Alper Görmüş

08 Temmuz 2013

Yine de soracağım: Taksim Dayanışması'na çıplak sorular

Taksim Dayanışması\'nın, Taksim Yayalaştırma Projesi\'nin 6 Haziran\'da mahkeme kararıyla iptal edildiğini bildiği halde bunu kamuoyundan “gizlediği” yönündeki ithamlar hiç temelsiz değil...

 

Taksim Dayanışması'nın, Taksim Yayalaştırma Projesi'nin 6 Haziran'da mahkeme kararıyla iptal edildiğini bildiği halde bunu kamuoyundan “gizlediği” yönündeki ithamlar hiç temelsiz değil...

Kişisel olarak ben, birazdan anlatmaya çalışacağım nedenlerle Dayanışma'nın kendisine yönelik ithamları karşılamaya yönelik “kara propaganda” savunmasını hiç ikna edici bulmadım.

Başlıktaki “yine de”nin anlamını merak etmişsinizdir...

Mesele şu: Ben bu yazıyı, Dayanışma'nın, iptal kararını okumak ve ardından Gezi'ye girmek üzere halkı 6 Temmuz Cumartesi günü saat 19:00'da Taksim'e davet etmesinden sonra yazmaya başlamış, eylem saatinden önce de bitirmiştim; niyetim, cumartesi günü T24'e göndermekti.

Fakat o akşam polis Taksim'de toplananlara öyle bir sertlikle müdahale etti ki, doğrusu içimden aşağıda okuyacağınız yazıyı yayımlamak gelmedi.

Ayrıca, o duygusallık içinde yazımın sakince okunamayacağını biliyordum.

Fakat bir yandan da kendi duygularımla baş etmek, kolektif duygusallığın sonuçlarını göze almak gerektiğini düşünüyordum... Konuyla ilgili olarak toparladığım bilgileri bir gazeteci olarak kamuoyunun dikkatine sunmak, bir yorumcu olarak da o bilgileri yorumlamakla sorumlu olduğumu biliyordum.

Aradan iki gün geçti, ben artık bu işi yapmaya hazırım.

Tahmin ettiğiniz gibi: Cumartesi günkü müdahale olmasaydı şimdiye kadar okuduğunuz bölüm yazıda olmayacak, yazı buradan itibaren başlayacaktı...

Buyurun...

 

****

 

Kamuoyu, İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin Taksim Yayalaştırma Projesi'ni 6 Haziran 2013'te iptal ettiğine dair kararını, 3 Temmuz 2013'te bir başka mahkemenin bu karara verdiği referans sayesinde öğrendi.

Fakat bu arada bir gerçek daha çıktı ortaya: Meğer Taksim Dayanışması, 6 Haziran tarihli kararı bundan birkaç gün sonra öğrendiği halde, mahkeme prosedürünün telkin ettiği “etik kaygılarla” yaklaşık üç hafta boyunca kamuoyuyla paylaşmamış.

Bu hakikat, Taksim Dayanışması'nın bir dizi çıplak soruya net cevaplar vermesini zorunlu kılıyor. Böyle yapmaz ya da şu âna kadar yaptığı gibi soruları “kara propaganda” diye nitelerse, inandırıcılığına çok ağır bir darbe indirmiş olacaktır.

 

Gezi eylemcileri bu kararı bilselerdi?

 

Hikâyenin ayrıntısına ve sorulara geçmeden önce, neden böyle olacağını, Taksim Dayanışma'nın neden ağır bir töhmet altında bulunduğunu izah etmeye çalışayım...

Her şeyden önce şunu söyleyeyim: İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin 6 Haziran tarihli kararı, Dayanışma'nın da söylediği gibi hem Topçu Kışlası'nın yapımını, hem de Gezi Parkı'nda onun niteliğini dönüştürecek bir tadilatı kesinlikle yasaklıyordu.

Öte yandan Başbakan, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası'yla ilgili olarak mahkemenin iptal kararı vermesi durumunda bu karara uyacaklarını açıklamıştı. (İdare'nin mahkeme kararına uymasının zorunlu olduğunu düşünürsek, bu da tuhaf bir açıklamaydı... Kimbilir, belki de Başbakan bu açıklamasıyla, belediyelerin yeni tadilat planlarıyla mahkeme kararlarının etrafından dolaşıp bildiklerini yapmaya devam etmelerini imâ etmiş ve “onu da yapmayacağız” demek istemişti.)  

