Atilla Dorsay

24 Mayıs 2016

Altın Palmiye'de tartışmaya açık jüri kararları

Yıllardır belirgin bir 'yaratıcı yönetmen' politikası izleyen Cannes bile, kimi zaman çok tuhaf seçimler yapabiliyor

Cannes

Genel olarak düzeyinin yüksekliği kabul edilen 21 filmin Altın Palmiye için yarıştığı 69. Cannes şenliğinde jüri kararları yine sürprizler içeriyordu. Her yıl olduğu gibi…

İngiliz Ken Loach’un filmi aslında benim çok sevdiğim bir filmdi. Tanığım da var: Yarına Bakış’ın 18 Mayıs nüshasındaki yazım… Özetle şöyle demiştim: “Yarım yüzyıllık kariyerinden ve bunca filmden sonra, ustanın emeğe ve emekçiye adanmış bir sinemanın hâlâ en iyi yaratıcısı olduğu açık.”

Dolayısıyla, kapitalizmin sanki 19. yüzyıldaki vahşi haline ve hatta daha beterine dönüştüğü bu çağda, bu filmin ve bu tür bir sinemanın  işlevi ve soyluluğu yadsınabilir mi? Hatta o yazımı “Bize bir Ken Loach yetmez, birkaç tane olsun” diye bitirmiştim.

 

“Toni Erdmann’ı unttular!”

 

Demek ki, jürinin de benzer biçimde düşünüp 80 yaşındaki sanatçıya ikinci Altın Palmiye’sini vermesine eyvallah!.. Ama ya diğer ödüller? Son güne dek herkesin gözdesi ve eleştirmenlerin birkaç dergide verilen farklı yıldız tablolarının hepsinde en tepede olan Alman filmi Toni Erdmann’ın tümüyle unutulması? Hadi filme vermediler. Bari bir yıldız gibi ışıldayan baş kadın oyuncusu Sandra Hüller’e yer veremezler miydi?

Allah’tan bu filmi FIPRESCI jürisi hatırladı. Ve Alin Taşçıyan’ın başkan, Vecdi Sayar’ın da üye olduğu bu jüri, filmi yarışmanın en iyisi seçti. Yaşasın sinema yazarları, yaşasın Alin ve Vecdi!…

Diğer ödüller tartışmalı olsa da bir ölçüde makuldü. Kendi adıma, festivalin son günü oynadığı için üzerinde yazamadığımız İran filmi Satıcı’nın (yönetmeni: Asghar Farhadi) hem senaryo hem de erkek oyuncu (Şahab Huseyni) ödüllerine uzanmasını da sevdim.

Ama ya yönetmen? Paylaştırılan bu ödülün ilk adı, Mezuniyet (Bakalorya) filmiyle Romen usta Cristian Mungiu’ya itirazım yok. Ya Personal Shopper’la Fransız Olivier Assayas? Gazetedeki yazıma ‘Gördüğüm en ukala film’ başlığını koyduğum bu züppe filmin o ödülü hak ettiği söylenebilir mi?

Neyse… Bu tartışmalar bitmez. Ama şu noktaya işaret etmek istiyorum. Film seçiminde en titiz davrandığı söylenebilecek olan ve yıllardır belirgin bir ‘yaratıcı yönetmen’ politikası izleyen Cannes bile, kimi zaman çok tuhaf seçimler yapabiliyor.

Bunu sadece Assayas’ın filmi için söylemiyorum. Onun kadar nefret ettiğim Danimarkalı Nicolas Winding Refn’in Neon Şeytan saçmalığı (Allah’tan ödül almadı) ya da Fransız Bruno Dumont’un Ma Loute tuhaflığı (kimi Fransızlar bayıldı, ama o da ödül almadı) için de söylemiyorum.

 

Sean Penn’in skandal filmi

 

Ama yine sonlarda öyle bir film oynadı ki… Çok sevilen aktör, birkaç ilginç filmin yönetmeni ve hep ilerici davaların sözcüsü Sean Penn’in The Last Face – Son Yüz filmi tam bir skandal yarattı. Neon Şeytan gibi cinselliği veya yapay estetiğiyle değil. Ama içeriğiyle, özüyle… Önemli bölümü Afrika’da çekilmiş, talihsiz kıtanın en yoksul ve zavallı kesimine ve bitmeyen iç savaşlarına uzanan hikâyenin, sonuç olarak tüm bunları hiç inandırmayan yapay bir aşk ilişkisine malzeme olarak kullanması…

Evet, sanki kara kıta ve sorunları, filmi yapanların umurunda bile değildi. Ve her şey alabildiğine uyumsuz Charlize Theron ve Javier Bardem ilişkisine fon sağlamaya yönelikti.

Bu tavır müthiş tepki aldı. Hem gösterimde hem basın toplantısında ıslıklar ve hakaretler yağdı. Gazete eleştirileri de insafsızdı. Hatta Liberation gazetesi, ünlü Fransız kibarlığını unutup Theron’un botokslarından bile söz etti!.. Filmin oyuncuları ve de yönetmen Penn, büyük prestij kaybına uğradılar. Cannes’da böylesi de olabiliyor!..

Son bir not daha. Semaine de la Critique – Eleştirmenlerin Haftası denen yan bölümde yer alan Türk filmi, Mehmet Can Mertoğlu imzalı ‘Albüm’ de çok iyiydi ve oldukça beğenildi. Kendi çapında bir ödül de aldı, o bölümdeki filmler arasında: Fransa Keşif Ödülü… Tüm ekibi içtenlikle kutluyorum.


Bu yazı ilk olarak Yarına Bakış'ta yayımlanmıştır