BİR CUMHURİYET ŞARKISI X X X 1/2 Yönetmen: Yağız Alp Akaydın BKM- İş Bankası yapımı, 2024 |
Cumhuriyetimizin 100. yılı nedeniyle bu temayı ele alan birçok film geldi. Hepsi birbirinden ilginç olan... Bu da sonuncusu. Ve yine benzer bir olay... Belki bu filmler dünya değerlendirmesi içinde birer sinema başyapıtı değil, ama biz Türkler için elbette apayrı bir önemi olan yapımlar. Her halk için olduğu gibi...
Ardında İş Bankası ve BKM sanat grubu olan bu filmin yine de özel bir önemi var. Çünkü sevgili Atatürk’ümüzün sanata olan ilgisi ve düşkünlüğüyle organik bir bağ kurmuş. Ve ardından her cepheden önemli bir çaba gelmiş. Oyuncu kadrosu ise göz doldurucu. Daha ne istenir?
Bir Cumhuriyet Şarkısı filminden bir kare
Yarın gösterime çıkacak olan film 1930’ların Türkiye’sinde Ata’nın ve çevresine aldığı bir avuç yetenekli insanın, yeni kurulmuş bir devlette henüz yeterince geliştirilememiş kültürel bir devrim yaratmalarının hikayesi. Atatürk bunun için Batı’ya gözünü dikerek, özellikle müzik alanında verilmiş görkemli bir çaba harcamış. Gerçi onun bu yeni rejim içinde edebiyattan sinemaya veya tiyatroya destek ve katkıları da bilinir. Ama bu kez ana tema, eski deyimiyle ‘musiki.’ Ve operadan büyük orkestralara, virtüözden şef yetiştirmeye gösterilen gayret...
Önce -nedense- opera düşünülüyor. Dönemin önde gelen müzik insanı Ahmet Adnan Saygun (Salih Bademci), Atatürk (Ertan Saban) tarafından dönemin diliyle ‘vazifelendiriliyor.’ Adnan Saygun artık hikâyenin gerçekten önde gelen kişisi olacak ve filmi sürükleyecektir. Soyadı kanununun henüz çıkmadığı ilk günlerde (1934’te çıkacaktır) o kişilerin henüz tam adları yoktur. Örneğin tanınmış yazar, ayrıca bir avuç film de yönetmiş olan Münir Hayri Egeli (filmde yine usta bir oyuncu, Ahmet Rifat Şungar oynuyor) henüz Egeli soyadına sahip değildir.
Bir Cumhuriyet Şarkısı filminden bir sahne
Her neyse... Böylece çalışmalar başlar. Bunun için ülkenin tüm musiki insanları, kadın-erkek veya Ankara-İstanbul demeden seferber edilir. Nükhet (Şifanur Gül), Mediha (Melis Sezen), Nimet Vahidi (Birce Akalay) gibi hanımlar... Ki Vahidi ülkenin ilk opera sanatçısı olacaktır... Ya da nedense bu devrimin (yoksa bizzat Ata’nın mı?) hiç sempatizanı gözükmeyen Osman Zeki Üngör... Ama öte yandan, o bizim İstiklal Marşı’mızın bestecisi değil midir?.. O rolde de özlediğimiz Okan Yalabık çok iyi seçilip oynamış.
Böylece olay başlıyor. Dekor elbette o günün iki büyük kentidir: Ankara ve İstanbul. Bunun için o kentlerde dönemin tarihi yapıları özenle seçilmiş ve ekrana sonradan uğradıkları değişimlerden sıyrılarak, tek başlarına getirilmesi gibi zor bir iş başarılmıştır. Başka yöreler ve kentler şarkılarda geçer: Başlardaki “Burası Muş’tur/Yolu Yokuştur/ Giden Gelmiyor/ Acep Ne İştir” ya da sonlarda duyulan ve Dilek Türker’in söylediği “Kırmızı Gülün Alı Var” şarkısı gibi...
Bir Cumhuriyet Şarkısı filminden bir kare
Ama her şey öylesine zordur ki... Yalnız iç değil, dış etkenler de işleri geciktirir. Örneğin içinde müzik yapmaya çalışılan binanın yanı başında işçilerin büyük gürültü koparmaları. Ya da İran Şahı’nın aniden ziyaret kararı... Bunların hepsi özellikle tüm olayın asıl yükünü sırtına almış olan Adnan Saygun’u yoracak, hatta çılgın bir bezginliğe sürükleyecektir. Ama biricik Ata’mızın emirleri eninde sonunda gerçekleşmeden kalır mı?
Böylece ilk operamız doğar: Özsoy operası. Bugüne belki çok şey taşımasa da tarihi önemi büyük olan... Ve ilk kez yüreği müzik olan bir büyük devlet-halk-sanat birleşmesi başarıya ulaşır. Birçok sahnede Mustafa Kemal Paşa erişilen sonuçtan ne denli mutlu olduğunu açıklar. Zaten film o açıdan da önemlidir.
Bir Cumhuriyet Şarkısı filminden bir sahne
.
Bir Cumhuriyet Şarkısı filminden bir sahne
Ve kimi unutulmaz sahneler... En çok da Ata’nın bir dönem balosunda Bulgar kökenli Dimitrina Kovaçeva, kısaca Miti ile çok güzel dansı... Birçok kaynağa göre bu, Mustafa Kemal’in gerçek, ama ‘yasak’ bir aşkıydı. Daha 1910’larda Sofya’ya ataşe olarak gittiğinde genç kadına tutulmuştu. Ama bu gerçekleşememişti. Yıllar sonra bir baloda yeniden buluşup dans etmeleri... Ne romantizm ama...
Oyuncuları sizlere yeterince anıp duyurdum ve hepsini övdüm. Belki -en azından benim için- hep gizemli bir karakter olarak kalan Süleyman dışında... Onda da Mehmet Özgür ilginç bir oyun sunuyor.
Film için birkaç bilgi daha... 15 aylık bir hazırlıktan sonra, büyük bir bütçeyle 1.5 yılda tamamlanmış. 17 ayrı mekân seçilmiş. O Atatürk ve Miti’nin dans sahnesindeyse 300 metrelik organze kumaş kullanılmış. Yani hayli emek ve para birleşmiş.
Demek ki birçok açıdan görülmeye değer bir film... Bence kaçırmayın
Yarın: VENOM- SON DANS
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |