Alper Görmüş

03 Ağustos 2013

Yeni '4. kuvvet' sosyal medya, yeni 'sandık' meydanlar mı?

Aslında medyanın krizi kabaca “temsili demokrasi”nin kriziyle aynı tarihlerde başladı ve bu iki süreç birbirlerini besleyerek daha da belirgin bir hale geldiler

Modern demokrasiler, seçilerek “yönetme hakkı” elde etmiş iktidarların, onları denetleyecek kurumlarla dengelendiği bir sistemi imâ eder; bu kurumların başta gelenleri siyasi-toplumsal muhalefet ve medyadır.

Medyanın modern demokrasilerde “dördüncü kuvvet” sayılması retorikten ibaret bir tespit değildir.

Medya, modern demokrasilerdeki “dördüncü kuvvet” işlevini, devlet iktidarının üç “kuvvet”i olan yürütme, yasama ve yargıyı denetleyerek yerine getirir.

Fakat modern demokrasilerde medyanın belki bundan da önemli bir işlevi daha vardır: Yönetilenlerin taleplerini, düşüncelerini, duygularını yönetenlere (iktidarlara) taşımak... Ki, iktidarlar nasıl bir toplumu yönettiklerini bilsinler ve toplumsal talepleri gözeten siyasetler geliştirebilsinler...

Ne var ki medya, bu rolünü uzunca bir süredir yalnız sorunlu demokrasilerde değil nispeten sorunsuz demokrasilerde de oynayamamaya başladı. (Nedenleri bu yazının konusu değil, o nedenle ayrıntılara girmiyor, herkesin tespit ettiğini bir defa daha tespit etmekle yetiniyorum.)

Aslında medyanın krizi kabaca “temsili demokrasi”nin kriziyle aynı tarihlerde başladı ve bu iki süreç birbirlerini besleyerek daha da belirgin bir hale geldiler.

 

İnternet, cep telefonları, sosyal ağlar...

 

Sonra, aşağı yukarı bu yüzyılın başından itibaren yepyeni bir şey olmaya başladı; internet, cep telefonları ve sosyal ağların siyasal-sosyal mücadelelerin başta gelen aracı haline gelmesi, her şeyi değiştirdi.

Eskiden, yönetilenler yöneticilerden (iktidarlardan) memnuniyetsizliklerini ancak geleneksel medyaların izin verdiği ölçüde ifade edebiliyorlar, protesto gösterileri de, o gösterileri örgütlemek amacıyla kullanılan araçların sınırlı kapasiteleri nedeniyle sınırlı kalıyordu.

Fakat artık 21. yüzyıldayız...

Teknoloji, her şey üzerinde olduğu gibi kitlesel eylemlerin niceliği ve niteliği üzerinde de devrimsel değişikliklere yol açtı.

Arap Baharı'nda gördük, en son geçtiğimiz Haziran'da Mısır'da gördük: Artık birkaç hafta içinde milyonlarca imza toplanabiliyor, birkaç saat içinde milyonlarca insan bir meydanda biraraya gelebiliyor, günlerce, haftalarca orada kalabiliyor.

Yeni teknolojiler, memnuniyetsizlerin eline o kadar büyük bir güç veriyor ki, memnun olmadıkları iktidarı devirmek için yeni bir seçimi beklemek onlara saçma görünmeye başlıyor. 

Mesele elbette bir yanıyla temsili demokrasinin krizi ve zamanla Batı da bu meyveyi tadacak... Fakat “kriz” şimdilik sadece demokrasiyi öğrenmekte olan ya da demokrasisini henüz tam anlamıyla kökleştirememiş ülkelerin iktidarlarının  karşılaştığı bir sorun niteliğinde...

Bence, 21. yüzyılın büyük sorularından biri şu olacak:

İktidarların seçimlerle gelip seçimlerle gittiği bir ülkede, seçimden diyelim bir yıl sonra milyonlarca insan sokağa çıkıp “hükümet istifa” diye dayatırsa ve eylemi “istifa”ya kadar sürdüreceğini ilan ederse, demokrasinin, demokratların buna cevabı ne olacaktır?

İnanın bu sorunun cevabı aklınıza gelen ilk cevap kadar kolay değil: “İktidarlar adaletle yönetirlerse, çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğu benimsemezlerse sorun olmaz...” 

Sorunun cevabı bu kadar kolay değildir, çünkü sokaklara çıkanların koyduğu ölçünün doğru ve haklı bir ölçü olduğunu bize söyleyebilecek, gitmesi istenen hükümetin meşruiyetini gerçekten de kaybettiğine hükmedebilecek âdil bir otoriteye sahip değiliz; zaten demokrasi bir anlamda böyle bir “otorite”nin reddedilmesi demek.

Mısır, bu sorunun cevabını arayabileceğimiz en iyi örnek gibi görünüyor... Çünkü orada, “yeni dördüncü kuvvet sosyal medya” aracılığıyla örgütlenip bir meydanda toplanan  kalabalıklar iktidarı gönderene kadar dağılmadılar ve bu bir değil, iki kez oldu: Kalabalıklar önce bir diktatörü (Mübarek, 2011), ardından demokratik usullerle seçilmiş bir cumhurbaşkanını (Mursi, 2013) devirdiler... Mısır'da şimdi meydanlar yine dolu ve kalabalıklar üçüncü bir iktidar devirme başarısının peşindeler.

 

Soruya kolaycasına cevap verenler...

 

“Zor soru” deyip duruyurum ama, Mısır örneğinde, darbeye rağmen bu soruya çok da zorlanmadan cevap veren demokratlar da oldu. Onlar Mısır'da kabaca sandığın değil meydanların (Tahrir'in) iradesinin “meşru” olduğu kanısındaydılar...

Çünkü a) Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ülkeyi çok kötü yönetmiş, çoğunlukçuluğa yönelmişti, b) Mursi'ye git diyenlerin sayısı o kadar çoktu ki, onların iradeleri asla karşılıksız kalamazdı; hatta asıl bu demokrasinin ruhuna aykırı olurdu.

Bu yaklaşım en net ifadesini Şahin Alpay'da, şu surette buldu:

“(Mursi) halkın sadece yarıdan az fazlasının (% 51,9) katıldığı bir seçimde, oyların yarıdan az fazlasını (% 51,7) almıştı, yani iktidarı sadece çeyreklik bir azınlığa dayanıyordu. Üstelik ona oy veren bu azınlık içinde, eski rejimin adayına oy vermek istemeyen özgürlük yanlılarının hatırı sayılır payı vardı. 13 milyon oyla seçilmişti, istifası için 22 milyon seçmen imza verdi.” (Zaman, 6 Temmuz 2013).

Cengiz Çandar da 4 Temmuz'da Hürriyet'te, Tahrir'de toplanan kalabalığın büyüsüne kapıldığını gösteren bir yazı kaleme aldı:

“Soru, 30 Haziran 2011’de 'sandıktan çıktığı' halde, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin nasıl olup da, tam bir yıl sonra, kendisinin çekilmesini isteyen tarihin en büyük kitle gösterilerinin hedefi haline gelmiş olması.

“(...)

“Önceki gün NYT’da yayımlanan 'Mısır: Demokratlar ve Liberaller Birbirine Karşı' başlıklı bir makale 'Mursi’yi laik ve liberal muhalefetin desteğiyle askeri darbe yoluyla devirmek, en kötü sonuç verecek gelişme' olur diye bitiyordu. Çok doğru. Seçimle gelen seçimle gitmeli.

“Bununla birlikte, tarihin büyük altüst oluşları, çok kez kitabi doğrulara riayet etmiyorlar. Eğer, Mısır halkı on milyonlar halinde, tarih rekoru kıracak şekilde, seçilmesinden bir yıl sonra Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler iktidarına başkaldırmışsa, bu başlı başına bir tarihi olaydır ve askeri darbeye şiddetle karşı olmanız, Mısır 2013’ün sunduğu ve etkisini uzun yıllara yayacak olan 'siyaset dersi'ni ortadan kaldırmıyor: Mısır’da Müslüman Kardeşler Tecrübesi, başarısızlıkla sonuçlanmıştır!”

Çandar 14 Temmuz'da da, “Müslüman Kardeşler’e karşı 34 milyon Mısırlının ayağa kalktığını vurgulayan, Mısır’ın en önemli feministi 81 yaşındaki Neval el-Saadavi”nin “Halk Devrimi, Ne Kriz Ne de Darbe” başlıklı yazısından alıntılar yaptı:

“Tarihte her devrimin karşı-devrimi olmuştur. Bunun son örneği çok kısa süre önce Mısır’da yaşandı… Ama Müslüman Kardeşler, 30 Haziran 2013’teki son devrimi boşa çıkartmakta başarısızlığa uğradı ve başarısızlığa uğramaya devam edecek.”

Radikal'den Fehim Taştekin'in Tahrir meydanında konuştuğu “Tahrir devrimcileri” de yine aynı sayısal mantık örgüsünden hareket ediyorlardı:

“Mantıkları şöyle: 'Mübarek sokaklara 11 milyon insan döküldüğünde gitti. Mursi’ye karşı 20-30 milyon yürüdü. Bu Mursi’nin aldığı oydan çok fazla. Ama istifa etmedi, halkı dinlemedi. O gitmeyince ordu halkın arzusunu yerine getirdi.'” (Radikal, 5 Temmuz 2013).

