Gazze
Yahudiler, Yahudilik... Ya da Musevilik... Son İsrail olayları üzerine kendimce bir bakış gerçekleştirmeye çalışıp bu ırk-din ve halkın geçmişine eğilmeyi deneyince, bunun neredeyse imkânsız denecek kadar zor olduğunu fark ettim. Kökenleri insanlık (ve onun içindeki dinler ve ırklar) tarihinin öylesine derinlerine iniyordu ki... Bilgisayardaki bilgilerle bir özet yapmak adeta imkansızdı. Yine de birkaç söz söylemek istiyorum.
Bilindiği üzere tarih, Ortadoğu denen o yöreyi gezenler açısından tam bir cazibe merkezi haline getirmiş, kutsal “vadedilmiş topraklar” olarak kitleleri kendisine çekmiştir. Dünyanın dört bir köşesinden... O coğrafyada Hıristiyanlık, İslam ve Museviliğin inanılmaz buluşmaları yaşanmış, zaman zaman ise bu anlaşmazlıklara, giderek de savaşlara dönüşmüştür. O bölgeye vaktiyle yaptığımız unutulmaz gezilerde bir kentten öbürüne, bir mabetten diğerine, bir inançtan başkasına uzanmıştık. Ve bu coğrafi alanın tarih boyunca yakaladığı büyü kadar, yol açabileceği savaşların korkusunu da sanki iliklerimizde hissetmiştik. Bir hayranlığın içerdiği o garip korku... Ki bu kolayca keyiften dehşete uzanabilir. Tıpkı günümüzde olduğu gibi…
Yine çok özetle, ele aldığımız bu ırkın tarih boyunca bir devlete dönüşememiş en önemli halk olduğunu söylemek gerekir. Aynı nedenle, hemen tüm ülkelere yayılmış, varlıklarını Asya kadar Amerika, Avrupa kadar Afrika’da da devam ettirmeye çalışmış bir halk. Çok büyük bilim ve sanat insanları, ayni ölçüde siyasetçiler yetiştirmiş... O kadar çok ünlü çıkarmışlar ki... Bir kısmı değişik açılardan dünyayı değiştiren: Albert Einstein, Franz Kafka, Karl Marx, Sigmund Freud... Leon Trotsky, Mark Zuckenberg, Rosa Luxemburg... Ya da büyük sanatçılar: Bob Dylan, Barbara Streisand, Steven Spielberg, Coen Kardeşler, Woody Allen, Ralp Lauren...Gustav Mahler, Felix Mendelsson, George Gershwin, Ayn Rand, Gertrude Stein, Arthur Rubinstein vs. vs.
Karl Marx
Daha çocukluğumda etrafımda tanıdığım o insanları ne çok sevmiştim... Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar adlı anılar kitabımda, İzmir’den yeni geldiğimiz İstanbul’da tanıdığım Fresco çiftini veya Madame Bella’yı hatırlatmıştım. Şimdi de ülkemizde ve çevremizde birçok Musevi dost var. Umarım hep olacak...
Bu uluslar-arasılık onların üzerine tarihin en büyük belasını da çekmişti. Yine tarihin en büyük katili olan Alman ırkçısı Adolf Hitler’in ülkesinde öylesine yayılmalarından nefret ettiği o ırkı nasıl bir soykırıma uğrattığı unutulabilir mi? Ki yıllar boyu beni en çok etkileyen filmler de bu temadan çıkmıştı. İkinci savaşta Naziler’in o menhus Holokost eylemiyle 6 milyonu aşkın Musevi öldürülmüştü. Önemli bölümü toplama kampları denen o ölüm mekanlarında... Ve Yahudiler savaş sonrasının en acınası kaybı olmuştu.
Adolf Hitler
İşte bu yüzdendir ki sadece üç yıl sonra, yani 1948’de tüm dünyanın, Almanya dahil tüm devletlerin onayı ve desteğiyle, İsrail devletinin resmen kurulmasına imkân sağlanmıştı. O yıl şöyle-böyle hatırlıyorum, ben 9 yaşındaydım ve sevgili merhum babam Avni Dorsay bana bunun gördüğü en güzel olay olduğunu söylemişti. Hala aklımın bir köşesinde kalmıştır bu...
Peki ama, onca yıl sonra, Yahudilerin ilk ve de son devleti nasıl oluyor da böylesine büyük bir soykırıma bizzat kendisi girişmiş bulunuyor? Tarihin en büyük toplu kıyımına duçar olmuş bir halk, bundan aldığı derslerle, çok daha hoşgörülü olmak zorunda değil midir? Ortadoğu bir dönemde -kısa olsa da- yaşadığı ve o yörede büyük turistik imkanlar da yaratan hoşgörüyü, insan sevgisini ve yaşama saygı duygularını sürdüremez miydi?
Elbette yapabilirdi. Ama Netenyahu gibi acımasız bir karakter, tüm halkını böylesine bir caniler ordusu haline getirmeseydi!.. Unutmayalım ki 2005 yılında İsrail, Gazze’den tümüyle çekilmiş. Ve kendi sınırları içinde kalmış. Ortadoğu’nun o değişik din, dil ve ırk zenginliğinin kıymetini bilir gözükerek...
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu
Ama ya sonrası? Şimdi sınırlarını çok aşıp Gazze’den Lübnan’a, oradan Filistin’e uzanan o kitlesel ölümler... 40 bini aşıp 50 bine yaklaşan bir kurban sayısı... Kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden ha bire öldürülen zavallılar...Bitmeyen bir yok etme, öldürme tutkusu. Ve 100 bine yakın yaralı. O savaş filmlerini hatırlatan yürek yakan sahneler... Baalbek gibi hayranlıkla andığım bir kutsal mekânı bile bombalama... Bu yeni bir apartheid değil mi? Hem de en acımasız cinsinden?
Gerçi o yeni diktatör kimi en yakınlarından bile eleştiri alıyor. Ama ne fayda!.. Bakınız, eski İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert bunu onaylamıyor. Ve apaçık söylüyor, “Gazze Filistinlilerin olmalı” diyerek... Ve de İsrail’in düşmanları konumunda olan İran, Hizbullah, Hamas vs.’den çok, aşırıcıların asıl düşman olduğunu ekliyor. Öte yandan, Birleşmiş Milletler'in raportörü İsrail’in BM üyeliğinin askıya alınmasını öneriyor. ABD seçimleri bile bu konuda dayanılan politik kozlardan biri oluyor. Ve daha neler neler...
İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert
Evet, işte böyle... Sinema filan derken böylesine siyasal bir yazı, hele geceleri uykumu bölüp rüyalarıma girince, zorunlu olarak yazıldı ve karşınıza geldi. Umarım ilginizi çekmiştir.
Not: TÜYAP kitap fuarına bugün ikinci ve son kez gidiyorum. Saat 14.00’ten itibaren Remzi Kitabevi standında kitaplarımı imzalayacağım.
Not 2: Milliyet-Sanat dergisindeki aylık Sinemanın Hazineleri köşem sürüyor. Bu ay 1993 yapımı Fransız filmi Germinal var. Emile Zola uyarlaması filmi Claude Berri yönetmiş; Gerard Depardieu, Miou-Miou, Renaud, Jean Carmet, Laurent Terzieff gibi oyuncuları var.
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |