MİNARİ XXX½ Yönetim ve senaryo: Ling İsaac Chung Kore filmi, 2020. |
Minari nedir? Filmin unutulmaz Koreli büyükannesi Soonja'ya göre şudur: "Minari en iyisidir. Her yerde yetişir, herkes onu toplayıp yiyebilir. Zengin veya fakir; herkes onu tadabilir ve sağlıklı olabilir. Çorbadan ete her yemeğe konabilir. Eğer hastaysan, sana ilaç olabilir. Minari harikadır, harika!"
Evet, bu Kore asıllı bitkiyi de civarda ekenler, 1980'li yıllarda ve Ronald Reagan'ın başkanlığı sırasında Güney Kore'den ABD'ye gelmişler, önce California'da 'civciv ayrıcılığı' yapmışlardır. Çok insanın ancak bu film sayesinde öğrendikleri bir meslek: civcivleri cinsiyetlerine göre ayırıp farklı kutulara koymak. Ve erkek olanlarını atıp dişi olanlarını korumak... Çünkü ancak onlar türün devamını sağlamaktadır!...
Yi ailesi, daha sonra ABD'de doğmuş biri kız iki çocuklarıyla birlikte Arkansas yöresindeki kırsala göçmüşlerdir: uzun bir karavan-evde yaşamak için... Evin yakışıklı temel direği baba Jacob, burada gerçek anlamda çiftçilik yapmak ve rahata kavuşmak umudundadır. Daha sonra kendi büyük çiftliklerini kurmayı bekleyerek...
Ama eşi Monica daha çok kötümserdir. Bu 'Amerikan rüyası'nın hiç de kolay olmayacağını kestirmektedir. Bu arada büyüklerinin hemen tümünü yitirmiş aileden geriye kalan Monica'nın annesi Soonja kalkıp onların yanına gelir. Bu geveze, kendi hayatını sürüp özel meraklarını doyuran yaşlı kadın, önceleri torunlarıyla, özellikle de altı yaşındaki en küçükleri David'le hiç ilişki kuramaz. Hınzır David onu hep iter; alay eder. Hatta bir keresinde illa da onun elinden içkisini bekleyen kadının bardağına olmayacak (ve burada yazılamayacak!) bir başka içecek doldurur!...
Soonja'nın en büyük merakı da bu uzak diyarda kendi ülkesinin bitki ve nebatlarını yetiştirmektir. Ki bunların başında da elbette Minari gelir. O dönemde yılda 30 bin kadar Korelinin göç ettiği ülkede, belli bir Koreli kesimini de bu yöre ağırlamaktadır. Ailemiz burada çok garip birinden de destek bulur: tam inanmış bir Hıristiyan olan, zaman zaman sırtında taşıdığı devasa bir ahşap haçla uzun yol alan ve böylece Hazret'i İsa'ya yaklaştığını düşünen mümin Paul. Ki o, kiliseye gitmek ya da gitmemek ikilemi içindeki Yi ailesine beklenmedik biçimde el uzatacaktır.
Minari işte böyle bir film. Genelde aile sorunlarını anlatmayı seven Kore sinemasından, bu kez iki kültürün karşılaşmasına uzanmış özel ve özgün bir yapım. Doğanın büyük yer tuttuğu bu ortamda zaman zaman ürkünç fırtınalar kopuyor (ailenin karşılaştığı ilk bela). Bazen de henüz bitmemiş bir yerel ırkçılık her şeyi altüst edebiliyor.
Böylece film hem bir doğa senfonisi, hem bir büyük göç olayı, hem de bir büyüme öyküsü içeriyor. Ve tüm bunlar yumuşak, duygusal, yer yer şiirsel bir sinemayla usta biçimde veriliyor.
Arada yaşı büyümüş olgun abla Anne ve kalbinden hasta olan altı yaşındaki David, hikâyenin olmazsa olmaz patetik küçük karakterlerini yaratıyorlar.
Asıl rol ağırlığıysa ana-baba ve en çok da büyükannede... Baba Jacob'da daha önce de The Walking dead, Okja, Burning gibi filmlerde kendini göstermiş olan Steven Yeun gayet inandırıcı. Eşi Monica'da Yeri Han da öyle. 'Mümin' Paul'daysa emektar Will Patton zor bir karakter rolünün altından kalkıyor.
Ama elbette en önde büyük anne var; öncelikle saygıyı hak eden... Yalnızca yaşıyla değil, oyunuyla da... Soonja rolündeki Youn Yuh-Jung, filmin 2001 yılı Oscar'larında aldığı altı adaylıktan sadece birinde ödülü almasını sağladı. Yine son derece hak edilmiş bir rolle...
Böylece bize gelmeyen, ama şu günlerde Digiturk'te gösterilen bu film, görülmeyi hak ediyor. Anlattıklarıma Kore'nin bir zamanlar (1950'lerde) Türkiye'nin asker yolladığı dost bir ülke olduğunu ekleyin. Üzerine de -elbette hiç sözünü etmediğim- final sürprizi ekleyin... İşte size yeterince neden...
YARIN: KIRMIZI