Bir ülkenin meydanlarında iktidarı yıkmak üzere toplanmış itirazcıların, milyonlarla ifade edilen sayılarından peydahladıkları haklılık duygusunun yoğunluğunu bundan daha iyi ne anlatabilir?

 

Milyonların haklılık duygusu meşruiyeti garanti eder mi?

 

Madem “kitlelerin eylemi”nin meşruiyetini tartışmaya açtım ve böylece çok tehlikeli sulara girdim (çünkü biliyorsunuz, “kitlesel eylem” deyince akan sular derhal durmalıdır), daha fazla ilerlemeden neyi tartıştığımı açıklıkla belirteyim:

Birincisi: Diktatörlüklerden değil, iktidarların seçimlerle el değiştirdiği iyi-kötü demokrasilerden söz ediyoruz.

İkincisi: İnsanların, iktidarları protesto etmek üzere yaptıkları ve şiddet içermediği sürece meşruiyeti tartışmasız eylemlerinden söz etmiyoruz... Onların, eylemlerini iktidarın yıkılmasına kadar sürdürmelerinin meşruiyetinden söz ediyoruz...

Basit soru şu:

Meydanlarda ve sokaklarda toplanmış milyonların, taleplerini dile getirmekle yetinmeyip iktidar devrilene kadar oralarda kalmalarını “21. yüzyıl demokrasisi”nin bir normali sayarsak, ülkelerin yönetimi nasıl mümkün olacak?.. Doğacak ortamdan, devlet iktidarının silahlara hükmeden bölümünün yararlanmasının önüne nasıl geçilecek?

Öyle ya, yeni bir iktidar karşısında bu defa da “karşı taraf”, belki de daha büyük sayılarla sokakları ve meydanları doldurup “seçimi bekleyemeyiz, in aşağı” derse ne olacak? Mısır'da, Adeviye meydanında şu anda yaşanan şey bu değil mi?

 

Meydandakilerin niceliği, meydandakilerin niteliği...

 

Mısır örneğinin zenginliği sadece, bu ülkenin iki yıllık kısa bir süre içinde bir değil, iki değil tam üç kez sokakta iktidar devirme pratiğinin sahnesi olmasından kaynaklanmıyor... Mısır örneği, meydanlardaki kalabalıkların iradesini sandığın da önüne koyanların, meydanlar arasında bir hiyerarşi gözettiğini ortaya koyması nedeniyle de ilginç bir örnek teşkil ediyor...

Tahrir'de toplanıp seçilmiş bir cumhurbaşkanının istifasını talep edenlere gösterilen sempatinin, Adeviye'de toplanıp darbeci bir yönetimin istifasını talep edenlerden esirgenmesi  gösterdi ki, bazıları meydanlar arasında gerçekten de böyle bir hiyerarşi gözetmektedir!

Böylece anladık ki, bazı meydanlar “daha haklı”dır... Bazı meydanların iktidar devirme talepleri, başka bazı meydanların iktidar devirme taleplerinden daha meşrudur.   

 

Yoksa Batı'nın yeni 'bon pour l'orient'i bu mu?

 

19. Yüzyıl oryantalistleri, Batı toplumları için “düşük” sayıp reddettikleri bazı standartlar için 'bon pour l'orient' (“Doğu için iyi”) derlerdi...

Batı'nın Mısır örneğindeki utanç verici tepkisizliğinin altında acaba yeni bir 'bon pour l'orient' mi yatıyor?

İstenmeyen iktidarların “yeni dördüncü kuvvet sosyal medya” ve “sandık” gibi işleyen meydanlar aracılığıyla alaşağı edilmesine dayanan yeni bir “demokratik” standartla mı karşı karşıyayız?

Batı ülkeleri için ve Batı dışı ülkelerdeki “laik-seküler” iddialı iktidarlar için kabul edilmeyecek, fakat “İslamcı” iktidarları alaşağı etmede kullanılabilecek yeni bir “demokratik” standartla mı karşı karşıyayız?

Bence, böyle düşünenleri “saçmalamakla” suçlamanın mümkün olamayacağı kadar çok alâmet belirdi...

Batı'nın yeni 'bon pour l'orient'i buysa eğer, Müslüman Kardeşler gibi, demokrasiye lâyık olmadıkları söylenen siyasi akımların buna verecekleri en etkili cevap, Batı'yı şaşırtacak bir demokratik olgunluk içinde davranmak olacaktır.

Müslüman Kardeşlerin, katliamlara rağmen barışçı gösterilerde ısrar etmesi karşısında Batı'nın bunu hiç beklemediğini açığa vuran şaşkınlığı, bu cevabın ne kadar etkili olduğunu göstermiyor mu?