer kitabi veya edebi konuşmaların o tempoyla beslenmiş biçimde okunması (ya da söylenmesi), filme inanılması zor bir gerçekçilik katar.

Filmin son derece özgün senaryosu zaman zaman ayrı ilginçlikler kazanır. Örneğin "Çocuk sever misin?" sorusu "Çocuğuna bağlı!" yanıtını alır. Ya da "Tanrı'ya inanır rmısın?" diyene "İnananlara saygı duyarım" diye yanıt verilir. Romantik bölümler sanki entelektüel bir süzgeçten geçirilmiştir. Ama o Samet'le Nuray'ın hayli gecikip sonunda arz-ı endam eden sevişme sahnesi gerçekten unutulmaz bir bölümdür. Belki şimdiye dek NBC'nin imzasını taşıyan en ateşli (ama aynı zamanda en acıklı) seks sahnesi...

Filmin eğitim, taşra hayatı, kadın-erkek ilişkileri gibi bir başka yanı da belli ölçüdeki politikliğidir. Aleviliğin baskın olduğu bir yöre için şaşırtıcı değildir bu... Böylece upuzun felsefi, edebi, ideolojik tartışmalar hızlı akan bir nehir gibi filmin yapısına siner. Zaman zaman ülkedeki dengesizlik ve haksızlık konuları şöyle bir anılır. Ve bu filmin dokusuna sızar.

Ve fotoğraflar... Filmin uzunluğu (3 saat 17 dakika) ve ağır akışı içinde birden beliren ve ekrana bir tür dinlenme getiren, elbette hepsi Ceylan çiftinin ellerinden çıkma ülke resimleri. Bu filminkileri ayrıca sergilerlerse hiç şaşmam!.. Çok özel bir bölümde ise Samet bir kapıyı açıp filmin çevrildiği sete girer, bir hap alır ve geldiği yere, yani hikâyeye döner!... Bu biraz Brecht'çi bölüm de sanki Ceylan'ın seyirciyi bir tür sınava soktuğu kendine özgü, cesur ve devrimci bir bölüm olarak anılmaya değer.

Bir yabancı eleştirmen filmi birçok Ceylan yapımı gibi ünlü yönetmen Michelangelo Antonioni'nin filmlerine benzetiyor. En çok da Blow Up - Cinayeti Gördüm filmine... O filmdeki fotoğraf sanatıyla olan ilişkiyi akla getirerek... Bilmiyorum, ama böyle bir benzetme bence önemli bir kompliman sayılmalı.

Oyunculara gelirsek... Samet'te Deniz Celiloğlu filmin hemen bütün yükünü taşıyor. Ve birinci sınıf bir performans veriyor. Hiç ödül almaması bir eksiklik; bunu gerçekten hak ediyor çünkü... Merve Dizdar'ın geçen yıl içindeki başarısını yazdık, burada yineleyelim. Kenan'da Musa Ekinci, Sevim'de Ece Sağcı da anılması gereken isimler. Yönetmenliğiyle bilinen Yüksel Aksu'nun oyunculuğu ise veteriner Vahit kimliğinde ortaya çıkıyor. Ona da bravo... Görüntünün ve müziğin düzeyini de övelim.

Sonuç olarak bu izlenmesi çok kolay filmlerden değil. Ceylan'ın en iyi filmi olarak da nitelemiyorum şahsen... Ama has sinefiller için önemli ve görülmesi gereken bir film kuşkusuz... Belki bir defadan çok izlenmesi de yararlı olabilir.


YARIN: EMEKLİLİK PLANI

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan... " sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...