X X X X (Beau is Afraid) Yönetim ve senaryo: Ari Aster ABD- İngiltere- Kanada yapımı, 2023 |
Önce karanlık perdeden gelen garip gürültüler; sonra birden gözlerimizi patlatan ışıklar... Ve iyi bir aile olan Wassermann'lardan gelen Beau ile tanışmamız... Babasını hiç tanımamıştır, onun ölüm yıldönümünde mutlaka annesini görmeye gidecektir.
Ama gidemez. Birçok telefona ve konuşmaya rağmen... Çünkü inanılmaz bir yetenekle canlandırılmış bir şehirde yaşamaktadır. Sokakta yatan cesetler; boyalı bedenleriyle koşuşan insanlar; bir binanın tepesinden atlamaya hazırlanan birine 'hadisene' diye bağıranlar... "Doğum günü çocuğu" olduğunu ilan eden çıplak adam...
Bunlar yetmezmiş gibi evinin içindeki olaylar... İlacını mutlaka suyla birlikte alması gerekirken kesiliveren sular, komşudan gelen çıldırtıcı müzik, çalınan bavulu ve eşyası...
Ve sonunda gidemese de yeniden konuşmaya başlamayı umduğu annesinin telefonunda onu değil, onun öldüğünü ve başsız cesedinin bulunduğunu söyleyen kişiler... O anne ki onu babasız yetiştirmiş, küçükken 'benim havucum' diye çağırmış ve hep çok sevmiştir...
Sonra neler olmaz ki... Binasına dalan serseriler yüzünden yine çıplak sokağa fırlayan Beau'ya bu kez bir araba çarpar. Tanınmış cerrah Roger ve eşi Grace'in arabası... Bu çift onu evlerine alır ve yaralarını tedaviye başlarlar. Ama öte yanda annesinin defni için onun bir an önce oraya gitmesi gerekmektedir. Çünkü kadın vasiyetinde oğlu olmadan gömülmesine izin vermemiştir.
Bunun üzerine cerrah ve eşi onu bizzat oraya götürmeyi planlar. Ama bu Beau'nun talihi ne yazık ki adı gibi güzel değil, tersine son derece tatsızdır. Bu kez çiftin genç kızları Toni her şeyi bozacaktır. Ailesi dahil her şeyden nefret eden bu kızcağız öylesine dalaverelere girişir ki... Yakın arkadaşıyla birlikte sanki cehennemin melekleridirler!... Sonunda Roger- Grace çifti Beau'dan nefret eder ve evlerinden de, hayatlarından da kovarlar.
Görüldüğü gibi bu tam anlamıyla ezik, hayatın gadrine uğramış bir adamın hikâyesidir. Hayatın her dakikasını zehir ettiği bir adam... Arada Beau gençliğini hatırlar, çocukluk aşkı Elaine'i hayal eder. Ve birden bir küçük mucize olur. Ormanın Yetimleri adlı ve adı üstünde doğanın içinde yaşayan bir gurubun içine düşer. Orada herkes onu tanır ve sever. Yaptıkları bir tür Açıkhava Tiyatrosu'dur: Wassermann Sirki adıyla sunulan... Ve tüm bu bölüm bir animasyon sineması desteğiyle sunulur. Filmin en hoş sürprizlerinden biri...
Sonuç olarak bu çok kendine özgü film birçok türü nefis biçimde birbirine karıştırır: dram, aile filmi, komedi, fantezi, korku, fantastik, hatta dehşet... Sonuncusu için bir sahneyi zikredeyim: Beau'nun banyoda bir erkekle bedenlerinin altlı-üstlü karıştığı sahne. Cinsellik filan değil, tam bir korku zirvesi... Cinsellik deyince hatırlatayım: film öylesine bir seks sahnesi içerir ki, parmaklarınızı ısırabilirsiniz!... Zaten ailenin seks ve de çocuk yapma konusunda öyle bir özelliği vardır ki... Artık filmde öğrenirsiniz!...
Demek ki üç saatlik süresine karşın, yer yer biraz dağılsa ve karışsa da, merakla kendisini izleten bir film. Yönetmen Ari Aster Yahudi kökenli bir Amerikan yönetmeni. 20'lerin sonlarında üst üste çektiği Hereditary ve Midsommar filmleriyle büyük ilgi çekmiş. Bu filmde de, kent sokaklarından karakterleri iyi seçip yönetmeye, hayli başarısı var.
Başrolde Beau kişiliğinin çok farklı yaşlarını (çocukluğu dışında: onu Armen Nahapetian oynamış) büyük ustalıkla oynayan Joaquin Phoenix dikkate değer. Bu Puerto Rico kökenli, tavşan dudaklı oyuncu, yıllar boyu yeteneğini çok iyi kanıtlamıştı. 2001'de Gladyatör filmiyle yardımcı oyuncu, 2020'de Joker filmiyle baş oyuncu olarak Oscar almış, ayrıca iki filmle de aday olmuştu.
Onu anarken kardeşi, ona göre çok yakışıklı, melek yüzlü River Phoenix'in sadece 23 yaşında uyuşturucuya kurban olarak öldüğünü de hatırlatayım. Tipik bir Hollywood trajedisi... Ayrıca annede Patti LuPone, Grace-Roger çiftinde Amy Ryan ve Nathan Lane, Toni'de Kylie Roge, Beau'nun karısında Catherine Berube'yi de anayım.
Yarın: Saint Omer eleştirisi
Okurlarıma not: Yarın (Cumartesi), ekte tanıtımı olan İstanbul, Kadıköy'deki Tepe Nautilus AVM'de son kitaplarımla birlikte imzaya geleceğim. Oralardaysanız, beklerim... |
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |