Atilla Dorsay

06 Ekim 2022

1930'ların ABD'si faşist bir darbeden nasıl kurtuldu?

1990'lardan itibaren Flirting with Disaster, Three Kings, The Fighter, Silver Linging Playbook, American Hustle ve en son yedi yıl önceki Joy gibi filmleriyle hatırlanan David O'Russell bu zor işin altından kalkamamış

AMSTERDAM

X X 1/2

Yönetim ve senaryo: David O'Russell
Görüntü: Emmanuel Lubezki
Müzik: Daniel Pemberton
Oyuncular: Christian Bale, Margot Robbie, John David Washington, Alessandro Nivola, Andrea Riseborough, Anya Taylor-Joy, Chris Rock, Matthias Schoenaerts, Michael Shannon, Robert de Niro, Mike Myers, Taylor Swift, Zoe Zaldana, Rami Malek, Mel Fair

Fox filmi, 2022.

Hep çarpıcı filmler yönetmiş olan David O'Russell'ın bu dönüş filmi, öylesine ilginç başlıyor ve öylesine zengin bir kadroya dayanıyor ki... Ama sonucun olarak aynı ölçüde tatmin edici olduğunu söylemek kolay değil.

Bu başta söylendiği gibi 'büyük ölçüde gerçeklere dayalı' karmaşık öykü 1933 yılının New York'unda açılıyor. Dönemin dev kentini canlandırmasının birinci sınıf bir iş olduğunu hemen belirteyim. Orada ilk dünya savaşında birlikte savaşmış, Avrupa'da (Belçika sınırları içinde) canlarını ortaya koymuş üç arkadaşla tanışıyoruz. Öyle bir yıldır ki 1933... Unutulmuş olsa da adı tarihe 'küçük Beyaz Saray darbesi' diye geçmiştir ve güçlü bir sermaye gurubunun başkan Franklin Roosevelt'e karşı bir darbe düzenleyip faşist bir generali iktidara taşıma girişiminin öyküsüdür.

Kahramanlarımızın önde geleni Burt Berendsen savaşta gözünü yitirmiş bir doktordur. N.Y.'da savaş gazilerine yardım için çalışmaktadır. Ve hastaları için yepyeni ilaçların peşindedir. Kankalarından şimdi avukat olan Harold Woodman'la birlikte, gaziler için bir gala düzenlemeye çalışırlar.

Arada 1918 yılına döneriz. O dönemde umutsuz biçimde yaralı olan gaziler Amsterdam kentine götürülmekte ve özel biçimde tedavi edilmektedir. Kahramanlarımız, Valerie ile orada tanışırlar. Güzeller güzeli bu kadın savaşta hemşirelik yapmıştır, ayni zamanda bir sanatçı olduğu için de şehit ya da gazilerin bedenlerinden çıkan silah, kurşun, şarapnel parçalarını kendine özgü tablolarında kullanmıştır. Sonra -15 yıl sonra- New York'ta karşılaşınca, ilişkiler yeniden başlar. Arada Valerie tam bir sinir hastası olmuştur (ki nedeni sonradan anlaşılacaktır).

Ve o 1933 yılında dostlarımız o faşist darbenin tam ortasında kalırlar. Ünlü bir generalin kızı neredeyse gözlerinin önünde öldürülür, Valerie kaybolur ve işin içine eski bir asker, general Gil Dillenbeck girer.

Savaş, ölüm, direniş, faşizm, ırkçılık (örneğin Burt'un yarı Yahudi olması tartışma konusu olur!), aşk, romantizm (ki şu söz filmdendir: 'Aşk bir insanı seçmek demektir') ve yer yer komedinin birbirine karıştığı film, bunları aslında değişik biçimde kullanır. Örneğin başlardaki otopsi sahnesi bu ürkünç olayı hiçbir filmde görülmemiş bir komedi haline getirir.

Erkekler, özellikle Christian Bale'in görkemli kompozisyonuyla Burt, Harold Woodman'da John David Washington, Milton King'de geçen Oscar'ların olay adamı Chris Rock, gizli darbeci ve aynı zamanda Valerie'nin kardeşi Tom Voze'da Rami Malek ve elbette general Dillenbeck'te Robert de Niro usta çok iyi olsalar da, asıl kadınlar göz kamaştırır: Valerie'de güzelliğini şaşırtıcı biçimde korumuş Margot Robbie, Burt'un sosyetik eşi Beatrice'de Andrea Riseborough, Tom Voze'un eşi Libby'de Anya Taylor-Joy, Liz Meekens'de Taylon Swift, İrma'da Zoe Saltana... Hepsi anılmaya değer.

Tüm bunlara karşın film tam olarak yürümüyor. 1990'lardan itibaren Flirting with Disaster, Three Kings, The Fighter, Silver Linging Playbook, American Hustle ve en son yedi yıl önceki Joy gibi filmleriyle hatırlanan David O'Russell bu zor işin altından kalkamamış. Gerçi Robert de Niro'nun ağzından duyduğumuz bir nutku gerçek generalin haber-filminden dinlememiz filmin gerçekçi yanını çok iyi doğruluyor. Yine de filmin uzunluğuyla (135 dakika) uyumlu bir sürükleyiciliği olduğunu söylemek kolay değil.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...