Tarık Akan öleli beş yıl olmuş… İnanmak kolay değil. Çeşitli anmalar olacaktır. Ben size bir yandan onun için yazdığım eski bir yazımı sunmak istedim. Hem de anmalar arasında belki en önemlisi olacak birini, Büyükçekmece Belediyesi’nin girişimini... Bu akşam onu törenle anacaklar. Arada benim de üzerine konuştuğum bir belgesel gösterecekler.
Ama bizzat gidemiyorum, çünkü aşağıda sözünü edeceğim bir başka olaya katılmak zorundayım. Belediye başkanı sayın Dr. Hasan Akgün’e minnet duygularımı sunuyorum. Ve işte sözünü ettiğim o Tarık yazım:
Tarik Akan: Bir sinema idolünden siyasal bir savaşçıya geçiş
Tarık Akan olasılıkla sinemamıza gelmiş geçmiş en yakışıklı, en güzel yüzlü oyuncuydu. Türkiye’de çok popüler bir sinemanın oyuncularını Actor’s Studio tarzı bir oyunculuk okulunda değil (bunun en küçük bir örneği bile yoktu), yine çok-satan Yıldız, Artist, Ses gibi dergilerin kapak yarışmalarında bulduğu; genel eğilimin fizikleriyle avantajlı, genç, güzel ve yakışıklı yüzler olduğu bir ortamda, yılın kapak yıldızı seçilmek şöhrete giden en kestirme yoldu.
1971 yılında sıra Tarık Tahsin Üregül’e gelmişti. Kalabalık Bakırköy semtinden gelen, 22 yaşında, genç kızları tavlamak için tüm kozlara sahip bir delikanlı. Uzun boylu, aydınlık yüzlü, yeşil gözlü, dayanılmaz bir gülüşü olan bir Türk Alain Delon’u. Ki onun Faibles Femmes filmini birkaç yıl sonra Üç Sevgili adıyla çekecekti.
O yıl Ses Mecmuası’nın yarışmasında birinci seçilip sinemaya atılınca, adını Tarık Akan yapmıştı. Ve Solan Bir Yaprak Gibi, hemen ardından, Türkan Şoray’la oynadığı Melek Mi, Şeytan Mı? filmlerini çevirmişti. Ama yapımcılar önce onu gösterime sokmuşlardı. Çünkü “ilk filmini Şoray’la çekme” olayının önemine inanılırdı.
Sonra melodramlar, komediler gibi tür filmleri geldi. Sinemamızın bir duraklama döneminin hemen öncesinde birden patlama yaptığı o yıllarda, jön-prömiye’miz film üstüne film çekiyor, daha 1972 yılında Suçlu filmiyle Antalya festivalinde en iyi erkek oyuncu seçiliyordu.
Tam 7 kez alacağı bu ödülün ilki...
Art arda Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi starlarla çektiği filmler büyük ilgi görüyordu. Eğitimi yoktu, her şeyi yaparken öğreniyordu. Dönemin tüm ünlü yıldızları gibi...
Arzu Film kadrosuna girmek
Başarısı yapımcı-yönetmen, Arzu Film’in sahibi Ertem Eğilmez tarafından fark ediliyor ve o firmanın zengin kadrosu içinde yerini alıyordu. Özellikle de Sadık Şendil, Ergin Orbey, Umur Bugay gibi değerli kalemler tarafından yazılmış popüler güldürülerde…
Ve de yine o dönemin ve o firmanın neredeyse büyük yıldızlardan daha çok sevilen karakter oyuncuları tarafından çevrilmiş olarak... Böylece Adile Naşit, Münir Özkul, Feridun Çölgeçen, Hulusi Kentmen, Mualla Sürer ya da dönemin komedi alanındaki büyük adları olan Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe’yle birlikte... Akan bu büyük adların arasında güzel ve masum gençliği temsil ediyor ve komediye romansı ve aşkı ekliyordu.
Özellikle de efsanevi Hababam Sınıfı serisinde... En mütevazı biçimde, sevilen yazar Rıfat Ilgaz’ın popüler romanlarının iddiasız uyarlamasıyla başlayan seride, o Damat Ferit idi. Bir erkek lisesinde, her türlü hayalci, şakacı, avare, tembel ve de oyun sever yeni-yetmenin dolaştığı o sınıf, sanki 70’ler Türkiye’sinin sorumsuz eğitim sisteminin, giderek toplumsal yapısının bir yansıması haline geliyordu. Ve bu hâlâ izlenen ve zaman zaman yeniden çevrimi söz konusu olan filmler, tüm zamanların en çok izlenen filmleri arasında yer alıyordu.
Arada başka filmler de vardı; komedi, müzikal veya aşk öyküleri. Ve bunların uygun dozda karışımı... Sev Kardeşim, Tatlı Dillim, Üç Sevgili. Bir küçük başyapıt olan Canım Kardeşim... Oh Olsun, Boş Ver Arkadaş, Mavi Boncuk, Ah Nerede. Arada farklı ve önemli çabalar: Lütfi Akad’la Esir Hayat, Yücel Çakmaklı’yla Memleketim. Sonra o ilginç Safa Önal dramı Umut Dünyası. Yani neredeyse ideal bir kariyer.
Siyasal bir bilincin doğuşu
Tarık Akan, 1977’deki sansürü protesto yürüyüşünde (Fotoğraf: Atilla Dorsay)
Sonrasında yaptığı Şerif Gören imzalı Baraj ve Nehir gibi, doğanın olağanüstü bir fon oluşturduğu filmler geldi. Ama o daha ne denli kocaman bir yüreği olduğunu gösterememişti. Bu şansı ülkenin o gergin siyaset yıllarında, bir askeri müdahalenin yaklaştığı 70’lerin sonlarında bulacaktı. 1978’lerden başlayarak açıkça emeğe adanmış, Yılmaz Güney sinemasının izlerini takip eden, “devrimci” bir ruh taşıyan filmler, sinemamızın hemen ilk siyasal film örnekleri. Yavuz Özkan’ın Maden ve Demiryol, Zeki Ökten’in Sürü, Şerif Gören’in Yol, Erden Kıral’ın Kanal, Atıf Yılmaz’ın Adak filmleri gibi.
Bu filmler onun gelecekteki sanatsal ve toplumsal kimliğini belirleyecekti; sola angaje bir kişilik, emeğe saygı duyan filmler. Bunun yanı sıra, her türlü solcu ve ilerici, eylem ve yürüyüşe katılmaya hazır bir Yeşilçam starı. Bunların arasında 1977 yılında birlikte katıldığımız ünlü Sansürü Protesto yürüyüşü (İstanbul-Ankara), 12 Eylül sonrasının Aydınlar Bildirisi ya da Yılmaz Güney’i İmralı’daki açık hapishanesinde ziyareti de vardı.
Akan mütevazı kökenlerinin onu ittiği yola girmişti, en doğal ve kaçınılmaz biçimde... Ve özellikle, Zeki Ökten ve Şerif Gören’in büyük emeklerine yaslansalar da Güney’in damgasını taşıyan Sürü ve Yol’la tüm dünyada da tanınmaya başlayarak...
Güney’in hapisten kaçarak gittiği ve Yol’u da (belki bizzat) götürdüğü Fransa’da, 1982 Cannes Festivali’nde son dakikada boy gösterip filmi sunması ve filmin (Costa-Gavras’ın Missing-Kayıp filmiyle ortaklaşa olarak) Altın Palmiye’yi kazanması. Ve Güney dışında hiçbir sanatçımızın orada olup sahneye çıkamaması; ne yönetmen, ne de oyuncular... Bu Akan’ın hep üzüldüğü bir şey olarak kalacaktı. Ne yapalım ki tarih öyle gelişmişti.
