Sözcü gazetesinin cumartesi baskısı yalnız Türkiye değil, dünya basın tarihi içinde bile bir olaydır, bir zirvedir, hep anılacak bir girişimdir.
Onca sayfanın hiçbirinde, baş sayfadaki “19 Mayıs Basın Özgürlüğü Özel Sayısı” yazısından ve de her sayfadaki köşelerin başlıklarından başka tek satır bile bulunmayan...
Yani onca sayfanın okunacak hiçbir şey içermeyen bembeyaz birer boşluk olduğu bir gazetenin, normal tirajını bile aşarak 400 binlere dek satması hepimize, herkese, birazcık izan, insaf ve irfan sahibi her Türkiye ve dünya vatandaşına ders olması gereken muhteşem bir olaydır.
Gazete o haliyle benim özel arşivime girdi bile... Sanırım birçok kişi için olduğu gibi... İlerde torunlarımıza da göstermek için...
Çünkü artık bardak iyice taşmaya başlıyor. Olayların gelişimi gözleri kör bir itaat, biat ve tapınma psikolojisi içinde kayıp gitmiş bir kitlenin dışında her vicdanı isyana sevk edecek bir kıvama geliyor. Hatta geldi bile...
Daha birkaç gün önce kamu önünde Atatürk’e ağır hakaretler içeren laflar edenleri izleme, sorumlularını gözaltına alma ve dergilerini takibata alma biçiminde ortaya çıkan asgari bir Kemal Paşa sevgisinde birleşir gibi olmuştu ülke... Ama Sözcü olayını tam da 19 Mayıs’a denk getirmek, Beşiktaş Belediyesi’nin bu olayı görkemli biçimde kutlamasına yasak koymak ve şimdi de belediyeye dava açmak girişimleriyle, yine eski haline döndü. Ve ülke nabzı en gergin biçimde atmaya başladı.
Öte yanda, ünlü akademisyenler olayı... OHAL uygulamasıyla görevlerinden uzaklaştırılan yüzlerce öğretim görevlisinden ikisi, akademiysen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça açlık grevine başladılar. Bugün yanılmıyorsam tam 75. gününe ulaşan...
Gazetelerdeki resimlerine bakıyorum... Yüzlerinden iyi duygular, merhamet ve insanlık akan iki güzel insan...
Ve taa Galile’den beri insanlık tarihine mal olmuş bir eyleme başlamışlar. Son derece yanlış buldukları bir siyasal otorite eylemine hayatlarını riske atarak karşı çıkmak...
Bizim geleneğimizde olup olmaması önemli değil. Çünkü insanlığın geleneğinde var, insan olmanın fıtratında var.
Ve onlara kulak verip durumlarına eğilmek ve bu trajediye son vermek yerine, onlar için gösteri yapanları tutuklamaya kalkışıyorlar. Ki biri de onlardan birinin annesi... Bakar mısınız?
Çocuğunu kurtarmaya çabalayan bir anneyi polisine dövdürmek tarihte hangi rejime yakışırdı? Stalin’in Sovyetleri, Yunanistan’ın ‘albayları’, General Franco’nun İspanya’sı ya da Pinochet’nin Şili’sinden başka?
Yok yok, Türkiye hiç bu hale düşmemişti. Vicdan dediğimiz şey böylesine ortadan kalkmamıştı, zalimlik böylesine ortalarda gezer olmamıştı.
Bu yüzdendir ki örneğin iki komşu, ama zıt yazar, Ertuğrul Özkök ve Akif Beki ayni gün hemen hemen ayni şeyleri yazıyorlar. Star’dan Yeni Şafak’a ‘yandaş’ gazetelerde bile eleştiri salvoları başlıyor.
Ve Türkiye’de ortak bir vicdan giderek baş kaldırıyor. Sanki yüzde 49’u ağır, ama emin adımlarla yeniden toparlayacak biçimde...