Alişer Delek

23 Ocak 2025

Medya ve üçüncü yol

Adına ne derseniz deyin 40 yıldır Türkler ve Kürtler arasında yaşanan “şey”in yeni bir perdesi aralanıyor… Siyasetin işi olan “başkan yaptırma/yaptırmama” davasından taraf olmak medyanın işi mi? İlla kendine bir iş edinecekse en büyük toplumsal travmayı hafifletici, tetikleyici süreci kolaylaştırıcı rol oynamak neden bu kadar zor?

Türkiye, travmatik bir ülke. Bu tezin içini doldurmak çok da zor değil.

1. Tarihsel travmalar: Osmanlı’nın çöküşü, savaşlar, göçler… Kurtuluş Savaşı ve sonrasında yeniden inşa sürecinde yaşanan toplumsal acılar.

2. Zorunlu göçler ve demografik değişiklikler: Nüfus mübadelesi, Ermeni tehciri, Kürt meselesi gibi hem bireysel hem de kolektif hafızada kalan yaralar.

3. Darbeler ve siyasal çalkantılar: Neredeyse 10 yılda bir gerçekleşen askeri darbeler ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi toplumun demokratik sisteme olan güveninin kaybolması.

4. Etnik ve mezhepsel gerginlikler: Kürt sorunu, Alevi toplumu üzerindeki baskılar, adı bile konulamamış göçmen nüfusla yaşanan sorunlar.

5. Doğal afetler: Depremler ve benzeri felaketlerin doğurduğu sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik yıkımlar.

6. Kadim kültürel çatışmalar: Batılılaşma çabaları ile geleneksel değerlerin çarpışması, modernleşme sürecinde kimlik kriz. (Bu en bitmez çatışmamız olacak sanırım…)

40 yıllık sendrom

Psikolojide tetiklenme (trigger) olarak adlandırılan bir durum var. Bireyin geçmişte yaşadığı travmatik bir olayın hatıralarını, duygularını veya fiziksel tepkilerini yeniden yaşamasına neden olan durum veya olay. Adına ne derseniz deyin 40 yıldır Türkler ve Kürtler arasında yaşanan “şey”in yeni bir perdesi aralanıyor. Hâlihazırda her şey “yolunda” devam etseydi, PKK ile mücadele askeri ve siyasi olarak bilindiği gibi devam etseydi bile toplumda adı konulmamış büyük bir travma yaşandığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu ülkenin meydanlarında bombalar patladı, çocukları dağlarda öldü, insanlarına dışkı yedirildi. (Yaşanan olayları örneklerken bile beynimde “iyi de onlar da hak etti” safsatası yankılanıyor.)

Uyarı: Tedaviye ihtiyaç duyan, travmatik toplumun en hassas noktalarından bir tanesinin bu mesele olduğuna hâlâ ikna olmayanların buradan itibaren yazıyı okumasına gerek yok.

Çözüm amaçlı çıkılan yol zaten ağır ve hassas. Üstüne bir de daha önce başarısızlıkla sonuçlanan bir girişim de var. Ortada büyük bir güven bunalımı var. Üstüne bir de yolun sonunda herkesin bildiği başka amaçlar da var. Demokratik ve liyakat usulüne uyulan bir ülke olsaydık toplumun süreci normal karşılayabilmesi için ihtiyaçlar listesi hazırdı: Sivil toplum kuruluşları, akademi, medya vb…

Tek parti döneminden hiçbirisi sağ salim çıkamadığı için toplumun travmasının tetikleneceği dönemde kim ne yapabilir diye düşünürken buldum kendimi. Ve işim gereği medyanın yapabilecekleri ile yapması gerekenler üzerine kafa yorarken kimsenin yapamadığı/yapmadığı şeyleri görmeye başladım.

Başkanlık sendromu

Henüz adı dahi konulamayan süreçte medya pozisyon aldı bile. İktidar alanındaki büyük kesim günün sonunda “seni başkan yaptıracağız” diye Kürt halayı çekerken, kendini (ki bence çok yanlış bir isimlendirme) muhalif medya diye adlandıran taraf da “seni başkan yaptırmayacağız” diye kollarını açarak zeybek yapıyor. Doğada karşılaşsan, belgeselde izlesen göze güzel gelir de memleket meselesine böyle yaklaşınca ayıp oluyor. Yazının konusu değil ama bir cümleyle değinip belirteyim: Çeşitli siyasi partilerin de olaya yaklaşımı bundan farklı değil. Devlet Bahçeli bombayı patlattığı günden beri herkes bir yerlere savrulup duruyor.

Üçüncü yol mümkün

İlk çözüm sürecinde herkesin aklına hemen gelecek görüntülerin başında Habur geliyor. 2009 yılında PKK’dan sekiz kişi ile Mahmur Kampı’ndan 26 kişi Türkiye’ye giriş yaptı. Habur Sınır Kapısı’nda bu kişiler için mahkeme kuruldu ve serbest bırakıldılar. Milyonlarca kişi ağlayarak izledi bu görüntüleri. Bazısı sevinçten, çok ama çok daha büyük bir çoğunluk kederinden. Süreç KCK operasyonları ve hendek operasyonlarıyla devam etti. Aynı milyonlar yine ağladı, bu sefer ters duygularla. Bu ve benzeri travmaların yeniden yaşanmaması için medyaya büyük rol düşüyor. Bu rolün “başkanlık” tartışmalarına hapsedilmesi, bu sorunun bir daha çözümü zor bir yola girmesine neden olacak.

Açık söyleyeyim, ben de bu işin arkasından başkanlık olmasa da “yeniden seçilme” seçeneğinin önümüze geleceğine inanıyorum. Ama aksini söyleyebilen var mı: Bu seçenek önümüze bir sandıkla gelecek. Açık yazayım, Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden aday olmak için bir yarışa daha girecek ve sandık önümüze gelecek. Sandıkta yenilmeme garantisi mi var? Evet kimilerine göre hile yapıyor, kendi koyduğu kuralı değiştiriyor. Ama nihai karar sandıktan çıkmayacak mı?

Siyasete girdim farkındayım, medyaya düşen göreve döneyim. Siyasetin işi olan “başkan yaptırma/yaptırmama” davasından taraf olmak medyanın işi mi? İlla kendine bir iş edinecekse en büyük toplumsal travmayı hafifletici, tetikleyici süreci kolaylaştırıcı rol oynamak neden bu kadar zor? 40 yıllık meselenin çözümsüz her gününde Türkiye’nin ne kaybettiğini, insanların ne acılar çektiğini yazmak, ekrana taşımak yerine slogan atmaya ne gerek var?  

Yol gösterici olmak mümkün

Hiçbir medya kuruluşunda 2025’e damgasını vuracak bu sürece yönelik bir hazırlık yok. Hazırlık yapma gereksinimi, farkındalığı bile yok. Siyasilerin açıklamaları verilir, işine gelen yorumcunun sesi açılır, reyting sağlayacak başlık bulunur ve yola devam edilir. Dilden başlayarak, muhabirden spikere bir etik medya rehberi hazırlayan yok, toplumsal uzlaşıyı teşvik edecek içerikleri konuşan yok… Sadece slogan var.  40 yıllık bir davaya değil, medya depreme bile böyle yaklaşmadı mı? Bir yanda enkaz pornosu izlerken diğer yanda yargısız infazlar görmedik mi? Milyonlarca insanı hâlâ etkileyen deprem korkusunu yenmek, karar vericileri sarsmak için ne yapıyor medya? Tıklanacak başlıklar atmaktan başka?

Alişer Delek kimdir?

1999 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne giren Alişer Delek, 2000 yılında meslek hayatına başladı. Sırasıyla Kanal 6, Star TV, CNN Türk, TRT Tahran ve Atina temsilcilikleri, Al Jazeera Türk (Haber Müdürü) ve Haber Global’de (Haber Yayın Yönetmeni) çalıştı.

Al Jazeera Türk’ün kuruluş kadrosunda ve Doha’yla iletişim ekibinde yer aldı. Son olarak Sözcü TV’nin kuruluşunu gerçekleştirip iki yıl bu kanalın Genel Müdürü olarak görev yaptı.