BELGICA X X X X Yönetmen: Felix van Groeningen |
Brüksel’de son derece moda ve ‘cool’ bir bar işleten iki kardeşin öyküsü. Daha iki yaşındayken, anne ve babalarının ilgisiziği nedeniyle bir gözünün retinası zedelenip tedavi görmediği için kapanan Jo, tüm gücünü Belgica adlı barı işletip gözde bir buluşma yeri yapmaya harcamaktadır.
Taşraya yerleşip çoluk çocuğa karışan ağabeyi Frank, birden çıkıp gelir. Yeniden hamile olan eşinden ve o düzenli hayattan bıkmıştır. Büyük kentte sınırsız eğlence, uyuşturucu ve avantür dolu bir gece yaşamı özlemi içinde, o da Belgica operasyonuna karışır. Ama işler onun gelişiyle düzelmek yerine bozulmaya başlar.
Ama Çölde Bir Kutup Ayısı’nı çok sevdiğimiz Felix Van Groeningen’in imzaladığı bu film, kendi türünde çok özel ve özgün bir yapım doğrusu… Çok sıkı düğümlenmiş bir kurguyla verilen o gece yaşamı… Çağdaş gençliğin o tükenmeyen eğlenme, hayatın tadını çıkarma, alabildiğine seks yapma ritüeli olarak gördüğü ve hertürlü aşırılığı içeren bir tüketime dönüştürdüğü bu yaşam, insanı ve toplumu nereye götürebilir?
O sınırsız keyif alma törenlerinin, o sorumsuzca içki, sigara ve eroin tüketiminin insanı sağlam ve sağlıklı bir yere götürmesi mümkün müdür? O birbirini izleyen gencecik rock grupları, o bedenini sanki herkese ikram etmeye gönüllü genç kızlar, o hiçbir ideal edinememiş, sadece yapay ve geçici zevk ve keyif düşkünleri nasıl, ne biçim bir mutluluk hayal edebilir?
Ve bir baba kucağındaki yeni doğmuş bebeğini tutarken, öte yandan gündelik esrarını çekmeye kalkışırsa, bu nasıl bir insanlık manzarası olur?
Ya da zaten Franklar ve Flamanlar olarak bölünmüş bir toplumda, bu tür çelişkiler kadar sınıfsal ayrımlar da sırası geldiğinde başkaldırdıklarında, ortalık daha da karıştmaz mı?
İlgi çekici, içburucu bir film; birbirine girift olmuş bir kırık yaşamlar yumağı; acıklı genç insan portreleri. Oyuncuları da sivriliyor ve yaşamış/yaşayan karakterlere dönüşüyor. Sinemaseverler kaçırmasın…
Bir dönemin ünlü yazarlarına bakan film
FIRTINALI HAYATLAR X X X |
İşte edebiyat tutkunlarını ve kitapseverleri büyüleyecek, ama büyük kitleyi olasılıkla çok da ilgilendirmeyecek bir film. Yani has okurlar ve sanatseverler için…
Film edebiyat tarihinin en yetenekli, ama en talihsiz yazarlarından birine odaklanıyor. 1900 yılında doğup 1938 yılında, ölen Thomas Wolfe… Yani hayatının ortasında, çok parlak bir geleceğe adayken sadece 38 yaşında ringi terkeden o büyük yetenek…
Amerikalı yazar, memleketi Kuzey Carolina’dan kalkıp New York’a geliyor. Koltuğunun altında (bu lafın gelişi, aslında üç devasa kutu içinde!) bin sayfalık bir roman müsveddesi olduğu nalde…
Yıl 1929’dur, Büyük Bunalım’la gerçekten bunalmış bir ABD’de birbirinden ilginç yazarlar çıkmaktadır. Scott Fitzgerald’dan Ernest Hemingway’e…
Ve ünlü Scribners yayınevinin baş editörü Max Perkins, bu iki yazarın da eserlerini yayına hazırlamaktadır. Büyük yetkiyle, metinde istediği düzeltmeleri yaparak.… Bu arada bir sahnede Silahlara Veda’nın ilk üç cümlesini birden karalaması kolay unutulamaz!..
Konuşmasındaki coşkuyu yazıda da kullanan geveze Wolfe, böyle bir editöre en muhtaç kişidir. Çünkü yazarken hiçbir öz denetimi yoktur ve o birkaç bin sayfalık dosyaları birçok yayınevince reddedilmiştir...
Ama Wolfe ve Perkins, tümüyle zıt karakterlerine karşın, sanki ruh ikizidirler. Her ikisi de kendi alanlarında birer deha olan: biri yazmada, öbürü kısaltıp yayınlanacak hale getirmede… Ve de aynı biçimde tam bir işkoliktirler.
Böylece çok özel bir dostluk başlar. Son dakikada Look Homeward Angel adını alan ilk kitap tam bir başarı olur. Ardından yine binlerce sayfalık yeni kitabın notları arz-ı endam eder. Wolfe giderek Fitzgerald’la tanışır. İki yazar da, gerilimin egemenliğinde bir ilişki kurarlar. .
Böylece çok özel bir dostluk başlar. Son dakikada Look Homeward Angel adını alan ilk kitap tam bir başarı olur. Ardından yine binlerce sayfalık yeni kitabın notları arz-ı endam eder: Of Time and River… Wolfe giderek Scott Fitzgerald’la tanışır. İki yazar da, gerilimin egemenliğinde tuhaf bir ilişki kurarlar.
Hikaye birçok ilginç gelişme içeriyor. Hele işin içine eşler de girince… İki kahramanımız da, o işkolik tempo içinde aile bağlarını ikinci plana atıyorlar. Ve en önemli günlerinde bile eşlerinin ve çocuklarının yanında olamıyorlar. Fitzgerald ise deliliğin sınırındaki karısı Zelda ile elbete mutluluğun çok uzaklarında geziniyor.
Film koyu bir edebi sosla bezeli. Sözü edilen kitaplardan okunan cümlelerle daha da ağırlaşan…İşin içine çok daha ‘erkeksi’, savaş ve macera peşindeki Hemingway girince, ortalık biraz şenleniyor!
Ünlü yazarı Wlliam Faulkner, ölümünde Wolfe için şöyle demiş: “O olasılıkla kuşağının en yetenekli yazarıydı.” Film özellikle bu biraz unutulmuş ilginç kişiliği ve koşut olarak bir dönemin edebi atmosferini öğrenmek için ideal bir seyirlik.
Jude Law yazar Wolfe’da sanki kılık ve fizik değiştirerek parlak bir performans sunuyor. Colin Firth’ün Perkins’i, Guy Pearce’in Fitzgerald’ı da kusursuz. Aynı şeyler kadınlar için de geçerli: siyah saçlarıyla zor tanınan Nicole Kidman ve hep iyi oyuncu Laura Linney.
Oyunculuktan gelen Michael Grandage’ın bu ilk yönetmenlik deneyinde sınıf geçtiği söylenebilir.
YARIN: VE PANAYIR KÖYDEN GİDER, KORKU SEANSI- 2 ve SİHİRBAZLAR ÇETESİ- 2