6 Haziran'dan sonra bu ülkede neler olduğunu hatırlatmama gerek yok, hepimiz hepsini canlı yayınlarda izledik. İnsanlar öldü, yaralandı, gözlerini kaybettiler. Ülke yer yer iç savaşa sürükleniyormuş izlenimi verecek ölçüde kutuplaştı.

Şimdi, bir an için, bu olaylar sürerken oluşan mahkeme kararının kamuoyu bilgisi haline geldiğini düşünelim. Yani Gezi Parkı'nın öylece kalacağı, keza Topçu Kışlası'nın da ne şekilde kullanılırsa kullanılsın (AVM, otel, rezidans, müze vb.) oraya inşa edilemeyeceği kesinleşmiş olsun.

Bu koşullarda, başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin tamamını etkisi altına almış bulunan yüksek tansiyon önemli ölçüde düşmez miydi? Hiç kuşkusuz düşerdi.

Peki, bu gerçeği Taksim Dayanışması'nın bilmemesi mümkün mü? Hiç kuşkusuz değil.

Bir soru daha: Hangi “etik” kaygı, açıklanması durumunda birçok ölümü, birçok yaralanmayı önleyebilecek bir bilginin gizlenmesini haklı, anlamlı ve meşru kılar?

Sorular böyle... Artık bakabiliriz, hikâyemiz neymiş ve ne türden bir “etik kaygı”dan söz ediyoruz...

 

Konuyla ilgili olarak açılmış iki dava

 

Türkiye'yi sarsan büyük olaylara evrilen protestolara kaynaklık eden Taksim Yayalaştırma Projesi'nin hukuki cephesinde iki dava çıkıyor karşımıza...

Bunlardan birincisi 2012'de İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nde üç oda tarafından açılan “Taksim Yayalaştırma Projesi”nin iptaline ilişkin davaydı. (Davayı açan üç oda şunlardı: TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi.)

İkinci dava ise İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nde, Topçu Kışlası'nın inşasına onay veren Koruma Yüksek Kurulu kararına karşı açılmıştı... Bu davada mahkeme “yürütmeyi durdurma” kararı almış, Kültür ve Turizm Bakanlığı kendi savunmasının alınmadığı gerekçesiyle karara itiraz etmişti.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin 3 Temmuz' 2013'te aldığı karar, bakanlığın itirazının reddine ilişkindi.

İşte 6. İdare Mahkemesi o kararında 1. İdare Mahkemesi'nin 6 Haziran 2013'te aldığı karara referans veriyor ve böylece kamuoyu da Taksim'i Yayalaştırma Projesi'nin 6 Haziran'da iptal edildiğini öğrenmiş oluyordu.

 

Avukat Can Atalay: Kararı biliyorduk, ama...

 

3 Temmuz'da ortaya çıkan bu bilgi doğal olarak akıllara şu soruyu getirdi: Nasıl olmuştu da, Taksim Dayanışması'nın bileşenlerinden olan ve davayı açan üç oda, çok yakından izledikleri davada bir ay önce karar verildiğini öğrenememişlerdi?

Bu soru Zaman gazetesi muhabiri Kadir Kökten'in de aklına gelmiş, o da bunu öğrenmek için Mimarlar Odası'nın avukatı Can Atalay'a telefon etmişti.

Kadir Kökten'in bu telefon görüşmesinin ardından yazdığı habere göre, Mimarlar Odası, 1. İdare Mahkemesi'nin 6 Haziran'da verdiği iptal kararından yaklaşık 20 gündür haberdardı... Şöyleydi Zaman'ın haberi:

“Zaman, dün yayımladığı haberinde 1. İdare Mahkemesi’nin 6 Haziran 2013’te projeyi iptal ettiğini duyurdu. Gezi Parkı olaylarının şiddetlendiği bu tarihlerde verilen kararın kamuoyuyla paylaşılmaması tepkiye sebep olurken, Mimarlar Odası kendisini savundu. Odanın avukatı Can Atalay, 'Kararı 23 gündür biliyoruz ancak gerekçeli kararı görmediğimiz için bir şey söylemedik. Kararın gerekçesini bilmediğimiz durumda ‘Mahkeme şu kararı vermiştir’ diye çıkıp söylemek oradaki hâkimlere ayıp olur' dedi.”

 

Mimarlar Odası: Kara propaganda!

 

Avukat Can Atalay'ın, dolayısıyla Mimarlar Odası'nın ve dolayısıyla Taksim Dayanışması'nın 6 Haziran'daki karardan haberdar oldukları halde “etik” kaygılarla bunu kamuoyuna açıklamadıkları haberi aynı gün Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu tarafından yalanlandı. Muhçu'ya göre bu bir “kara propaganda” idi.

Mimarlar Odası, iddianın neden “kara propaganda” olduğunu anlatmak için “İstanbul 1. İdare Mahkemesi Kararının 6 Haziran'dan Bu Yana Bilindiği Ancak Kamuoyundan Gizlendiği İle İlgili Yazılı ve Görsel Basında Yer Alan Bir Kısım Haber ve Yorumlar İle İlgili Basın Bilgilendirmesi” başlıklı bir metin kaleme aldı. Metin ayrıca Mimarlar Odası'nın internet sitesinden de yayımlandı.

Açıklamada, iddialarla ilgili olarak şöyle deniyordu:

“Bu haberin (3 Temmuz tarihli, İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin kararına dair haber kast ediliyor -A. G.) basına düşmesi ile İstanbul 1. İdare Mahkemesince karar verildiği anlaşılmış ve gerekçeli karara ulaşmak için derhal Mahkemeye gidilmiştir. Mahkemece gerekçeli kararın gün içinde imzadan çıkarak ulusal yargı ağı projesinde yayınlanacağı ve taraflara tebliğe çıkarılacağı belirtilmiştir. Açıklandığı şekilde öğle saatlerine doğru karar yayınlanmış ve UYAP’tan iptal kararı gerekçelerine ulaşılmış ve aynı gün saat 19.00’da davacı odalar tarafından basın açıklaması için kamuoyuna çağrı yapılmıştır.

Usul hukuku gereği Mahkemelerin, önlerine gelen uyuşmazlıklar ile ilgili karar verdikten yaklaşık 1 ay içinde kararın gerekçelerini yazdıkları görülmekte ve bu kararın gerekçesinin altına kararın verildiği tarihi not düştükleri tüm hukukçularca bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla Mahkemenin 6 Haziran’da karar verdiği ve bu kararın gerekçesinin bilinmesine rağmen kamuoyuna açıklanmadığı (iddiası) (...)  gerçeği yansıtmamaktadır. Karar, gerekçesinin öğrenildiği gün basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulmuştur.”

Bu açıklamanın kritik cümlesi, “kararın gerekçesinin bilinmesine rağmen kamuoyuna açıklanmadığı (iddiası) (...)  gerçeği yansıtmamaktadır ” şeklindeki cümleydi...

Oysa iddia bu değildi. İddia, avukatların, 6 Haziran'daki iptal kararını erken bir tarihte öğrenmiş olmalarına rağmen, bu bilgiyi, “henüz kararın gerekçesinin yazılmadığı, o nedenle de açıklanmasının etik olmayacağı” gerekçesiyle kamuoyuyla paylaşmadıklarıydı.

Bence Mimarlar Odası bu ince söz oyunuyla, kararı önceden bildiği fakat bu bilgiyi açıklamadığı tatsız gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyordu.

 

Zaman, görüşmenin ses kaydını yayımlıyor

 

Mimarlar Odası'ndan yapılan “kara propaganda” suçlaması üzerine, Zaman gazetesi, muhabiri Kadir Kökten'le avukat Can Atalay arasındaki telefon görüşmesinin ses kaydını yayımladı.

Ben, beş dakikalık konuşmayı dinledim ve kelime kelime not aldım. Can Atalay'ın haklı olarak “aynı şeyleri söylüyoruz” deyip tekrara işaret ettiği bir dakikalık son bölüm hariç, konuşmanın tümü şöyle:

Kökten: Bugün yazmış olduğumuz kararla ilgili arıyorum, 1. İdare Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararla ilgili...

