İKSV’nin geleneksel sonbahar armağanı olan FilmEkimi bu yıl zirvede. Son büyük festivallerden (Cannes, Berlin, Venedik, Toronto) gelen en seçme filmler, 10 gün boyunca sunuluyor. Son iki günden sonra, Pazartesi de iki sinemada (Atlas ve Beyoğlu) çok izlenen bir avuç filmin tekrarı var.
Bu yıl hiçbir festivale gidemediğim için, olabildiğince film izlemeye çalıştım, 30 kadar filme yer ayırttım. Bazı zorunluluklar nedeniyle (bakınız: yazının sonundaki not) gidemediklerim oluyor. Gördüklerimi ise artık gösterime çıktıklarında yazacak ve bugün sadece bir ‘yıldız tablosu’ ile yetineceğim.
Ama bugün kimi ‘festival notları’ vermek istiyorum. Geçen Nisan festivalinin tersine, bu kez tüm filmleri Beyoğlu’nda görmeyi seçtim. Bu semti tüm perişanlığı içinde sahiden özlemişim!...Bu nedenle notlar kaçınılmaz biçimde Beyoğlu notları haline gelecek.
Beyoğlu: Bir yaşam sanatı merkezi
Ve tiyatro kültüründen sinema kültürüne, içki kültüründen yemek kültürüne, eğlence kültüründen müzik kültürüne adına kısaca yaşama sanatı dediğimiz her şeyi çoğumuzun ilk kez tattığı Beyoğlu.
Ve belki tarihinin en berbat dönemini yaşıyor. Koca cadde bitmeyen bir inşaat alanı. Boydan boya kazılmış, tüm yeraltı tesisatı, o borular, o yılan gibi birbirine dolanmış kablolar, çirkin bir modern sanat sergisi gibi gözlerimizi acıtıyor. Ve yürümeyi bir engelli koşu haline getiriyor. Tüm bu kazılardan sonra ortaya ne zaman ve nasıl bir ‘güzellik’ çıkacak diye merak eder oluyoruz.
Atlas’a cambazlık ederek giriliyor!..
Neyse...Her ne kadar festivalin ana mekanı Atlas sinemasına bir köprüden cambazlık yaparak girmek tuhaf bir şey olsa da, caddenin açık kalan tek eski sinemasında olmanın mutluluğunu, müdürü Cevdet dostumla ve sayısız sinemasever dostla buluşmanın sevincini anlatamam. Sen çok yaşa ve hep ayakta kal, Atlas...
Bir diğer eski salon, yıllardır kapalı duran Alkazar’ın önünde dev bir pano, içerde bir inşaat olduğunu gösteriyor. Ama ne olduğu belli değil: bir onarım mı, yoksa yıkım ve yepyeni bir yapı mı? Kimse de bilmiyor, bilgi vermiyor. Umarım karşımıza kötü bir sürpriz çıkmaz. Ve yerel/genel yöneticilerin Beyoğlu günahlarına bir yenisi eklenmez.
Buna karşılık, Atlas’ın hemen karşısındaki Beyoğlu sineması mutlu günler yaşıyor. Kapanmak üzere olan bu sevimli salon, başını sinema yazarı Cem Altınsaray’ın başını çektiği bir grubun belli bir sermaye koymak ve ‘indirimli abonman kartları alma’ suretiyle yardım kampanyası açmak girişimi sayesinde dev bir adım attı.
Öncelikle yıllardır ilk kez ciddi bir onarım ve yenileme gördü. Koltuklar değişti, sayıca azaltılarak ferahlık sağlandı, kademeler oluşturulup perdeyi görme imkanları çoğaltıldı. Zemin ve duvarlar yenilendi. Ve işte karşınızda yeni Beyoğlu!...Ömrü uzun olsun...
Festivalde bir milletvekili
Ve orada bir sürprizle karşılaşıyorum. Medyadan tanıdığım bir yüz, milletvekili çıkıyor: Sezgin Tanrıkulu. Onca yıldır festivallerde film izlediğine tanık olduğum tek politikacı. Elbette CHP’li: Başka hangi partiden olabilir? Ve ben, yıllar önce Emek sinemasında bir başka CHP’liyle film izlediğimi hatırlıyorum: Erdal İnönü.
