Atilla Dorsay

03 Kasım 2017

Altın Palmiye’si tartışmalı bir modern sanat hicvi

Geniş bir seyirciye ulaşması hiç mümkün olmayan bir çaba olarak kalıyor

 

KARE     X  X  X
(The Square)

Yönetim ve senaryo: Ruben Östlund
Görüntü: Fredrik Wenzel
Müzik: Mark Mothersbaugh
Oyuncular:  Claes Bang, Elisabeth Moss, Dominic West, Terry Notary, Chistopher Laesso

İsveç filmi.

 

 

Avrupa toplumları rahatsız. Şüphesiz tüm dünya toplumları rahatsız. İnsanlığın uzun tarihinde öyle bir noktaya geldik ki, ne refah denen şey gerçek anlamda yaygınlaşabildi, belli bir ekonomik eşitlik ve rahatlık sağlanabildi.

Ne en azından Fransız devriminden beri ‘uygar ülkeler’in üzerinde birleşir gibi olduğu “özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ temel ilkesi kesin biçimde benimsenebildi.

Ve ne de bir zamanların o güvenilir, arkasından gidilebilir, birleştirici liderlerinin mirası iyi ellere geçebildi. Elbette tarihte de gerçek anlamda çılgınlarca yönetildiğimiz dönemler oldu. Hem de nasıl... En azından Avrupa faşizmi ve onun Hitler’den Mussolini’ye önderleri hatırlanabilir. Ya da azgın komünizmin Gulag’ları...Acıyla, pişmanlıkla...

Ama bu günler de parlak değil. Ne ABD devinin başındaki ne yapacağı öngörülemez Trump. Ne o ürkütücü Kuzey Kore Başkanı. Ne de ‘medeni Avrupa’nın kimi ülkelerindeki ırkçı, faşizan yöneticiler: Polonya’dan Avusturya’ya...Ve ne de bizim başımızdakiler.

Böylece son dönemde karşımıza gelen filmlerde genel olarak bu durumun izleri bulunuyor. 2014’deki Force Majeure- Turist filminde, bir doğa felaketi içinde erkek ve insan olmanın gereklerini yerine getirmede zorlanan bir kahramanın hikâyesini ustalıkla anlatmış olan İsveçli yazar-yönetmen Ruben Östlund, yeni filminde benzer bir öyküye sıvanıyor. Çok daha iddialı, uzun ve kendine özgü bir filmle...

Film Stockholm’de bir modern sanat müzesinin baş küratörü olan Chistian’ın öyküsü. Boşanmış ve iki çocuğuyla yaşayan Christian, müzenin yeni atılımlarına önderlik ediyor: bir yandan yepyeni sanat akımlarını yansıtan sergiler düzenlerken, öte yandan binanın önündeki meydanda 4x4 metre karelik bir alan, herkese açık bir buluşma ve ileşitim kurma mekanı ilan ediliyor.

Ama sonra işler karışıyor. Bir yandan Christian kalabalık bir meydanda tehdide uğrayan bir kadına yardım etmeye çalışırken, telefonundan saatine, cüzdanından kol düğmelerine (!) her şeyini çaldırıyor: olayın tümüyle bir tuzak olduğunu da anlayarak...

Öte yandan, Kare projesini açıklamak için yapılan basın toplantısında, Christian çok zorlanıyor. Ve gelen eleştirilere yanıt veremiyor. Bu artık onun için bir çöküşün başlamasıdır. Ve cinselliğinden babalığına, mesleğinden kamu ilişkilerine birçok şeyi yeniden sorgulayacaktır.

Bu çok özel, açıkça ‘entelektüel’, kesinlikle modern sanat hamisi film, bence geniş bir seyirciye ulaşması hiç mümkün olmayan bir çaba olarak kalıyor. Amaçlanan sanat soslu incelikli taşlama ancak yer yer ilginç bir hal alabiliyor. Ki o zaman bile o bölüm bir bütünün parçası haline gelemiyor, kendi başına özgür bir ‘skeç’ olarak kalıyor. 

Örneğin o son derece başarılı yankesicilik sahnesi. Çok ilginç de, Christian gibi hayatta kesinlikle başarmış birinin ne kadar öfkelense de, sadece soyulduğu için öyle bir bunalıma girmesi ve sanki etrafına (koca bir apartımanın tüm sakinlerinden başlayarak) savaş açması inandırıcı değil.

Ya o uzun davet bölümü? Gayet şık bir kalabalığın yemek yediği bir salona dalan bir ‘performans sanatçısı’, üzerindeki Tarzan kılığıyla ürkünç bir ‘maymun adam’ kılığına giriyor  ve davetlilere kök söktürüyor!...

Ya da o öfkeli, asi çocuğun Christian’ın hayatını zehir ettiği bölümler...Ya da çağdaş müzeciliğin biraz gölgede kalmış bir yanı, eser ve sanatçı üzerinden büyük kazanç sağlama hırsı...

Aslında tüm bunlar ilginç. Ama film genelde amaçladığı sürekli ironiyi, giderek makul biçimde güldürme işlevini yerine getiremiyor. En azından aşırı uzunluğunu giderebilecek bir ilginçlik düzeyine erişemiyor.

Ayrıca bu tür sahneler daha önce de denendi. O ziyafet bölümünün benzeri, yakın zamanda yine andığım (ve gelecek ay Milliyet-Sanat’ta mercek altına alacağım) Bunuel filmi Burjuvazi’nin Gizli Çekiciliği’nde, o ‘maymun adam’ sahnesi Lars von Trier’in Budalalar filminde yok muydu? Filmin denediği komedi tarzı önceki yılın sürpriz Alman filmi Toni Erdmann’da karşımıza gelmemiş miydi? Çok daha başarılı biçimde?

Ya Cannes’ın geçen yılki Altın Palmiye’si? O festival ve o ödüle olan tüm saygıma karşın, bu kez bu seçime katılamıyorum. Tıpkı birkaç yıl önce bir Terrence Malick filmine gideni gibi...

Demek ki öncelikle entel bir seyircinin, ayrıca da modern plastik sanatlara ilgi duyanların bir ölçüde keyif alacağı, ama geniş kitleye göre olmayan bir deneme. 

Yarın: OHA DİYORUM ve TESTERE