STEVE JOBS X X X Yönetmen: Danny Boyle |
Steve Jobs... Steve Wozniak ve Billy Gates gibi birkaç isimle birlikte çağımızın dijital teknolojisini yaratıp geliştirmiş birkaç dehadan biri. 1955- 2011 arası yaşamış ve sadece 56 yıllık bir hayata sığdırılmış sayısız keşif, günümüzde vazgeçemediğimiz birçok teknolojinin babası: iMac, iTunes, Apple Stores, iPod, iPhone, iPad.
Ve George Lucas’la birleşip kurduğu Pixar firmasıyla animasyon sinemasına yaptığı dev katkı, ilk Toy Story- Oyuncak Hikayesi’yle, tümüyle bilgisayara dayalı ilk canlandırma filmini yapmaları (1995).
2013’de çekilmiş ve onu Ashton Kutcher’in canlandırdığı ilk film olan Jobs o kadar beğenilmemişti. Bu kez tanınmış yazar Aaron Sorkin’in kaleminden çıkmış ve her filmiyle ilgi uyandıran Danny Boyle’un yönettiği bir ikinci biyografiyle karşı karşıyayız.Tümüyle doyurucu değilse de daha ilginç olduğu kesin.
Film 1984 yılında açılıyor. Jobs kurucusu olduğu ve 70’ler boyunca bilgisayar devrimini başlatan Apple’dan ayrılmış ve Mcintosh firmasını kurmuştur. Yeni teknolojiyi ‘lansman’ (tanıtım) gecesine hazırlanmaktadır: sağ kolu olan Polonya kökenli Joanna Hoffman’la birlikte (kolay tanınmaz ve görkemli bir oyun veren Kate Winslet).
Ama her şey ters gitmektedir. Aygıt nedense baştaki ‘hello’ sözcüğünü söyleyemeyecek gibidir: bir ses arızası...Ayrı olduğu karısı Chrisann aniden küçük kızı Lisa’yla birlikte baskın yapmıştır ve sefalet içinde yaşamanın hesabını sormaktadır. Eski ortağı Wozniak da öfke içindedir. Ve yeni rakipler de pusuda beklemektedir.
Sonra nExt’in kurulduğu 1988’e atlarız. Oradan da ‘üçüncü perde’nin yaşanacağı 1998’e...Aradan bir devrim geçmiş, bilgisayar teknolojisi küçücük aygıtlara sığan, cebe giren, tüm dünyayla ilişkinizi kuran bir düzeye çıkmıştır. Ama Jobs’un kişisel ve ailesel sorunları aynen sürmektedir. Özellikle de artık 19 yaşında alımlı ve akıllı bir genç kız olmuş Lisa’yla...
Bir Jobs biyografisi yazmış olan Walter İsaacson’un kitabından çok Sorkin’in son derece geveze metnine dayanan filmin kimi temel kusurları var. Öncelikle, dediğim gibi, çok konuşkan. Üstelik üç ayrı dönem sanki üç perdelik bir oyun yapısı kuruyor ve tiyatro atmosferi artıyor. Hele, kimi eleştirmenlerin dediği gibi, hepsinde de bir büyük lansman gecesi ve hemen öncesinde patlayan bir ailesel ve duygusal skandal var. Yani belli bir tekdüzelik kaçınılmaz olmuş.
Ayrıca tartışmaların konusu öylesine bilimsel ve teknolojik ki... Konulara yakın olanlar, günlerini PC, iPod veya iPhone’larına gömülmüş olarak geçirenler belki her bir diyaloga ilgi duyacaklardır. Ya öbürleri? Yazar-yönetmen belki bunu dengelemek için bol aile dramı sunmuşlar. Ama o da fazla kaçmıyor mu?
Neyse...Tüm bunlara rağmen, bu sonuç olarak ilgiye değer bir film. Çünkü çağımızı değiştiren bir teknolojinin perdesi aralanıyor ve çok şey öğreniyorsunuz. Öte yandan, böylesine deha sahibi bir adamın kendi küçük kişisel yaşamını böylesine yönetememesi ve insan ilişkilerinde baştan sona belli bir yeteneksizliği, giderek zalimliği sergilemesi...Nasıl oluyor? İnsan ruhu üzerine yepyeni şeyler öğrenmek ve derin derin düşünmek için iyi bir fırsat.
Danny Boyle’un birçok bölümde yeteneğini konuşturduğu ve ayrıca da çok iyi oynanmış bir film bu. Seth Rogen’den Jeff Daniels’e herkes kusursuz.
Ya Michael Fassbender için ne demeli? Artık hemen her hafta bambaşka bir karakterle karşımıza gelip onu da unutulmazlar arasına yerleştiren günümüzün bu büyük oyun ustasını nasıl, hangi sözlerle övmeli, bilmiyorum!...
Her yaştan çocuklar için...
PAN X X 1/2 Yönetmen: Joe Wright |
İskoç roman ve oyun yazarı J. M. Barrie'nin (1860–1937) yarattığı ünlü çocuk kahraman Peter Pan, sinemanın da ilgisine mazhar oldu. En hatırlanan çevrimler 1953’deki Walt Disney canlandırması, ayrıca Spielberg yönetimindeki (The Hook adıyla- 1991) ve Jay P. Hogan yönetimindeki (2003) uyarlamalarıdır.
12 yaşındaki ‘yetim’ küçük Peter’in öyküsü, fantastik sinemanın sayısız ögesine yer açtığı gibi, temelde bir çocuğun hiç görmediği kayıp annesini ve de geçmişini arayış öyküsüdür de...Bu açıdan engin bir malzeme içerir.
İngiliz yönetmeni, Aşk ve Gurur, Atonemenet- Kefaret, Anna Karenina gibi zor romanların uyarmalarıyla tanınan Joe Wright, karşımıza hayli parlak bir versiyonla geliyor. Daha annesinin bir bebek (ama ne güzel bir bebek!) olarak terk ettiği küçük Peter, yıllar sonra zeki ve isyancı bir velet olarak karşımıza çıkıyor: hem de son derece sevimsiz ve üstelik kötücül hemşirelerin yönettiği bir sözüm ona çocuk yurdunda...
Ama her tür marifeti olan, hatta gökyüzünde de rahatça dolaşan bir korsan gemisi ve başındaki korsan Karasakal, kısa zamanda Neverland denen bu hayal ülkesinin başına bela oluyor. Öte yandan Peter bir yandan hayatta olduğuna inandığı annesini arıyor, öte yandan gizemli ve yakışıklı Kaptan Hook’la dostluk kuruyor.
Bu yeni filmin temel özelliği, fantastik sinemanın değişmez avantajı olan teknoloji. Bu alanda her gün öylesine ileri gidiliyor ki, artık yapılamayacak şey yok!..
Böylece tüm döğüşler birer akrobasiye, tüm savaşlar bir koreografiye, tüm eylemler neredeyse göksel bir baleye dönüşüyor. Baş döndürücü bir hayal dünyası ve dur-durak bilmeyen bir tempo egemen. Kimi sinemalarda bulacağınız 3 Boyutlu sistemin de çok abartmadan katkıda bulunduğu...
Peter Pan’da küçük Levi Miller’in tam bir keşif olduğunu ve bunun mutlaka arkasının geleceğini düşünüyorum. Hook’da Garrett Hedlund yine tüm kızların nefesini kesecek.
Karasakal’da ise tanınması aşağı yukarı imkansız bir Hugh Jackman, bunun sağladığı anonimliğin tadını çıkarıyor, bol bol rol kesiyor!...Finalde ortaya çıkan deniz perilerinin tümü, dikkat buyrun, hep ayni yüzü taşıyor. Bu kez dişi ‘nefes kesici’ Cara Delevingne’in çekici yüzünü...
Her şeye karşın filmin temelde çocuklar ve çok gençler için olduğunu söylemeliyim. Bırakalım, tadını en çok onlar çıkarsın!...
Yarın: VİCTOR FRANKENSTEİN