Atilla Dorsay

13 Mayıs 2018

Afyon: Kaplıca, Peri Bacaları, Frig uygarlığı ve Mevlevilik ülkesi

O kadar çok şey var ki anlatacak. Nereden başlasam?

Afyon, Afyon... Birkaç kez ziyaret ettiğim, beni hep memnun bırakan ve kalbimi çalan bir kent...

Yıllar önce (on yıl oldu mu?) en son, sevgili Hüseyin Başkadem’in başlattığı caz festivallerinden birine gitmiştik. Birkaç yıl üst üste... Sonra olmadı.

Bu yıl, o kentte tek başına harikalar yaratan sanat aşığı Başkadem bizi yine çağırdı. Önce beş yıl provalarını yaptığı, sonra düzenli ve organize hale getirdiği bu çifte festivali (biri klasik, öbürü caz müziğine ayrılmış), tam 18. kez yineliyordu.  Ve bizi ikisine de davet ediyordu.

 Cazı seçtik. Temel nedeni kızım müzisyen Ece Dorsay’ın da tek başına bir konser verecek olmasıydı. Yerli-yabancı  bir avuç isim arasında...

Ve kalkıp gittik. Beş günlüğüne... Bir gün Ece’nin konseri, sonra üstüste iki gün benim iki okuldaki sinema söyleşilerim. Ve arada da kaçınılmaz olarak yöredeki tarihsel ve arkeolojik hazineleri ziyaret... 

Hemen söyleyeyim: Her şey çok güzel geçti. Açılışta bir ödül de alan sevgili dostum, eskimeyen şarkıcı Ömür Göksel’in konserine yetişemedik gerçi... Ama sonraki gün onlarla çok hoş bir anılar gecesi yaşadık. Şimdi de bendeki tam sekiz albümünü sıraya koydum, dinliyorum!..

Okullarda gençlerle buluşmak...

O kadar çok şey var ki anlatacak. Nereden başlasam? Ben iki okulda konuştum: Afyon TED koleji ve Güzel Sanatlar Lisesi. İkisinde de kalabalık ve çok genç bir kitleye seslenmek harikaydı.

Ece’nin konseri de çok iyiydi. Bilenler bilir: Ece’yı bugüne dek hiç övmemiş, hakkında yazmamışımdır. Ama 20 yıla yakın bir kendini adayıştan ve üç albümden sonra, sanırım bunu yapabilirim.

Son dönemde ‘cover’lara da başvurarak, her şeyini kendisi yaparak tek başına yaptığı müzik bence çok iyi bir yere geldi. Ondan Les Hommes Qui Passent (Patricia Kaas şarkısı), Fly Me to the Moon gibi klasikleri veya Kırmızı Karanlık, Aşksız Tango, Sarıl Bana gibi kendi bestelerini dinlemeyen çok şey kaybetmiştir.

Son dakikada o da okul programlarına alındı ve yine TED’de bir konuşma yaptı. Arada şarkı da söyleyerek...Ve okulun müdürü, çok kaynaştığımız Hayretin  Balıkçı, bana açıkça “Darılmayın ama, kızınız sizden daha çok ilgi gördü” dedi. Söyleyin, nasıl darılmayayım!..

Eski Afyon’da yeni keşifler

Afyon gezilerine gelince... Bu kentin ne denli turistik bir yer olduğunu ve aslında çok daha da iyi olabileceğini bir kez daha gördük. O eski Afyon sokakları, rengarenk evleri, küçük dükkanları... Bedesten’i gezip alış-veriş yapmak. (Ben onar liradan aldığım o gerçek deri kemerleri düşünüyorum!). O eski Nur lokantasında hayatımın en leziz işkembe çorbasını içmeye ve ünlü köftesini yemeye her daim hazırım!...

Yine bilenlerin iyi bildiği Afyon Arkeoloji Müzesi’ni müzenin eski müdürü Ahmet Ilaslı bize bizzat gezdirdi, sağolsun. Eserlerin zenginliğine hayran olduk. Ama örneğin vitrinlerin aydınlatmasını yetersiz bulunca, Ahmet bey bize anlattı ki, yeni müze yıllar önce ihale edilmiş, yarıdan çoğu da bitmiş. Kaldığımız NG Otel’in hemen yakınındaki kule biçimli yapı. 

Ama pek sık görülen bir şey olmuş: yapıcı firma iflas etmiş ve bırakıp gitmiş. Tam yedi yıl önce...Böylece ne o bitebiliyor, ne de eski müzeye yatırım yapılabiliyor. Buyurun çözün bakalım!.. Üstelik böyle şeyler öylesine yaygın ki.....

Başka müzeler de vardı. Örneğin Selçuk döneminden kalma Ulu Cami. Düz ahşap tavanı, hep ahşap sütun başlıkları, enfes mihrabı ve uhrevi atmosferiyle unutulmazdı.

Mevlana’nın dünyasına dalmak

Mevlevi türbe camisi ve müzesi de muhteşemdi. Bir adı da Sultan Divani müzesi olan yapı, Anadolu’da Konya’dan sonra en önemli mevlevihane idi. Ve adını 16. yüzyılda Hz. Mevlana’nın 7. kuşak torunlarından olan Divani’den (Divane Mehmet Çelebi) alıyordu. “40 Hatimli Şifali Aşure” geleneğini başlatan ve hala sürdüren tek mevlevihane...

Bu görkemli müzeyi de yazar-araştırmacı Hasan Özpınar’ın rehberliğiyle gezdik. 1902’de tümüyle yanıp yeniden yapılan ve 2009’da çağdaş bir müze olarak ziyarete açılan odalarda, mankenler aracılığıyla hanenin günlük yaşamını, dönemin adetlerini ve sufi gelenekleri öğrenmek çok ilginç bir deneyimdi. Aldığımız birkaç önemli kitapla birlikte....

Ayrıca müze olan Millet Hamanı’nı, Belediye Kültür ve Sanat Evi’ni, görkemli Taşhan’ı da gezdik. Hepsi tepede, Afyonkarahisar Kalesi denen, doğa ve tarihin eşsiz buluşması o kartal yuvasının nezareti altında olan...

En tepede Hititlere dek inen, Frig ekleri de olan tarihsel kalıntılar vardı. Şimdilerde orayı ziyarete ve turizme açmak için bir teleferik düşünülüyormuş. Ama bu ‘çılgın proje’nin Afyon’un aydın ve tarihsever halkı tarafından pek ciddiye alınmadığını da ekleyeyim.


Yarın: FRİG VADİSİ BOYUNCA YÜRÜMEK

Not: Bugün (Pazar) Sarıyer Kitap fuarında olacak, saat 14.00’den itibaren söyleşi yapacak ve kitap imzalayacağım.