Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile ilgili üç güncel haber/konu var. Birisi, Cumhurbaşkanı’nın belediyelerin kuruma olan borçları ile ilgili açıklamaları. Diğerleri ise bir cemaatin sağlık kurumunun SGK’yı dolandırdığı iddiaları ve bazı belediyelerin borçlarına karşılık aralarında camilerin bile olduğu gayrimenkullerini SGK’ya devrettikleri.
Cumhurbaşkanının SGK’nın belediyelerden olan alacaklarını tahsil etmesi gerektiğini ifade etmesi üzerine ana muhalefet partisi CHP (ve diğer muhalefet partileri) bunun kendi belediyelerinin hizmet sunumunu baltalamaya, önlemeye yönelik politik bir hamle olduğu itirazında bulundu. Ülkemizde politik rekabetin geldiği noktada bu sav doğru olabilir. Ancak CHP’nin itirazları politik nitelikte ve özellikle de politik rekabet kaygılarına dayalı. Bir konuya sadece veya öncelikle politik açıdan bakmak belki siyasetçinin ve siyasal partilerin iş yapma ve konuları ele alma yaklaşımına uygun olabilir. Ama ülkenin kamusal sosyal güvenlik kurumuna ve bu kurumun finansal yönetimine sırf politik bakış açısıyla ve özellikle de politik rekabet perspektifinden bakabilir miyiz, bakmalı mıyız?
Konuyu politik rekabet açısından önceleme ve gerekçelendirme ülkenin bazı kamu (ve özel) kurumlarının yasal yükümlerini yerine getirmemelerini ve hatta bunu kendilerince meşru görmelerini haklı kılabilir mi? Bazı özel kesim ve kamu kesimi kurumları ve bunların işletmelerinin de SGK’ya borçlarının olması, bazı kamu kurumlarının borçlarının geçmiş yönetim dönemlerine ait olması belediyelerin ve belediyeye bağlı işletmelerin SGK borçlarını ödememelerine, ödemek istememelerine gerekçe ve örnek oluşturabilir mi? Kuşkusuz bu gerekçeye katılamadığımı ve bu gerekçenin hukuksal açdan abesle iştigal olduğunu söylemeliyim.
Eski söyleyişle “su-i misâl emsâl” olabilir mi? Yoksa siyasetteki ünlü “iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” sözüne “iktidar muhalefeti de kendine benzetir” dizelerini de mi eklemeliyiz?
Acaba konuyu böyle günübirlik politik söylemler yerine öncelikle daha geniş bir çerçevede ele alıp “hukukun üstünlüğü, hukuk kurallarının düzgünleştirilmesi ve herkese adil biçimde uygulanması” ile “kamu yönetiminin ve kamu kurumlarının kurumsal yönetimi (isterseniz buna iyi yönetimi diyelim) açısından” mı ele almalıyız? SGK’nın yönetiminin belediyeler ve belediye şirketleri ile bazı (kamu ve/veya özel) kurum ve kuruluşların prim ve katılım paylarını tahsil etmekte gecikip gecikmediğini; kurumun tahsilat politikasını sistemli biçimde iktidardaki parti ile ilişkisi olanlar ile olmayanlar şeklinde bir ayırıma tabi tutarak uygulayıp uygulamadığı; eğer kurum finansal alacaklarının tahsilinde böyle sistemli bir ayırım yapıyorsa bunun kurum yöneticileri için doğurduğu mali, hukuki ve cezai sorumluluğunun neler olduğu ya olabileceğini mi tartışmalıyız?
Diğer yandan belediyelerin SGK’ya borçlarını ödemeleri tartışması ile bize ekonomik, finansal, hukuksal ve etik boyutları olan ve ciddi sorunlar yumağı içinde olan hem sosyal güvenlik sistemini hem de yerel yönetimlerin mevcut yapısını yeniden organize etme ve kurumsal yönetim ile finansal yönetim modellerinin yenilenmesi perspektifleri açısından ele alma ve tartışma olanağı vermelidir.
21. yüzyılın en belirgin özelliklerinden birisi nüfusun yaşlanması olgusudur. Bu konuda hem çok değişik tahminler hem de ülkeler arasında önemli farklılaşmalar var. Bu demografik değişime ya da dönüşüme (başka etkenlerin de etkisiyle birlikte) doğal olarak (i) daha çok sayıda ve daha yüksek oranda emekli, (ii) daha az aktif işgücü, (iii) teknolojik gelişmelere rağmen daha az üretkenlik ve verimlilik, (iv) daha çok sosyal güvenlik gideri, (v) daha az tasarruf ve yatırım ve dolayısıyla düşük ekonomik büyüme ve daha yüksek oranda işsizlik, (vi) daha fazla bütçe açığı, daha yüksek enflasyon, daha az alt yapı, sağlık ve eğitim yatırımı, (vii) daha fazla gelir (ve servet) eşitsizliği eşlik etmektedir.
Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi kurumsal olarak birisi emeklilik diğeri de sağlık olmak üzere iki ana ayaktan oluşuyor. Her iki kamusal sosyal güvenlik ya da sosyal sigorta sistemi temelde farklı finansman ve yönetim modeline dayalı olsalar da tarihsel olarak biz bu ikisini aynı kurumsal çatı altında (kanımca yanlış biçimde) örgütlemeyi tercih ediyoruz. Her ne kadar 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu “sosyal sigortalar fonu genel sağlık sigortası fonu ile hiçbir şekilde birleştirilemez ve fonlar arasında kaynak aktarılamaz” demiş (m.37/5) ise de sağlık sigortası ile emeklilik sisteminin yeniden düzenlenerek kurumsal düzeyde birbirinden ayrılması gerektiğini düşünüyoruz.
Sağlık sigortası günümüzde ağırlıklı olarak bir kamu kurumu olan SGK üzerinden karşılanıyor, daha doğrusu finanse ediliyor. Bu kamusal finansman yöntemi de kısıtları ve yetersizlikleri nedeniyle olanağı olanların aldığı ve özel sigorta şirketlerinin kanalıyla sunulan (bireysel ve kurumsal) sağlık sigortası poliçeleri ile de destekleniyor.
Ülkemizde tarihsel olarak emeklilik kurumları çoklu bir yapı içinde evrilerek gelişmiştir. Bu kurumları birleştirme çabaları çerçevesinde 1949 yılında 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu; 1964 yılında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; 1971 yılında 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu ve 1983 yılında kabul edilen 2925 sayılı kanunla tarımda hizmet akdiyle çalışanlar ve 2926 sayılı Kanun ile tarımda kendi hesabına çalışanların sosyal güvenlikleri düzenlenmiştir. 2006 yılında çıkarılan 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ve 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile de kamudaki üç kurum tek kurum çatısı, SGK çatısı altında toplanmışlardır.
Bugün emeklilik sistemi kurumsal olarak aslında ikisi zorunlu diğer ikisi ise esas itibariyle gönüllülük esasına dayalı olan dört ana eksende örgütlenmiştir:
(i) Kamu ve özel kesimde ücretle çalışanlar ile kendi hesabına ve serbest çalışanlar için ilke olarak zorunlu SGK,
(ii) Yasal olarak (en az SGK’nın sağladığı standartlarını uygulamaları kaydıyla) bazı kurumların çalışanları için (en büyük grubu bankalar oluşturuyor) özel vakıflar olarak örgütlenmiş olan ve zorunlu sigortanın seçeneği olan çok sayıdaki sosyal güvenlik/emeklilik sandıkları,
(iii) Çalışanlarına ek emeklilik geliri sağlayan kanunla kurulmuş (OYAK ve aynı tarihlerde kurulup yaşama geçirilemeyen MEYAK gibi) kurumlar veya özel olarak örgütlenmiş (özellikle bazı bankaların) gönüllülük esasına munzam emeklilik sandıkları,
(iv) Temelde gönüllülük esasına dayalı olan bireysel emeklilik sistemi ve kurumları.
Zorunlu kamusal emeklilik ve sağlık sigorta sisteminin yeniden yapılandırılması ve örgütlenmesi üzerine bazı düşüncelerim var. Ancak bunun yerine bugün güncel tartışmadan yola çıkarak ve mevcut temel yapıyı veri kabul ederek bazı konuları tartışmak istiyorum. Ama önce sosyal güvenlik sistemlerine ilişkin bazı kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Bütün dünyada sosyal güvenlik sistemleri olgunlaşma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bir başka deyişle de hızlı fon biriktirme döneminden hızlı bir fon dağıtma dönemine geçilmiştir. Bunun anlamı sosyal güvenlik sistemlerinin finansal açığının net bugünkü değerinin ülke milli gelirlerini aşmasının beklenmesidir.
Sosyal güvenlik sistemleri genelde kamu yönetiminin hakimiyeti altındadır.
Sistemlerin finansman yapısı klasik dağıtım yani “kazandıkça öde pay-as-you-go” esasına dayalıdır. Bir başka deyişle sosyal güvenlik sisteminin cari gelirleri cari giderlerin karşılanmasında kullanılmakta ve gelecek için herhangi bir fon ayrılmamakta ya da fon biriktirilmemektedir. Bunun anlamı artık katılımcıların ödediği prim ya da katkılarla bunların değerlendirilerek aktüeryal bir modele dayalı sosyal güvenlik ödemeleri arasındaki finansal bağın büyük ölçüde kopmuş olmasıdır. Bu da emeklilik sisteminin katılımcıların ödedikleri primlerden ya da katkı payları yanı sıra vergi gelirlerine dayalı, kamu bütçesinin transfer kaleminden karşılanan fonlarla emekli aylıklarını ödeyebildikleri bir finansal yapıya dönüşmesine neden olmuştur. Söz konu amaçla yapılan transfer harcamalarının kamu bütçeleri içinde payı sürekli artmakta olup bunun gelecekte nasıl sürdürülebileceği sadece ülkemizde değil dünyada önemli bir sorun olarak ekonomilerin ve siyasetçinin önünde durmaktadır.
Sistem “önceden belirlenmiş katkı-defined contribution” modelinden ziyade “önceden belirlenmiş yarar-defined benefit” modeline dayanmaktadır. Başka bir deyişle sistemden yararlanacak emekliye yapılacak ödeme belli kriterler doğrultusunda önceden belirlenmektedir.
Sosyal güvenlik özellikle de emeklilik sistemini finansal yönetimini etkileyen önemli bir konu enflasyonist süreçlerdir. Enflasyon bu kurumların gelir/gider dengesi ve bilanço yapıları üzerinde bozucu etkiler yaratmaktadır.
Nüfusun yaşlanması ile ve emeklilik kurumlarının olgunlaşması (yaşlanması terimine tercih ettim) ile “çalışan ve emeklilik primi ödeyen kişi sayısı/ emeklilik ödentisi alan kişi sayısı” oranının giderek küçülmesinin sistem üzerinde baskı yaratmaktadır.
Sosyal güvenlik kurumları finansal kurumlardır
Sosyal siyasetçiler tarafından birer sosyal güvenlik kurumu olarak kabul edilseler de biz iktisatçı/finansçılar sosyal güvenlik kurumlarını birer “finansal kurum” olarak kategorize eder ve bu kurumları ülkenin finansal sisteminin yapısını oluşturan kurumsal yapının bir unsuru olarak görürüz. Bu nedenle de bu kurumların işlevinin toplumu oluşturan bireylerin (zorunlu ve kısmen de gönüllü) tasarruflarının kanalize edildiği ve yönlendirildiği bir mekanizma oluşturmak olduğunu düşünürüz. Kuşkusuz bu kurumlar gelirin nesiller arası bölüşümünü de etkilerler. Bu yaklaşım ilke olarak kurumların yönetiminin de bir finansal kurum olarak düşünülmesi anlamına gelmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi günümüzde kamusal sosyal güvenlik sistemlerinin gelir/gider dengesinin bozulması ve fon açığı olan kurumlar haline dönüşmesi onların bilanço yapısı, kurumsal yönetim ve finansal yönetim bakımından birer finansal kurum olma niteliklerini değiştirmez.
