Konuya ilişkin önceki yazımda Sosyal Güvenlik sisteminin genel yapısına değinerek Sosyal Güvenlik Kurumlarının finansal kurumlar olduğunu belirtmiş ve mevcut sosyal güvenlik sistemini veri aldığımızda SGK’nın prim ve katılım payları ile gelirlerini nakden, zamanında ve eksiksiz tahsil etmesinin esas ve zorunluk olduğunu söylemiştim.
Bugün günümüzdeki zorunlu emeklilik/yaşlılık sigortası sisteminin yapısal olarak bozulmuş bir sistem haline gelmesinin nedenlerini ve yenilenmesi gereğini tartışmak istiyorum.
Zorunlu genel sağlık sigortası sistemi konusunu ise ayrıca ele almayı düşünüyorum.
Ülkemizde tarihsel olarak emeklilik (eski dilde tekaüd) kurumları çoklu bir yapı içinde evrilerek gelişmiştir. Bu nedenle belirli bir dönemden sonra hem zorunlu emeklilik kurumları konsolide edilmeye çalışılmış hem de aynı zamanda emekliliğin ya da emeklilik (yaşlılık) sigortasının kişiler ve sektörler itibariyle de kapsamı genişletilmeye çalışılmıştır. Konsolidasyon ve kapsam genişlemesinin yanı sıra da belirli meslek, sektör ve gruplara farklı veya üstün haklar ve yararlar sağlandığı da gözlemlenmiştir.
Bugün emeklilik aylığı bağlama sistemi kurumsal olarak ikisi zorunlu diğer ikisi ise esas itibariyle gönüllülük esasına dayalı olan dört ana eksende örgütlenmiştir:
(i) Kamu ve özel kesimde ücretle çalışanlar ile kendi hesabına ve serbest çalışanlar ile vd. için ilke olarak zorunlu SGK,
(ii) Yasal olarak (en az SGK’nın sağladığı standartlarını uygulamaları kaydıyla) bazı kurumların çalışanları için özel vakıflar olarak örgütlenmiş ve zorunlu sigortanın seçeneği olan çok sayıdaki sosyal güvenlik/emeklilik sandıkları (en büyük grubu bankalar oluşturuyor,
(iii) Çalışanlarına ek emeklilik geliri sağlayan kanunla kurulmuş (OYAK gibi) kurumlar veya özel olarak örgütlenmiş (özellikle bazı bankaların) gönüllülük esasına dayalı munzam emeklilik sandıkları,
(iv) Temelde gönüllülük esasına dayalı olan bireysel emeklilik sistemi ve kurumları.
Yeni yayımlanan Orta Vadeli Program 2025-2027’de “5.Finansal İstikrar/Tasarrufların Artırılması” başlığı altında Otomatik Katılım Sistemi (OKS) adı altında işverenlerin katkısı ile ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşecek tamamlayıcı emeklilik sistemi kurulacağı ifade edilmektedir. Bu da bazı bankaların sahip olduğunu ifade ettiğimiz “munzam sandıkla” kurdukları model gibi geniş çaplı ve bir işyerinde çalışanlara açık, işveren katkısını da öngören hem zorunlu hem munzam yeni bir emeklilik sistemi yaratılmak isteniyor. “Zorunlu” gibi sevimsiz görünen bir terim yerine “otomatik katılım” terimini; “munzam-ek-ilave” yerine ise “ikinci kademe” demeyi yeğlemişler.) Bu da sadece bir tasarrufların artırılması meselesi olarak görülüyor. Her emeklilik sistemi aynı zamanda bir sosyal kurumdur ve bir gelir bölüşümü meselesidir. Diğer yandan insanca yaşam olanağı veren bir aylık sağlayacak zorunlu emeklilik sistemini kurmak ve işletmek devletin temel görevlerinden birisi. SGK sistemi ile bunu sağlayamayan daha doğrusu sağlamayan devlet bu temel işlevini kapsayıcı olmayan ama iş bulup çalışabilen için zorunlu olan bir munzam sistem kurarak bunun finansal yükünü de işveren ve iş görenlere yüklemek istiyor.
Halbuki temel sorun SGK çatısı altında yamalı bohça, karadelik ve adaletsiz bir sistem haline gelen, politik müdahalelerle bozulmuş olan zorunlu emeklilik sisteminin düzeltilmesi gereğidir.
SGK çatısı altında toplanan zorunlu ve kamusal nitelikli emeklilik sistemi zaman içerisinde kurumları ve sistemleri birleştirme sırasında günün koşullarında kaçınılmaz olarak yaratılan bozucu etkenlerin yanı sıra iki etkenle ya da iki kaynaktan doğan müdahaleler ile de daha fazla bozulmuş olup çok parçalı, çok fazla türden emeklilik aylığı veren ama kapsayıcı olamayan ve kapsadıklarında da ayrımcı yapıda olan, prim süreleri ve emeklilik yaşı konusundaki kararsızlık ve tutarsızlıkları ile adil olmayan, hakkaniyete uygun olmaktan uzak, toplumsal vicdanı yaralayan eşitsizlikler ve kayırmalarla doludur.
Zorunlu emeklilik sistemi hem toplumun tüm kesimlerini kapsamamakta hem aynı anda aynı kişiye birden fazla emeklilik aylığı verebilmektedir. Diğer yandan emekli aylığı kişiye bağlı bir hak olmaktan çıkmış eşlere ve sonraki nesillere aktarılan bir sosyal yardım niteliğine bürünmüştür. Sistemin sağladığı yararlar, ayrımcılığa ve olumsuz yönde farklı muameleye tabi olduğu düşüncesi yaratarak hiç kimseyi finansal olarak tatmin edemediği gibi sistemin kendisi de finansal olarak kamu bütçesinden aktarılan muazzam kaynaklar ile ayakta durabilen bir kara delik olmuştur.
Bu da yetmezmiş gibi prim gelir ve tahsilatları nitelik, kapsam ve yönetim yaklaşımı bakımından kurumun Maliye idaresinin uzantısı ya da ona paralel ikinci bir vergi idaresi gibi çalışması ve yönetilmesi ile de ekonomi üzerinde, özellikle de kayıt içi ekonomi için sorunlar ve ağır yükler oluşturur hale gelmiştir. Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının prim oranı prime esas kazancın yüzde 20’sidir. Bunun yüzde 9’u sigortalı hissesi yüzde 11’i işveren hissesidir. Bu orana belirli iş ve durumlarda yüzde 1,5 ile yüzde 10 arasında eklemeler yapılmaktadır (5510 sayılı Kanun m. 81/a,b,c,d.) SGK prim sistemi deyim yerinde ise bir tür kayıt içi ekonomiyi cezalandırma amacıyla kullanılan istihdam vergisine dönüşmüştür.
Diğer yandan konuyu düzenleyen mevzuat üst üste yapılan değişiklikler ile karmaşık hale gelmiş, konunun uzmanlarının bile içinden çıkmakta zorlandığı bir düzenlemeler yumağı olmuştur. Mevcut sistem ve yaklaşım içinde de düzenlemelerin sadeleştirilmesi olanağı da pek mümkün görünmemektedir. “mevzuat.gov.tr ” adresinden indirilebilen 2006 yılında çıkarılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun pdf formatı tam 234 sayfa olup Kanunda yapılan değişiklikleri gösteren kanunlar listesi ise tam 12 sayfa uzunluğundadır. İkincil mevzuatı ise hiç söylemiyorum. Sosyal güvenlik konusunda vatandaşların sorularını bir sosyal güvenlik uzamanı yardımıyla cevaplamaya çalışan gazetelerin köşesi ve televizyonların program saatleri var.
Emeklilik sisteminin üzerinde bozucu etki yarattığını ifade ettiğim müdahalelerin ise şu iki kaynaktan doğduğunu söyleyebilirim.
(i) Bir bozucu etki kaynağı popülist nitelikli ve/veya gariban edebiyatına dayalı politik müdahaleler olup politikacıdan kaynaklanmaktadır. Bu bozucu müdahaleler özellikle politikanın çok parçalı hale geldiği ve politik rekabetin yoğunlaştığı dönemlerde artmaktadır. Son iki önemli örnekten birisini 1991 genel seçimlerinde (12 Eylül sonrasın rekabetçi ilk seçimiydi) rahmetli Demirel’in vaatleri nedeniyle ve diğerini ise 2023 yılında (beklenenin aksine politik yapıyı daha çok parçalı haline getiren ve rekabeti şiddetlendiren başkanlık sisteminin) Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde muhalefetin bayraklaştırdığı EYT’lilerde yaşadık.
(ii) İkinci etken emeklilik sisteminin bir bölüşüm kavgası olması kaynaklıdır. Bu etken politikayı etkileyen, etkileme gücü olan grupların kendilerine ayrıcalıklı emeklilik hakları yaratmaları; politikacının bazı grupları memnun etmek amacıyla onlara bir şey verip karşılığında bir şeyler almak için verdiği ayrıcalıklı emeklilik hakları; politikacı ya da yasa yapıcıların bu güçlerini kendileri için ayrıcalıklı haklar yaratmak amacıyla (kötüye) kullanmaları şeklinde dışa vurmaktadır.
Bugünlerde 1,5 yıl önce EYT ile sisteminde yaşa dayalı bozucu etkiler yaratmış olan iktidardaki partiden emeklilik sistemini yeni baştan tanzim etmeye ve emeklilik yaşını uzatmaya yönelik bazı aksi yönde mesajlar geliyor. Emeklilik sistemini rasyonelleştirmeye yönelik düzenlemelerin önünde kanımca dört büyük sorun var.
(a) Sorunlardan birisi kazanılmış hak kavramında yatıyor. Daha önce emekli olmuş olanların aldıkları emeklilik maaşları ile emeklilik sistemine girmiş olanlar için kazanılmış olan hak haline gelen olanakların üzerinde nasıl tasarruf edilebileceği bir soru işaretidir ve bu emeklilik sisteminde önemli rasyonelleştirmeler yapılabilmesi bakımından hem hukuksal hem de politik açıdan (sevimsiz duran) engeller yaratabilir gibi görünmektedir. Hükümet bir süredir ayrıcalıklı ve azınlıkta olan emekliler grubu dışında kalan ve emeklilerin büyük kısmını oluşturan kitlelerin emekli maaşlarında enflasyon ve diğer nedenlerle yaptığı düzeltmelerin miktar ve oranını bu kitlenin emekli gelirlerini birbirine yaklaştırma ve aşağıda buluşturma yolunu seçerek kazanılmış finansal yararlarını ve emekli maaşlarını göreli olarak aşındırıyor. Bundan 15-20 yıl önce emekli olduğunda asgari ücretin 4-5 katı emekli maaşı alanların maaşları bir adım sonra neredeyse asgari ücrete eşitlenmek üzere. Bu nedenle gri olan bir alandan yararlanarak finansal kazanılmış haklar zaten göreli olarak aşınıyor. Enflasyon nelere kadir değil ki? Hukuken dokunamadığınız haklara finansal olarak ve fiilen dokunmanızı sağlayabiliyor.
(b) İkinci sorun ise emeklilik siteminde yapılan sınırlı rasyonel düzeltmeler yöntem olarak kanun yoluyla yapılıyor. Sınırlı rasyonelleştirme çabaları yeni ilave rasyonelleştirme adımları ile desteklenmesi gerekirken bu çoğu kez yapılamıyor. Diğer yandan yapılan rasyonelleştirmeler de daha sonra iş başına gelen partiler ve hükümetlerce (yukarıda sıraladığımız iki bozucu etken nedeniyle) yapılan yasalar ile etkisizleştirilebiliyor, bozulabiliyor. Tıpkı 2000 Krizi sonrası DSP-ANAP-MHP koalisyonunun IMF zorlamasıyla yaptıkları emeklilik yaşı düzeltmesinin 2023 seçimi öncesi EYT kampanyası sonucu değiştirilmesi gibi.
(c) Üçüncüsü ise hem düzeltici hem de bozucu düzenlemelerin etkisini gösterebildiği zaman veya süre sorunudur. Kamusal zorunlu emeklilik sisteminde yapılan düzeltme ve rasyonelleştirmelerin yaşama geçmesi, genel olarak sistemde etkilerinin ortaya çıkabilmesi çoğu kez zamana ya da uzun zaman geçmesine bağlı olmaktadır. Bu nedenle emeklilik sistemlerinde yapılan düzeltmelerin (hem ekonomik-finansal hem de sosyal açıdan) sonuçlarını alabilmek için sabırlı olmak ve beklemek gerekmektedir. Buna karşılık sistemi bozucu, popülist ve gariban edebiyatına dayalı düzeltmeler ise etkisini çoğunlukla çok kısa sürede göstermektedir. Bu nedenle emeklilik sistemindeki hataları, yanlışları düzeltebilmek zaman alıcı iken bozucu etkileri yaratan müdahaleler hemen etkisini gösterebilmektedir. 2000’lerin başında Kemal Derviş tarafından (pardon IMF dayatmasıyla) gerçekleştirilen ve sonuçları ancak yeni yeni alınmaya başlayan emeklilik yaş düzeltmesi 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde (gönülsüz biçimde yapılsa da) bir gecede etkisizleştirilebilmiştir.
(d) Dördüncüsünü emeklilik sistemi tarihimizin gelişmesinin biçiminden çıkarsıyoruz. Emeklilik sistemimiz çoğu tek tek kurumlar tarafından oluşturulmuş olan emeklilik kurumlarının birleştirilmesi ile oluşturulmuş ve zamanın ekonomik ve politik koşulları nedeniyle de bütünsel bir bakış ile yeni baştan kurgulanamamıştır. Yamalı bohça terimi bile bunu ifade edebilir mi emin değilim. Günümüzde de emeklilik sisteminin farklı katılımcıları, farklı emeklilik uygulamaları, güç dengeleri, kazanılmış haklar, her zaman var olmayı sürdüren ekonomik ve politik olumsuz koşullar bütünsel bir bakış açısı ile sistemin yeniden kurgulanmasını engelleyebilir.
Emeklilik sistemleri geliri nesiller arasında transfer ettiği gibi politika tarafından aynı nesil içinde transfer amacıyla kullanılabilir.