Tanrıkulu ile konuşuyoruz. Diyarbarkırlı vekil bana Beyoğlu’nu ve sinemayı ne kadar çok sevdiğini anlatıyor. Birlikte Cem’in ve eski sahiplerden Pervin Tan dostumuzun katılmasıyla resim çektiriyoruz.
Ah, bir gün bu semtin (ve bu kentin) başına CHP’liler gelse… Ve bu rant ekonomisine bir son verip gerçek yaşam bilgisini ve sevgisini yeniden canlandırsa...Ne iyi olur!..
Eski Türk mutfağını yaşatanlar
Aralarda -eski günlerdeki gibi- semti keşfe çıkıyoruz. Öncelikle lokantalarını....Türk mutfağı deyince gözdemiz yine Sadri Alışık sokaktaki Lades...Ama onun Tarlabaşı’na doğru devamı olan Atıf Yılmaz sokakta ( bu sokaklara unutulmaz Yeşilçamlıların adını vermek ne güzel bir gelenek!) kaç zamandır gidemediğimiz Hacı Abdullah’a da gidiyoruz. Ve gerçek bir ağız tadı şöleniyle karşılaşıyoruz.
Aman, bu eski lokantaları da unutmayın... Onları, hele Beyoğlu’nun dibe vurduğu şu günlerde yaşatmak boynumuzun borcu olmalı. Eğer gerçekten bu kenti, bu ülkeyi, bu kültürü seviyorsak...Ve gerçek milliyetçi isek..... Yani milliyetçiliği ırkçılıkta değil, kendi vatanımıza ve öz kültürümüze sevgide arayıp buluyorsak....
Bir diğer lokantayı ise yeni keşfediyoruz. Turnacıbaşı sokaktaki Hayvore. Bu bir ‘laz lokantası’. Yani Karadeniz yemekleri sunuyor. Hayvore de lazcada “Ben burdayım” demek oluyor!....
Gidiyor ve çok mutlu oluyoruz. Ve hamside yoğunlaşıyoruz: ben hamsi tava, eşim hamsi-kaygana yiyor. Trabzon gezimizde tanıdığımız peynirli ‘mıhlama’ ve de Laz böreği adlı tatlı da bizi tatmin ediyor.
Bu arada bir not: hakkaniyetli olmak için...Bugüne dek simidi pek sevmediğim ve ayrıca çabucak büyüyen lokanta zincirlerine alerjim olduğu için adım atmadığım Simit Sarayı’na yolumuz düşüyor. Ve ben böreklerine hayran oluyorum: öylesine çeşitli ve lezzetli ki...
Elbette bu tür ziyaretlerimiz bitmeyecek: eski yerinden haince kovulan İnci Pastanesi’nin Mis sokaktaki yeni yerini... Bir yerlerde (ama nerede?) yeniden açıldığı söylenen eski Rejans lokantasını...Ya da Ayaspaşa’daki eski gözdemiz Rus lokantasını da görmeden bitmeyecek...
Not 1: bu yazının resimlerinin çoğu eşim Leman Dorsay tarafından çekildi.
Not 2: yarın (Pazar) Ataşehir’deki MSKM kültür merkezinde saat 15.00’ten itibaren bir Yılmaz Güney tartışmasına katılacağım: onun hakkında bir roman yazan İnci Aral’la birlikte. Ve sonra kitap imzalayacağız.
FESTİVAL FİLM TABLOSU:
MUTLU SON X X X X X
ANNE X X X X
KALP ATIŞI DAKİKA 120 X X X X
ÇAVDAR TARLASINDAKİ ASİ X X X X
PARAMPARÇA X X X X
FORTUNATA X X X X
İÇİMDEKİ GÜNEŞ X X X X
KARE X X X
THE BEGUİLED X X X
LUCKY X X X
SADAKAT X X X
MUHTEŞEM KADIN X X X
SON CİNAYET X X X
JEANETTE X