Atilla Dorsay

08 Aralık 2023

Bir Anadolu Rock kahramanının özel hikâyesi

Bu kendine özgü, kimi tuhaflıklar ve aşırılıklar içeren, hayli dramatik de olan bir biyografi, çok özel bir de aşk hikâyesi... Temmuz 2014 yılında ve 45 yaşında vefat eden özel bir kişinin yaşamına cesur bir eğiliş

MURAT GÖĞEBAKAN - KALBİM YARALI

X X ½

Yönetmen: Ali Akyıldız
Senaryo: Lütfi Albayrak, Sezgin Irmak
Görüntü: Tufan Kılınç
Müzik: Mehmet Can Erdoğan, Eser Taşkıran
Oyuncular: Burak Sevinç, Tuvana Türkay, Hande Soral, Nemci Yapıcı, Feride Çetin, Güney Kılınç, Kadir Bertan, Faruk Pakis

TME- CNS yapımı, 2023.

İşte size farklı bir yerli film... Gerçi son yıllarda hayli biyografik filmler çıktı. En son Barış Akarsu'nun dramatik öyküsünü anlatan... Ama adına genelde Anadolu Rock denen türün bir müzisyeni ele alınmamıştı. Yakında beklenen Cem Karaca filminin ve ardından örneğin Barış Manço'nun hayatlarını da görmeyi umalım.

Kendi adıma, Murat Göğebakan bilip sevdiğim bir müzisyen olmamıştı. Belki benim eksiğim... Ama hikâyesinin içerdiği yoğun dram bu projeyi makul kılıyor. Tümüyle başarılı olmasa da...

Göğebakan 1968 Adana doğumlu. Film, annesi Hatice'nin gebelik sırasında geçirdiği bir hastalık yüzünden onun bir bacağında belli bir sakatlık taşıyarak doğmasıyla başlar.

Onu önce çocuk yaşta izleriz. Adını öğrenemediğim başarılı bir çocuk oyuncu sayesinde... (Ki bu, yani kimi oyuncuların adlarını öğrenememek bu filmin tanıtımıyla ilgili bir eksikliktir. Ve ne özel tanıtımda, ne de ünlü IMDb sitesinde bu boşluğu gideremediğimi ilgililere belirteyim).

Evet, Murat daha baştan itibaren müziğe büyük ilgi duyuyor. Ama ne haşin ve sevgisiz babası buna izin veriyor, ne de çevresi uygun davranıyor. O yine de bir müzik dükkânında iş bulup çalışırken, bu kez 7 yaşındaki küçük kardeşi bir kazayla ölüyor. Ve Murat bunda da kabahatli bulunuyor!... Sonuç: O güzelim gitarını kendi elleriyle parçalıyor... Ama sevgili kızkardeşi ona ne yapıp edip bir yenisini bulacaktır.

Ve sonra hızla gelişen olaylar, zamanın ötesine sıçramalar... Tam bir melodram biçiminde başlayıp uzunca öyle süren film, daha sonra hayatın gerçek temposunu yakalamayı başarır. 20 yıl geçmiş ve 1997'ye gelinmiştir. O olgun Murat o çocukla gerçekten benzeşir mi? Tartışılır. Ama en azından birkaç ortak nokta vardır: belki sertle ezik arası bakışlardan başlayarak...

Arada Murat uzak akrabası Gül'le evlenir ve bir oğul sahibi olur. O yılın Kral TV ödüllerinde adları ödülle birlikte anılır ve çok kişi bunu izler. Yıllar sonra kaçınılmaz biçimde İstanbul'a geldiğinde, kendisini büyük kentin ticari entrikalarının göbeğinde bulacak ve iyice sömürülecektir. Onu bu işten tanıştığı dilber, menajer Selma kurtarır. Ve kaçınılmaz bir tutku oluşur. Daha çok Murat tarafından...

Bu onu birkaç yıl gelemediği vatanında, yani Adana'da bıraktığı eşi ve o arada büyüyen oğlundan ayıracak, hatta Gül'ü telefonda boşayacaktır!... Yıllar sonra ise ne büyük hata yaptığını anlayacaktır. Hele o amansız hastalığa yakalandığında... Ve başucunda sadece gerçek ailesini bulduğunda...

Murat'ın film boyunca süren bir özelliği hiç yerinde duramayışı; yani yalnız bedeninin değil, kaşı-gözünün de sürekli oynamasıdır. Gerçekten bilmiyorum; bu sahiden gerçek Murat'ın bir özelliği miydi? Yoksa onu oynayan Burak Sevinç'e ait bir özellik mi? Bunu çözemedim. Yine filmle ve en başarılı yanlarından biri olan konser sahneleriyle ilişkili bir şüphem daha vardı: O gür ve hakim ses aslında gerçek Murat'ın sesi miydi? Hayır, değilmiş. Filmin ilgilileri bunun Burak'ın filme katkısı olduğunu söylediler. O zaman, onu bu açıdan kutlamak gerekiyor.

Yine de ben iki şey söyleyeyim. İkisi de negatif olan... Öncelikle Burak Sevinç'in oyunu belki perdede şimdiye dek görebildiğim en abartılmış oyun!... Ancak özellikle sona doğru kimi sahnelerde -belki biz alıştığımızdan, belki de o oyununu dengelediğinden- hayli etkileyici bölümler yok değil. Ama biraz geç oluyor... Aynı biçimde, o iyi çekilmiş konser sahnelerinin aşırı kalabalık bölümleri -ki zaten çok kısa sürüyor- biraz başka filmlerden aşırılmış gibi duruyordu. En azından bana öyle geldi. Günahı boynuma... 

Sonuç olarak, bu kendine özgü, kimi tuhaflıklar ve aşırılıklar içeren, hayli dramatik de olan bir biyografi, çok özel bir de aşk hikâyesi... Temmuz 2014 yılında ve 45 yaşında vefat eden özel bir kişinin yaşamına cesur bir eğiliş. Kahramanımızın klasik bir Doğu edebiyat örneğini, Tebriz'li Şems'in Aşkın Gözyaşları'nı okuması, hem de iki kez gösteriliyor... Ya gerçekten öyleydi, ya da yaratıcıların özel ilgisi olan bir kitap bu...

Oyunculardan en çok en gençleri sevdim!... Murat'ın çocukluğu da, oğlu Bülent'in gençliği de bence çok iyi oynanmış. Bunlar sanırım geleceğin oyuncuları olabilir. Ama adlarını hiçbiryerde bulamadığım için yazamıyorum, kusura bakmayın!... Kadınlar da iyiydi: sadık eşten fıstık menajere dek... Finaldeki o geç gelen, ama iyi gelen "oğul sevgisi" ise beni çok etkileyen bir ailevi öge oldu. Ders alınmaya değer olan...


NOTLAR

1. Bu ayın Milliyet - Sanat dergisine Sinemanın Hazineleri köşesi için yazdığım film, Sam Peckinpah imzalı The Wild Bunch - Vahşi Belde. 1969 tarihli film western türünün başyapıtlarından ve William Holden, Ernest Borgnine, Robert Ryan, Edmond O'Brian, Waren Oates gibi oyuncuları var.

2. Bu filmle, yıllardır yazdığım ve iki kitapta topladığım Sinemanın Hazineleri - 50 Unutulmaz Film serisinin yeni bir 50 filmi tamamlanmış oluyor. Demek ki bir 3. cilt hazır; yakında elinizde olur.

3. Bu seriyle ilişkili olarak, derginin tanıtımını yüklenmiş olan Banu K. Zeytinoğlu İletişim, yazısında yine benim köşeyi unuttu. Ancak şikayetim üzerine son derece alçakgönüllü bir yanıtla özür dilediler. Umarım bundan sonrası başka olur. Ben dergininin ardındaki Milliyet'den Müjde Işıl ve Filiz Aygündüz dostlarıma teşekkür ederim

4. Banu demişken... Sinema yazarı Banu Bozdemir geçen günlerde evlendi. Kendisine ve eşine mutluluklar dileriz.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...