Atalay: Evet hocam, biz gerekçeli kararı daha alamadık, dolayısıyla bu vakayla ilgili bir yorum yapamayız.

- Peki, kısa karar falan var mıydı?

- Hayır, kısa karar falan olmaz idari yargıda. Görüşme tutanağını biliyoruz, tutanaktan kararın niteliğini biliyoruz ama gerekçeli kararı görmeden yorum yapmak doğru olmaz.

- Peki ne zamandır biliyoruz bu görüşme tutanağını?

- Yirmi gündür biliyoruz hocam, yirmi gündür biliyoruz ama yargıya olan hürmetimiz nedeniyle bir şey söylemedik. Hatta 22-23 gündür biliyoruz bunu, ama gerekçeli kararı görmeden mahkemenin adına konuşmuş olmak istemeyiz. O yüzden herhangi bir şey söylemedik şu âna kadar.

- Açıklama yapmanız beklenirdi ama...

- Hayır, hiçbir örneği yoktur ki, karar imzadan çıkmasın fakat biz açıklama yapalım... Hiç örneği yoktur.

- Ben adliye muhabiriyim, normal adli davalarda bunu sıkça görüyoruz da...

- Adli yargıdan farkı şudur: Adli yargıda kısa karar vardır. Burada, UYAP sistemi üzerinden görüşme tutanağını görüyoruz sadece... Kararın gerekçesini bilmediğimiz bir durumda, mahkeme şöyle bir karar vermiştir demek oradaki hâkimlere ayıp olur. Ben bunu hiç yapmadım şu ana kadar.

- Peki şöyle bir şey olamaz mıydı? Şöyle bir açıklama; işte idare mahkemesi Taksim projesini iptal etti, fakat gerekçeli karar henüz açıklanmadığı için...

- Haberi yapmışsınız zaten... O haber doğru, fakat ben böyle bir şey söyleyemem. Ben biraz sonra gerekçeli kararı almaya gideceğim, şey olmuşsa da açıklanacak zaten.

- Böyle bir açıklamayı yapmanızı engelleyen bir mevzuat var mı?

- Etik bir problem var ortada... Hâkimler imzalamamışlar daha kararı, imzalamışlarsa bile ben bilmiyorum, bugün imzalamış olabilirler, hâkimler imzalamadan benim bir açıklama yapmam ayıp olur.

- Can Bey, kararın tarihi 6 Haziran...

- Evet hocam, evet, biz de birkaç gün sonra fark ettik.

- O günden sonra çok büyük olaylar yaşandı bu ülkede. Açıklansaydı...

- Fakat hocam, bir mahkeme varsa, biz o mahkemenin prosedürüne hürmet etmek durumundayız. Ben de bunun farkındayım, kaç kere gittim mahkemeye, karar bir an önce çıksın imzadan diye, fakat ne yapayım ki çıkmadı.

- Ben şunu anlamaya çalışıyorum... Siz etiği gözetirken bir yandan da kıyamet kopuyor... Burada yasaklayıcı bir hüküm de yokken...

- Hocam, bu sorunun muhatabı mahkemedir. Biz, mahkemenin gerekçeli kararı çıkmadan bununla ilgili bir şey söyleyemeyiz. Bir mahkeme kararı gerekçesiyle bir şey ifade eder. Biz gerekçeyi görmeden buna ilişkin bir şey söyleyemeyiz. Doğru değildir, herhangi bir hukuk fakültesi mezununa sorun bunu, farklı bir şey söylemeyeceğini umuyorum.

(Bu diyalogun tamamını şu linkten dinleyebilirsiniz: http://www.zaman.com.tr/gundem_mimarlar-odasi-once-konustu-sonra-unuttu_2107929.html).

 

İthamları neden sadece Mimarlar Odası göğüslüyor?

 

Meselenin Taksim Dayanışması faslı böyle...

Bu çerçevede hükümete ve yargıya sorulması gereken sorular da var, fakat oraya geçmeden önce kafa karıştırıcı bir noktayı dikkatinize sunmak isterim...

Sorularımı Taksim Dayanışması'na soruyorum, çünkü üç önemli bileşeninin açtığı davayla ilgili gelişmeleri, Dayanışma'nın da bildiğini varsayıyorum...

Fakat ilginç bir biçimde, bu yönde doğan kuşkulara zadece Mimarlar Odası ve onun avukatı Can Atalay cevap verdi. Keza hazırlanan basın açıklaması Mimarlar Odası'nın internet sayfasında yer aldığı halde Taksim Dayanışması'nın internet sayfasında yer almadı.

Soru şu: Mimarlar Odası ve onun avukatları, mahkemenin iptal kararını aynı “etik kaygı”larla Dayanışma'yla da paylaşmamış olabilirler miydi? Dayanışma'nın, itham sahipleriyle Mimarlar Odası'nın arasına girmemesinin, ithamları göğüsleme çabası içine girmemesinin altında böyle bir neden yatıyor olabilir miydi?

Bence bu noktada Dayanışma'nın “susma hakkı” yok, o da bir şey söylemeli.

 

O esnada hâkimler...

 

Can Atalay'ın savunmasının ikna edici olmadığı çok açık... Fakat hakkını verelim, “bu sorunun muhatabı mahkemedir” derken de doğru bir noktaya işaret etmektedir. Bu “işaret” bizi hâkimlerin sorumluluğu noktasına taşıyor...

Gerçekten, meseleyi hâkimler bakımından “anlayabilmemiz” de imkânsız görünüyor. Onlara sorulması gereken soru da şöyle:

“Sayın hâkimler... 6 Haziran'da ülkedeki yangını söndürmede altın kıymetinde bir karar verdiniz... Ve fakat karara bir gerekçe yazıp imzalamak için tam bir ay beklediniz... Lütfen neden bu kadar beklediğinizi açıklar mısınız?... Taksim Dayanışması'nın açıklamasından, siz hâkimlerin, önünüze gelen uyuşmazlıklar ile ilgili kararınızı verdikten yaklaşık 1 ay sonra kararın gerekçelerini yazdığınızı öğrendik... Hatta Dayanışma temsilcileri bu nedenle sizi suçladı da... Hakikaten: Bu bir ay Allah'ın emri olmadığı halde neden bu kadar beklediniz?”

Tabii bir de işin “idare” tarafı var... Öyle ya, memleket yanarken, o esnada mahkemede neler olup bittiğini hükümetin, bakanlığın ve belediyenin de izliyor olması gerekmez miydi? Onlar da tıpkı Dayanışma gibi mahkemenin iptal kararını bildikleri halde “yargıya hürmetlerinden” ötürü sustular mı, yoksa...

Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, iddialara cevap vermek için yazdıkları açıklamayı basına sunarken işin bu yanına da dikkat çekmiş, şöyle demişti:

“Bizim karardan ilk günden haberdar olduğumuz söyleniyor, madem ben biliyordum, o zaman hükümet de biliyordur, Kültür ve Turizm Bakanlığı da biliyordur...” (“Kararı bilmiyorduk” başlıklı haber, Taraf, 5 Temmuz 2013).

Elhak doğru... Fakat Taksim Dayanışması'nın mahkemeyi, hükümeti, bakanlığı suçlamadan önce kendisiyle ilgili ithamlara doyurucu bir cevap vermesi gerekmez mi?

Mahkemeye ve idareye gelince: Gerçekten, onların da cevap vermesi gereken çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız.

Çünkü şu anda durum şöyle görünüyor: Meğer hükümetin de, yargının da, Dayanışma'nın da sokaktaki yangından bir şikâyeti yokmuş... Herkes ondan bir şeyler ummaktaymış ve o nedenle yangının başlarında bir lûtuf gibi ortaya çıkıveren yangın söndürme cihazını hep birlikte gizleyivermişler!

Bu nasıl bir şey? Böyle bir şey olabilir mi?

Eğer hükümetten ve yargıdan gelecek izahlar da ikna edicilikte Dayanışma'nınki kadar problemli olacaksa, evet bu yönde kuşku belirteceklere kimse “sen deli misin kardeşim” diyemeyecektir!