Atilla Dorsay

22 Haziran 2018

90'ların Diyarbakır'ında Kürt olmak...

Tarihin beşiği Diyarbakır’da insanlar, aynı ırktan bile olsalar, kolayca kaynaşabilirler mi?

 

RENKSİZ  RÜYA      X  X  X  X
(Hewno Bereng)

Yönetim ve senaryo: Mehmet Ali Konar
Görüntü: Yağız Yavru
Müzik: Mehmud Berazi, Xebat Aşmi
Oyuncular: Civan Güney Tunç, Bilal Bulut, Orhan Alıcı, Cuma Karaaslan, Midas Muhammed, Sevgi Yusufoğlu 

Zerr Film- MTA yapımı

 

 

Son İstanbul film festivalinde gösterilip beğenilen ve yarışmada bir mansiyon alan, ayrıca Ankara festivalinde de en iyi film, müzik, görüntü yönetmeni ve yardımcı oyuncu ödüllerini toplayan bu çok ilginç film gösterimde.

Mehmet Ali Konar’ın yazıp yönettiği film, aslında 90’lı yıllarda Diyarrbakır’da geçiyor. Ama her gün her yerde geçebilir, günümüz Türkiye’sinde. Özellikle de Doğu tarafında...

Mirza on ikinci baharını süren bir çocuktur. Onu filmin başında, bir kentin loş sokaklarında, gizemli bir gece yürüyüşü yaparken görürüz. Ve sonra bunun bir rüya olduğu anlaşılır.

Bu rüyalardan bolca görmektedir, küçük Mirza... Annesinin ölümünü unutamamıştır. Altı kız kardeşi birer birer evlenip uzaklaşmışlardır. O babası ve ağabeyi Hüseyin’le yaşamakta, rüyaları yüzünden hem sürekli altını ıslatmakta, hem de derslerinde yeterince başarılı olamamaktadır.

Birden Mir Ahmet çıkagelir. İki saatlik mesafede yaşayan, kardeşi ‘dağa çıktığı’ için devletin şüphesine ve takibine uğrayan ve birçok benzeri gibi ‘serseri bir kurşun’un hedefi olmaktan korkan bir genç adam...Bunun için biraz uzaklara gitmek istemiş ve Hüseyin’lere sığınmıştır.

Ama babaları bunu pek hoş karşılamaz. Mirza ise çekingendir: bu gizemli adam onun için bir bulmacadır. Giderek arkadaş olurlar.  Özellikle Ahmet’in ona sürekli yardım etmesi, hatta okuldaki müzik çalışmaları için bir saz alıp getirmesinden sonra... 

Ama bu dostluk gerçek olabilir mi? Tarihin beşiği Diyarbakır’da insanlar, aynı ırktan bile olsalar, kolayca kaynaşabilirler mi? 

Hele o meşum 90’lı yıllarda, o kentte ve o yörede yürürken bile yaşamından emin olmak mümkün müdür?

Bu tümüyle Kürtçe çekilmiş, oldukça kısa (75 dakika), alabildiğine sakin ve yer yer şiirsel film, bu özelliklerini aşan bir güce kavuşuyor.  Diyarbakır’ın kullanılışı etkileyici: ufukta yükselen eski surların içindeki tümü taştan evler; isimleri boyayla yazılmış dar sokaklar; çoğu zaman gelişigüzel ve girift bir yapılaşma. Loş çarşılar, yerel sanat atölyeleri, zaman zaman sergilenen Kürt folkloru.

Ve bu dekor içinde dolanan bir avuç yetenekli oyuncu. Hepsi iyi, ama Mirza’daki gencecik Civan Güney Tunç’a apayrı bir övgü. Umarım devam eder.

Sonuç olarak film alçakgönüllü sınırlarını aşıp, özellikle 90’larda bu ülkede Kürt halkının yaşadığı ortak karabasana, ırk temelli kıyıma tanıklık getiriyor. Ve bu halkın paylaşılmış matemine ışık tutuyor.

Kesin ve keskin çizgilerle değil. Göstermekten çok duyumsatan, saptamaktan çok anımsatan biçimde...

Ve tüm bu özellikler en çok sakin, ama içten içe kaynayan görkemli finalde ortaya çıkıyor.

Umarım bu tür filmler bu yönetmenden veya başkalarından gelmeye devam eder. Eğer sonunda ‘barış’ olacaksa, buna sinemanın da önemli bir katkısı olmalıdır, olacaktır.