Öyle fazla sulugöz, aşırı duygusal, kaderci ve mistik bir insan sayılmam. Kendime göre inaçlarım vardır, ama kuşağım gereği içime işlemiş ‘laiklik bilinci’yle onları kendime saklarım (inanç, insanoğlunun kendisiyle Allah arasındaki kişisel bir meseledir), orada-burada açık etmem.
Ama bu Berkin Elvan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ona yönelik bitmeyen ve usanmayan saldırıları konusunda, içimde gerçek bir gazap hissi uyanıyor. Hangi din, hangi Allah inancı, hangi ilahi adalet hissi, hangi öteki dünya umudu, yaşını-başını almış bir insanı, artık yaşının (60) ona getirmiş olması gereken olgunluk, insancıllık, hoşgörü ve merhamet duygularından böylesine uzaklara savuruyor?
Daha 15 yaşında, bir sokak gösterisinde polis tarafından vurulup öldürülen bir çocuğu, aradan geçen bunca zamandan sonra hala suçlamak, hala onun manevi varlığına hakaret etmek, kederlerin en büyüğünü yaşamış bir aileyi her çıkışla, her acı sözle biraz daha üzmek gibi bir tavrı mübah kılıyor? Bunca insafsızlık, bunca despotluk hangi kalıplara sığıyor, hangi mantıkla açıklanabiliyor?
Berkin Elvan, 16 Haziran 2013 günü Taksim Gezi olayları sırasında, polis tarafından atılan bir gözyaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesiyle yaralandı, hastaneye kaldırıldı. Tam 269 gün hayata tutulmayı denedi.. Ana-babası Gülsüm ve Sami Elvan başucunda umutla beklediler. Allah hiçbir ebeveyne böylesi bir acı yaşatmasın...
Ama Berkin çocuk fazla direnemedi. Ve 11 Mart 2014’de, Okmeydanı hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Öldüğünde ağırlığı 16 kiloya inmişti..
Berkin, Feriköy mezarlığında, binlerce kişinin katıldığı bir törenle toprağa verildi. Açılan soruşturmada şüpheli olarak 18 polisin ifadesi alındı. Önce varlığı inkar edilen olay gününe ilişkin kamera kayıtları, 17 Nisan 2014 tarihinde ortaya çıktı. Ve bilirkişilere gönderildi. Dava hala sürüyor.
Tepkiler ve protestolar
Olaylardan sonra kimi tepkiler şöyle olmuştu:
Dönemin valisi Hüseyin Avni Mutlu: "Hayata tutunmak için uzun süre mücadele eden Berkin Elvan'ı kaybettik. Allah'tan rahmet, muhterem ailesi ve sevenlerine başsağlığı dilerim.".
DİSK: “...işimizi gücümüzü bir kenara bırakıyor, bulunduğumuz her yerde ayağa kalkıyor ve Berkin’i uğurluyoruz! Berkin Elvan ölümsüzdür! Onu unutmayacağız”.
Kemal Kılıçdaroğlu: "Gezi şehitleri kervanına bir evladımız daha katıldı”.
Halit Ergenç: "Bir dakika lütfen. Siz değil, sizin vicdanınız. Evet siz. Gerçekten bakabiliyor musunuz bu gözlere? Gerçekten bakabiliyor musunuz?”
Ümit Nazlı Boyner: "Berkin Elvan ailesine ve tüm sevenlerine sabır diliyorum. Mekanı cennet olsun."
Çarşı: "Berkin Elvan çocukluğumuzu kaybettik".
Berkin’in ölümünün ardından Türkiye’de Adana, Adıyaman, Antalya, Ankara, Aydın, Ardahan, Bursa, Bolu, Çanakkale, Çorum, Düzce, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Konya, Hatay, Malatya, Mersin, Sivas, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Tokat, Zonguldak illeri ile Türkiye dışındaki Kıbrıs, Nürnberg, Londra, Paris, Viyana, Helsinki, Strasburg, Stockholm, New York, Boston, Washington DC, Amsterdam, Barcelona, Bielefeld, Berlin, Brüksel, Den Haag, Dresden, Duisburg, Frankfurt, Hamburg, Köln, Lozan, Lizbon, Rotterdam, Stuttgart, Varşova, Seattle, Pennsylvania, Toronto gibi yerlerde çeşitli protestolar düzenlendi.
Ve siz, sayın Recep Tayyip Erdoğan. Bu çocuğun peşini birtürlü bırakmadınız. Bir kez bile bir küçük üzüntü belirtmediniz, ailesine bir minnacık başsağlığı dilemediniz. Gezi Olayları sırasında ölen onca gencin yanısıra, Berkin’e de en küçük bir sempati göstermediniz. Tek yaptığınız, sürekli onun ‘ekmek almaya gittiği’ değil, ‘sapanlar ve maskelerle’ protesto eylemine katılmaya gittiği oldu. Sizin onca polisinize, silahınıza, tankınıza, TOMA’nıza karşı, cebinde ‘sapan ve maske’ ile gösteriye katılan bir çocuk. Ne büyük ayıp, ne korkunç bir günah!...
Gözlerinden hayat taşan bir çocuktu o...
Oysa Berkin, gözlerini kapatan simsiyah saçları ve o kocaman, bembeyaz gülüşüyle yalnız Kürt halkının değil, insan türünün de en güzel ve sempatik örneklerinden biriydi. Gözlerinden ve gülüşünden hayat taşan bir çocuk...Onu illa da şu veya burada yine acı biçimde öldürülen başkalarıyla kıyaslamanız -en son Diyarbakır’da öldürülen Yasin Börü kardeşimizle kıyasladınız- şart mıydı? Yasin Börü’nün ‘inancını yaşayan bir delikanlı’ olduğunu da eklediniz...
Peki siz, sadece ‘inancını yaşayanlara’, bir diğer deyimle açıkça namazında-niyazında olanlara mı yanarsınız? Ben din konusunda çok şey bilmem, ama yine de size sormak isterim: sadece dindarlığını bir maske gibi suratına takmış dolaşanlar mı makbulunuzdur? İslam’ın ölünün ardından –inansa da inanmasa da- hep rahmet okuma geleneği yok mudur? Cenaze namazlarında ‘ölüyü nasıl bilirdiniz?’ sorusuna hep ‘iyi biliriz’ denmez mi bizde?
Siz ölüleri kıyaslayıp kimilerine acıyarak, ötekileriyse acıma biryana ölümden sonra bile eleştirip suçlayarak, İslam’ın ruhuna uygun davrandığınızı düşünüyor musunuz? Bu dinin ölüleri hep hayırla anmak geleneğini unutuyor musunuz?
Millete doğrusunu gösterme görevi
Eğer dediğiniz gibi, ölülerimizi dindar veya değil ayrımıyla yargılayanlar varsa, siz, en başta siz, bu milletin en tepesindeki yönetici olarak bizzat kendiniz, bu ayrımı yapmadan, ölülerimizi inançlarına göre ayırmadan, hiçbirisinden rahmetinizi esirgemeden millete öncülük ekmek, doğrusunu göstermek durumunda ve görevinde değil misiniz?
Ve hepsinin ötesinde, şu gencecik yaşında ölüp giden Berkin çocuğa bu bitmeyen kininiz neye dayanıyor? Hangi öfkeye, hangi komplekse, hangi bilinçaltı duygulara?
Ben kendi adıma ilerde, çok ilerde, bu toplumda Berkin Elvan adlı o genç adamın büyük sevgi ve saygıyla anılacağını, şimdiden dikilmiş birkaç küçük simge-anıta daha birçoğununu ekleneceğini düşünüyorum. Sizin için ayni şeyin olacağından ise –kusura bakmayın ama- ciddi olarak kuşkuluyum!...