NEFESİNİ TUT X X X |
2013 tarihli (ve aslında bir Sam Raimi klasiğini uyarlayan) Evil Dead filmiyle tanınan Uruguay kökenli yazar ve yönetmen Fede Alvarez, yine o filmden kimi dostlarıyla (başta senaryo yazarı ve kadın oyuncusu) ve de Latin kökenli sanatçılarla bir araya gelerek yeni bir gerilim filmi çekmiş.
Film aslında reklam edildiği gibi bir korku filmi değil, bir gerilim filmi. Çünkü anlattığı ev içi öyküsünde sıradışı olaylar, olağanüstü güçler yok.
Bu filmi bir yandan sıradanlaştırıyor. Ama öte yandan, belki daha da ilginç kılıyor. Çünkü sözle anlatılsa hiç de sizi ürkütmeyecek bir öykü, perdede son derece iyi kullanılmış has sinema ögeleriyle amacına çok iyi ulaşıyor.
ABD’nin bir zamanlar büyük sanayi (otomotiv) merkezi olup son yıllarda tam bir çöküş yaşayan Detroit kenti, bir kez daha uygun bir dekor oluşturuyor. Nasıl olmasın ki, koca mahallelerin tüm evleri terkedilmiş, o güzelim yapılar çöküp gidiyor. Ve tüm bunlar dekor değil, gerçek!
İçlerinden sadece birinde oturan biri var. Irak’ta savaşıp gözünü yitirmiş, yani açıkça kör olmuş bir gazi. Ama vatanına dönünce başına asıl büyük felaket gelmiş, genç kızı bir arabanın çarpmasıyla ölmüş.
Tüm bunları biz görmüyoruz, ama filmin hemen başında bir evi soyan üç kişilik genç bir hırsız çetesinden öğreniyoruz. Biri kız bu üç genç, aslında kötü insanlar değil. Ama, ah kader!...
Nasılsa bu olayı öğrenmişler ya, son bir vurgun yapıp (hep öyle değil midir?) namuslu hayata dönmek istiyorlar. İş de kolay gözüküyor: Ne komşuların, ne de polisin olmadığı bir çevrede. Ama o kör adam öylesine çetin ceviz çıkıyor ki... Ancak görünce anlarsınız!...
Öncelikle senaryo çok iyi. Bunca olayı ve gerilimi en az sözle ve 85 dakikada toparlamış. Yönetmen her bir sahneyi olanca titizliğiyle ve ayrıntı zenginliğiyle çekmiş. Kimi tümüyle karanlıkta geçen sahnelerin görselliğiyse görüntü yönetmenin eseri.
Film dolaylı olarak Amerikan askerini yüceltiyor. O kör eski asker aslında gerçek bir cani. Ama öylesine becerikli, her durumdan öylesine sıyrılıyor ki, şaşarsınız!...
Kuşkusuz ki sempatik bir film değil bu... Kötülük sanki zincirlerinden boşanmış, ortalıkta cirit atıyor. Ve hangi kahramanla özdeşleşeceğinize karar veremiyorsunuz!..
Ama iyi vakit geçirtiyor. Ve klasik ve yorgun olmaya meyilli bir soygun hikayesini neredeyse unutulmaz kılmayı biliyor.
Yüzyıl önce, ilk dünya savaşını başlatan olayı anmak...
SARAYBOSNA’DA ÖLÜM X X ½ |
Saraybosnalı yönetmen Danis Tanovic özellikle Tarafsız Bölge, Güzel Bir Hayat Düşlerken, Bir Hurdacının Hayatı gibi filmlerle büyük saygınlık ve birçok ödül kazandı. Dünyada en yoğun siyasal çekişme ve kıştırtmaların yaşandığı, bir iç savaş başlatmış, Avrupa’nın en son soykırımına mekan olmuş bir coğrafyadan çıkan, büyük bir siyasal sorumluluk duygusuna belgesele yakın bir sinema duygusu da katarak hep ilginç ve tartışma açabilen filmlerin yaratıcısı kimliğiyle...
Berlin 2016’da gösterilmiş olan bu son filmi, aslında yine dünyada güncel siyasete en yakın duran yazar ve filozoflardan biri olan Fransız Bernard-Henry Levy’nin bir tiyatro oyunundan uyarlanmış. O Levy ki Berlin’den üç ay sonra yapılan Cannes’da, bu kez Kürt davasına adanmış Peşmerge adlı filmin bizzat yönetmeni olarak karşımıza gelecek ve yine tartışma açacaktı.
Film yazarın Hotel Europe - Avrupa Oteli adlı sahne oyunundan esinlenmiş. 2014 yılında tüm Avrupa, özellikle de Balkan ülkeleri, tam yüzyıl önce Saraybosna’yı ziyaret etmekte olan Avusturya- Macaristan imparatorluğunun soylu üyesi Arşidük Ferdinand’ın eşiyle birlikte bir suikastte öldürülmesi ve böylece yüzyılın ilk dünya savaşını başlatması olayını hatırlamaktadır: 20. yüzyılı bir savaşlar ve soykırımlar çağı haline getiren büyük olayların ilk habercilerinden biri..
Bu vesileyle, tarihi otelde büyük bir buluşma vardır: birçok ülkeden temsilcilerin katıldığı... Ama her şey bir alemdir: otelin kendisi iflas halindedir, çalışanlar aylardır maaşlarını alamamış olup bir greve hazırlanmaktadır. Kumarhaneye yerleşmiş bir çete herşeyi yönetir gibidir. Ülkede ise alabildiğine yoksulluk ve adaletsizlik egemendir.
Ve yerel bir TV muhabiri, kamerasının önüne aldığı tanınmış kişilere geçmiş ve günümüz hakkında sorular sorup durmaktadır..
Ki bu konuşanlardan biri de Gavrilo Princip’dir: Yani yüz yıl önce o cinayetleri işleyen Sırp anarşistiyle ayni adı taşıyan, onun sülalesinden gelen biri. Ve genç adam tüm öfkesiyle, çağdaş Avrupa’nın o zamanlardan daha da beter olduğunu savunmaktadır.
Film kaçınılmaz olarak Tanovic kadar Levy’nin damgasını taşıyor. Yani edebi, felsefi, geveze... Hayli ahkam kesme, bol konuşma.
Gerçi sonuç olarak tüm bunlardan aslında bize çok yakın o ülke üzerine hayli ilginç gözlemler çıkmıyor değil. Aşırı biçimde güçlenen milliyetçilik, çok uzaklarda kalan refah, ortadan kalkmak yerine daha da keskinleşen sınıf farkları, huzur bulamayan halklar. Ve adımbaşı boşanmış bir şiddet. Sanki aslında ait olduğu Avrupa’dan giderek çok daha vahim durumdaki Ortadoğu’ya benzeyen Balkanlar...
Ne var ki bunların genel-geçer seyirciyi neden çekeceği meçhul. Daha doğrusu fazla çekmeyeceği kestirilebilir!...Çünkü film, dediğim gibi, biraz aşırı didaktik ve kuru. Siyaset sanata bu biçimde egemen olunca, beyazperdede başarılı bir filme kolay dönüşemiyor. Tarihseverler için...
YARIN: STAR TREK: SONSUZLUK ve OYUN