80’ler ve sonrası
80’lerde Erler Film için gösterişli filmler yapan Halit Refiğ yapımlarında çalıştı: Beyaz Ölüm, Kayıp Kızlar, Alev Alev… Ve ilginç bir Zeki Ökten filmi: Pehlivan. Sonuncusu benim de bulunduğum 1984 Berlin Festivali’nde ona bir özel ödül getiriyordu. Arada Şerif Gören veya Ali Özgentürk’ün de aralarında olduğu ilginç yönetmenlerle çalışıyordu: Derman, Bir Avuç Cennet, Halkalı Köle, Beyoğlu’nun Arka Yakası, Su Da Yanar, Çark, İkili Oyunlar gibi farklı projelerde... Orhan Oğuz’un Üçüncü Göz’ü gibi çok aykırı bir filmin yapımcılığını yüklendiği de oluyordu. O dönemden en çok 1990’da çektiği ve siyasal sinema alanında aşılmaz bir zirve saydığım Yusuf Kurçenli filmi Karartma Geceleri sayılabilir.
Bir zamanlar yönetmen Yusuf Kurçenli, yönetmen Ziya Öztan, İdil Fırat ve Tarık Akan
(Fotoğraf: Atilla Dorsay)
Aynı tavır giderek azalan filmlerle 90’larda da sürdü: Berdel, Uzun İnce Bir Yol, Yolcu, Çözülmeler, Mektup, Hayal Kurma Oyunları. 2000’lerde yine çok az film: Eylül Fırtınası, Gülüm, Abdülhamid Düşerken, Vizontele Tuuba, Deli Deli Olma... Birbirinden farklı filmler, değişik bir şeyler arama çabaları.
1979-80’lerden itibaren yoğunlaşan biçimde Antalya’dan yağan ödüller. 7 kez Altın Portakal; bir de Yaşam Boyu Başarı ödülü.
O hepimizin gençliğiydi...
Akan ayrıca yarım düzine kadar TV filmi/dizisi çekti, on kadar belgesele katıldı. Bunlar arasında Yılmaz Güney belgeselinden Anadolu arkeolojisine değişik çabalar var; yatırım yaptığı veya bazen bizzat yönettiği...
(Fotoğraf: Atilla Dorsay, 2004)
Ama en önemlisi bence sözlerine sadakati. Bir kez sosyalist oldu, hep öyle kaldı. Bir kez devrimciliğe soyundu, ona da bağlı kaldı. 12 Eylül’den sonra tutuklandı, aylarca hapiste yattı. Ve ondan bir kitap çıkardı: “Anne, Kafamda Bit Var”. (2002)
Özel hayatını hiç sergilemedi. Birlikte üç film çevirdikleri Emel Sayın’la büyük aşkları ancak ölümünden sonra, Sayın’ın itirafları üzerine gündeme geldi. 1986’da Yasemin Erkut’la evlenip üç çocuk yapmışlar ama sonra boşanmışlardı. Ve Tarık 1990’lardan itibaren Acun Günay’la yaşamaya başlamıştı. Ama tüm bunları kimse bilmedi, kimse yazmadı. Günümüzle kıyaslayabilir misiniz?
Tarık Akan ve Sibel Kekilli (Fotoğraf: Atilla Dorsay)
Buna karşılık, ona ihtiyaç duyulan her yere gider, her işe koşardı. FETÖ kumpaslarıyla sahte suçlardan yargılanan Türk ordusu subayları için Silivri mahkemelerine, basına karşı açılan davalar için Çırağan’daki Adalet Sarayı’na... Ve de Gezi olaylarında ağaçları kurtarmaya çabalayanların yanı başına…
Tarık Akan işte tüm bunların toplamıydı. O hepimizin gençliğiydi; beyazperdedeki idealimiz; hayattaki kahramanımızdı.
Bizim siyasal vicdanımız, ideolojik bağlılığımızdı. Onu hiç unutmayacağız.
Belmondo’yu anıyoruz...
Bugün ayrıca geçen günlerde yitirdiğimiz büyük Fransız oyuncusu Jean-Paul Belmondo’yu anıyoruz: Taksim’deki İnstitut Français- Fransız Kültür Merkezi’nde... İki filmi gösterilecek: Rio Macerası ve Çılgın Pierrot. Ben ikincisinden önce bir konuşma yapacağım. Fransız konsolosluğunun Türkçe de bilen kültür temsilcisi Ghislain Vidal-Giraud’nun önerisiyle ve iki dilde, Türkçe ve Fransızca olarak... Zaten o yüzden Büyükçekmece’ye gidemiyorum. Ne de olsa işin içinde önemli Türk-Fransız ilişkileri var!