Ancak bu kurumun, yani kamusal ve zorunlu bir (emeklilik ve sağlık) sigorta kurumu olarak SGK’nın temel özelliği oldukça yüksek ölçüde ve yoğun biçimde düzenlenmiş (regulated) olan bir alanda faaliyette bulunmasıdır. SGK’nın finansal yönetimini önemli ölçüde etkileyen husus kurumun sunacağı hizmet türleri ile bunları sunmak için elde edeceği gelirler ve giderleri miktar ve/veya oransal bakımdan belirleme özgürlüğünün kısıtlı olması ve birçok bakımdan da olmaması ve bunun temelde siyasetçinin yapacağı düzenlemeler ile belirlenmesidir. Örneğin emeklilik sigortası primlerinin neler olacağı ve bunların oran veya tutarının ne olacağı, emeklilik geliri bağlanmasının koşulları (prim ödeme gün sayısı, emeklilik yaşı gibi) politik bir karardır. Bu nedenle SGK yöneticileri politikacının birçok kez ekonomik ve finansal (hatta sosyal politika) bakımdan rasyonel ya da akılcı olmayan ve topluma yanlış mesajlar ileten ve kötü/hatalı müşevvikler (incentives) içeren kararlarını (prim afları ve yapılandırılmaları ile EYT düzenlemeleri gibi) veri ederek kabul ederek kurumu yönetmeye çalışma durumunda kalırlar. Sonra da zaman geçer siyasetçiler, kurumun gelir ve giderini kendilerinin çıkardığı düzenlemelerin belirlediğini unutabilir ve kurumun yöneticilerini kurumu batırmakla suçlayabilir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi sosyal güvenlik sistemlerinin finansal yönetiminin “pay-as you-go sistemine dayanması bu kurumların bilanço yapılarını önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu tür kurumların fon biriktirme dönemlerinde gayrimenkuller ve finansal varlıklara (kamu ve özel kesim tahviller ve şirket hisse senetleri gibi) uzun vadeli ve sabit nitelikli varlıklara ve finansal araçlara yatırım yapma dönemi artık çok gerilerde, deyim yerindeyse bugün yaşayan nesillerin hatırlamadıkları dönemlerde, 20. Yüzyıl tarihinin derinliklerinde kalmıştır. Bu kurumlar bakımından önemli olan dönemsel olarak yükümlerini karşılayabilecekleri bir nakit pozisyonda olmak zorunluğudur. Bu nedenle de sosyal güvenlik kurumları için nakit akımı yönetebilmek gelir/gider ve bilanço yönetimlerinin temel meselesi olmuştur.
Bu kurumların bir tür finansal kuruluş olmasının bir başka sonucu tıpkı diğer finansal kurumlar gibi yükümlerini zamanında ve eksiksiz yerine getirmekle yükümlü olmalardır. Bu yüküm de esas itibariyle nakden yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüklerden (hak sahiplerine emekli maaşları, kendi örgütlerinin çalışanlarının ücretleri hizmet veren veya tedarikçi konumundaki kişi ve kuruluşlara sağlıkla ilgili harcamalar gibi) oluşmaktadır. (Bu konuda SGK’nın internet sitesinde detaylı verilere ulaşmak mümkündür) SGK’nın emekli maaşlarını hak sahiplerinin hesabına günü geldiğinde, yani zamanında yatırmaması düşünülemez, hayal bile edilemez. Bu devletin garantisi altında olan bir sistem olduğu için ve sonunda sosyal güvenlik kurumunun garantörü devlet olduğundan (nasıl bankalarda TMSF mevduat ödemelerinin garantörü ise) kamu otoritesi sosyal güvenlik kurumuna emeklilik ödemelerini yapabilmesi için nakit olanağını genel bütçeden (vergi gelirleri ve/veya kamu borçlanması ile) karşılayacaktır. Kamusal sosyal güvenlik kurumunun emekli maaşlarını zamanında yatırmaması, yatıramaması sadece kamu ekonomi yönetiminde bir sorun değil siyasal sistemde bir sorun olarak algılanır ve bunun ciddi sonuçları olur.
Sosyal güvenlik kurumunun gelirlerini nakden, zamanında ve eksiksiz tahsil etmesi esastır ve zorunluktur
Sosyal güvenlik kurumunun gelirleri de esas itibariyle hak sahiplerinin kendileri ya da istihdam eden kurumlar tarafından onlar adına prim ve katkı paylarının yatırılmasından oluşan gelirlerdir (buna faaliyet geliri de diyebilirsiniz). SGK’nın tahakkuk eden ve yükümlülerden tahsil edeceği prim ve katkı payları alacağı da bir finansal varlıktır. Bunu tıpkı bir bankanın kredi müşterisinden olan alacağı gibi düşünebilirsiniz. Kurumun hak sahiplerine yapacağı ödemeleri nakit olarak yapması gerektiği dikkate alındığında SGK’nın finansal alacakların nakden tahsil edilmesi kurumun nakit yönetimi açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. Bir banka kredi alacaklarının nakden tahsil edemeyip gayrimenkul ve diğer sabit kıymetler olarak tahsil ederse veya karşılık ayırarak zarar yazmaya başlarsa bilançosunun ve gelir tablosunun kalitesi bozulur, yükümlerini yerine getirmede acze düşer ve zarar etmeye başlayabilir. Bu açıdan bakıldığında SGK’nın finansal tabloları da tıpkı bir bankanın finansal tabloları gibidir. Bunun bize öğreteceği gerçek (isterse ders diyelim), SGK’nın temel finansal yönetim stratejisinin finansal alacaklarını (prim gelirleri ve katkı paylarını) nakden tahsil etmesi, bunların yapılandırılması ile silme ve ana para ve gecikme cezalarında indirim uygulaması yapmaması; siyasetçinin de SGK alacakları konusunda af, silme, yapılandırma gibi düzenlemeler yapmaktan kaçınması gerekir.
SGK’nın alacaklarını mutlaka nakden tahsil etmesi gereklidir. Onun nakden yapamadığı her alacak tahsilatı, gecikerek yaptığı her alacak tahsili ve vazgeçtiği her alacağının yarattığı nakit eksikliği kamu bütçesinden karşılanmakta ya vergiler ile ya da kamu borçlanması ile finanse edilmektedir. Bunun ise hem toplumsal maliyeti hem de finansal maliyeti vardır. Bu maliyet defterlere muhasebe zararı veya maliyeti olarak yansımasa bile ekonomik maliyet olarak ödenir. Bu nedenle SGK hizmet yerleşimleri dışında herhangi bir biçimde hem gayrimenkul/taşınmaz edinememeli hem de alacaklarını nakit dışında bir başka biçimde tahsil edememelidir. 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu açıkça “kurum görevlendirildiği hizmetlerin gereği ve bağışlar dışında taşıt edinemez” hükmünü (m.35/1) öngörmüştür. Hemen belirtelim ki “görevlendirildiği hizmetlerin gereği” terimi esnetilmeye uygun bir terim niteliği taşımaktadır.
Niteliği ne olursa olsun SGK alacağını anlaşma ile edinim veya icradan alım biçimde gayrimenkul/taşınmaz karşılığında tahsil edememelidir. Taşınmaz edinimi SGK’nın karşısına bunun niteliğinin ne olduğu ile fiyatının ne olacağı gibi çetrefilli ve tartışmaya açık bir sorun çıkacaktır. SGK gayrimenkul ofisi veya şirketi değildir; ihtiyaç dışındaki gayrimenkullerin/taşınmazların elde tutulması da kiraya verilmesi de elden çıkarılması da alternatif maliyeti yüksek işlerdir ve bir finansal kurum olarak onun finansal tabloların likiditesi, varlıkların kalitesi ve getirileri üzerinde can sıkıcı, olumsuz ve bozucu etki yaratır. Hele bu edinimin alacağın tahsili amacıyla olması söz konusu yükleri ve maliyetleri daha da artırır. Bu nedenle SGK’nın politik veya başka etkenlerle belediyelerden, başka kurumlardan ve özel gerçek veya tüzel kişilerden alacaklarına karşılık doğrudan veya dolaylı biçimde gayrimenkul/taşınmaz edinemeyeceği kurumu düzenleyen mevzuata konulmalıdır. Yakın tarihlerin cami, okul, park gibi kamusal alanların alacakları tahsil amacıyla alınması (veya alınması iddiaları) uygun bir finansal yönetim yaklaşımı olarak görülemez. SGK’nın geçmiş tarihinde (SSK olarak) bir zamanlar mezarlık bile edindiğini biliyoruz. 1980’lerin başında bir yerel bankayı satın alarak kayıt dışı mevduat sertifikası satan ve bankası TMSF’ye devredilen bir girişimci (kendisi Mülkiye’nin yetiştirdiği kıymetlerden idi) SSK’ya mezarlık bile satmayı başarmıştı. Yine 1970’lerin sonunda sosyal güvenlik kurumlarından sorumlu bir bakanın, kurum parasını iki şirkete kredi verilmesi amacıyla fon sağlamak için özel bir bankaya vadeli mevduat olarak yatırması nedeniyle Yüce Divanda yargılanarak mahkûm olduğunu da biliyoruz. SGK’nın alacaklarını nakden tahsil etme stratejisi çerçevesinde başka şirketlerin hisse senetlerini, borçlanma araçlarını ya da diğer gayrimaddi haklarını de satın alamamalıdır. SGK sadece sahip olduğu fonları yönetme bakımından kıs süreli olarak yatırım fonları gibi sermaye piyasası araçlarında değerlendirebilmeli; pay piyasası ile borçlanma araçları piyasası ve vadeli işlemler piyasasından, kripto varlıklardan uzak durmalıdır. Sürekli fon açığı veren ve bu fon açığı kamu bütçesinden karşılanan SGK’nın yatırım amacı taşıyan edinimler ile bahse dayalı işlemler yapması uygun bir finansal yönetim yaklaşım olmayacaktır.
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu, süresi içinde ödenmeyen sigorta primleri, katkı payları, idari para cezaları ve gecikme zamlarının Kurum alacağına dönüşeceği ve bu alacakların tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağını öngörmektedir (m. 37/2). SGK’nın gelirlerini nakden tahsil etme kuralı çerçevesinde ister kamu kuruluşları isterse özel kuruluşa ait olsun zamanında ödenmeyen katkı payları için gecikmeden takip yollarına başvurmalıdır. Burada temel yaklaşım muaccel hale gelen bir alacağının 90 gün içinde ödenmemesi halinde kurum kanuni takip yollarına başvurmakla ve takibi de sonuna kadar sürdürmekle yükümlü (ve sorumlu) olmalıdır. Bu yükümün zamanında yerine getirilmesi ve süreçlerin kararlılıkla izlenmesi konusunda ilgili Bakandan başlayarak kurumun en tepesinden aşağıya doğru alacakla ilgisi ve sorumluluğu olan kurum görevlileri için mali, cezai ve idari sorumluluklar getirilmelidir. Kanuni takip yolları çerçevesinde kurum alacağını nakden tahsil etmeli; gayrimenkul, taşınmaz, şirket hissesi, diğer finansal varlıklar ve haklar SGK tarafından doğrudan veya dolaylı biçimde edinmemeli ve icra yolları ile nakden çevrilerek bedeli nakden tahsil edilmelidir. Bu yöntem açık ve sorumluluklar yükleyerek SGK mevzuatına konulmalıdır.
SGK bir finansal kurumdur ama bir kredi kurumu değildir. Bu nedenle SGK’nın alacakları yapılandırılamamalı, ana para ile gecikme cezalarında indirime gidilememeli, alacakları kısmen dahi olsa yönetimsel kararlarla silinememelidir. Şirketler ve kurumlardan (belediyeler dahil) olan prim alacaklarının ve katkı paylarının yapılandırılması, taksitlendirilmesi yükümlülerin SGK’yı bir kredi kurumu gibi kullanmalarına neden olur. Tam tersine yükümlüler (eğer kredi değerlilikleri varsa) bankacılık sisteminden kredi alıp kuruma olan yükümlülüklerini karşılamalıdırlar.
Bu konuda politikacılar da ilke olarak siyasetin günübirlik popülist etkenleri ve gariban edebiyatı etkisinde kalarak SGK alacaklarını yapılandırma, prim ve gecikme faizlerinin af ve silme, prim gün sayısını azaltma gibi düzenlemeler yapmamalıdır. Sosyal güvenlik konusu hem kısa vadede hem de uzun vadede soysal, ekonomik ve finansal etkileri olan, siyasetçilerin üzerinde popülist söylemlerle rekabet etmemeleri gereken bir alandır. Yakın tarihte gerçekleştirilen EYT düzenlemesinin sosyal güvenlik siteminin temel yapısına hasar veren bir düzenleme olduğunu söylemeliyim. Emeklilik sisteminin temel iki unsurundan birisi olan ve 2000 krizinin bize verdiği dersler gölgesinde konulabilen belirli bir yaşı geçme kuralı böylece işlemez hale gelmiştir.
Sosyal güvenlik sisteminin kurumsal yapısının “emeklilik” ve “sağlık” biçimde ayrılması ve bu iki ana dalın yeniden düzenlenmesine ilişkin bazı düşüncelerimi ise bir başka yazım ile tartışmak istiyorum.
Ali İhsan Karacan kimdir? Ali İhsan Karacan, 1951 yılında Ceyhan/Adana’da doğdu. 1973 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden, 1984 yılında İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1978 yılında İÜ İktisat Fakültesinde doktorasını tamamladı. 1988 yılında doçent ve 2018 yılında profesör oldu. İstanbul Üniversitesi (1985-1999) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi (2018-2021)’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nde yüksek lisans-doktora dersleri verdi. Maliye Bakanlığı’nda (1973-1981) Bankalar Yeminli Murakıbı; Yapı ve Kredi Bankası’nda (1981-1986) ve T. Garanti Bankasında (1986-1989) genel müdür yardımcılığı; T. Garanti Bankası ile Doğuş Grubu’nda (1989-1994) yer alan bir çok şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanı, görevli üye ve üye olarak görev yaptı. 1994-1997 yıllarında Sermaye Piyasası Kurulu’nda Başkanlık görevinde bulundu. 1998-2005 yıllarında Çukurova Holding ve Yapı Kredi Bankası ile bağlı çok sayıda şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanlığı, görevli üyelik ve üyelik görevlerinde bulundu. 2006-2013 yıllarında Doğan Holding ve grup şirketlerinde; 2015-2018’de Fenerbahçe Futbol A.Ş.’de yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Dünya, Akşam ve Vatan gazeteleri ile Gazeteport sitesinde köşe yazıları yazdı. Ekonomi, Finans, Bankacılık ve Sermaye Piyasaları üzerine yirminin üzerinde telif ve tercüme kitabı ile çok sayıda akademik makalesi yayımlandı. |