Önce emeklilik sisteminin günümüzde neden hem farklı nesiller arasında hem de aynı neslin içinde bir bölüşüm ve kaynak transferi yaptığını ve aynı zamanda da halk kitleleri ile kamu maliyesi arasında nasıl bir bölüşüm mücadelesi alanı ve aracı haline dönüştüğünü kısa bir biçimde açıklamalıyım. Bölüşüm mücadelesi olduğu yerde bu mücadele hakkaniyet ve adaleti değil bireysel yararlar ile grup çıkarlarını önceler, karar alıcılar üzerinde ise çoğu kez haklılardan ziyade güçlüler ve/veya gücünü iyi, doğru, zamanında ve uygun biçimde kullananlar etkide bulunurlar ve kararları kendilerinin istedikleri yöne yönlendirebilirler.
Emeklilik sistemlerinin finansman yapısının günümüzde ağırlıklı biçimde “kazandıkça öde pay-as-you-go” esasına dayalı olması emeklilik sistemlerinin maliyetinin “nesiller arası” aktarımına ya da sistemin maliyetlerinin bir nesilden diğerine aktarılmasına neden olmaktadır. Bir başka deyişle de genelde bugünün çalışanları sosyal güvenlik katkıları ve ödedikleri vergilerle dünün çalışanı ve bugünün emeklisi olan kişilerin aldığı sosyal güvenlik yararlarının maliyetini karşılamaktadırlar (Kuşkusuz emekli olup çalışanlar ile çalışmadığı halde ödedikleri dolaylı vergiler ve enflasyon ile herkes bir ölçüde ve biçimde bu finansmana katılırlar; ama bu genel olguyu temelde değiştirmez). Bu nedenle emeklilik sistemleri günümüzde esas itibariyle nesiller arasında gelir bölüşümü yapan sistemlerdir. İki neslin aynı anda ve yan yana ve hatta iç içe yaşıyor olması kaçınılmaz olarak emeklilik sistemini bu nesiller arasında bir bölüşüm mücadelesinin alanı ve aracı haline dönüştürür.
İnsanlar, devletin kamusal mallar sunumu ile transfer harcamalarından yararlanmak isterler ama bunun maliyetlerini de kendilerinden çok başkalarının ödemesini isterler. Burada ise çıkar grubu (interest group) oluşturan gruplar veya örgütlerin politikacıyı etkileme gücü sahneye çıkar. Bu olgu emeklilik sistemini dizaynında da geçerlidir. Kimlerin çıkar grupları oluşturduğu, bu grupların gücü ve göreli olarak güçlülüğü zamana ve mekâna bağlı olarak değişebilir. Çıkar grupları ve örgütler emeklilik sistemini kendi yararlarına işleyecek, kendilerine sistemin genelinden farklı ve daha çok yararlar sağlayacak biçiminde dizayn edilmesi yönünde politikacıya baskı yapabilir ve istemlerini elde etmede başarılı olabilir. Bu grup ne kadar dar ve ne kadar güçlü ise kendine sağladığı avantaj ve yararlar da o ölçüde çoğalır ve sistemin genelinden farklılaşabilir. Bazen, bizatihi emeklilik sistemini tanzim etme güç ve yetkisine sahip olanlar bu gücü kendi yararlarına kullanarak kendileri için farklı ve sistemin genelinden daha avantajlı emeklilik hakları sağlayabilirler.
Kamusal zorunlu emeklilik sistemlerinin yararlarının belirli kişiler ve gruplar için farklılaştırılması ve onlara sistemin genelinden daha fazla ve daha üstün yararlar sağlanması ile emeklilik sistemi aynı nesil içinde de yaşanan bir bölüşüm mücadelesinin alanı ve aracı haline gelir. Bu mücadelenin bir dışa vurumu olarak gruplar, meslekler, bölgeler, demografik kesimler vs. emeklilik sisteminde kendilerine ayrıcalıklı ve üstün haklar sağlama mücadelesine girişirler. Uluslararası genel kabul görmüş (ve ulusal yasa ile belirlenmiş) emeklilik yaşından önce genç yaşta emekli olma mücadelesi veren ve bunu seçim ortamının puslu havasından ve politik rekabetten yararlanarak kanun değişikliği yaptırtan EYT grubu aynı nesil içinde verilen ve kazanılan bir bölüşüm kavgasının yakın örneği olmuştur.
Diğer yandan zorunlu emeklilik sistemlerinin kazandıkça öde modeliyle finansmanı doğal olarak emeklilik sistemlerinin kamu maliyesi (aslında hükümetlerin) tarafından bir biçimde bölüşüm alanı ve aracı haline dönüştürmelerine olanak vermektedir. Kaldı ki ağırlıklı olarak kazandıkça öde modeli ile emeklilik sistemi finansmanı sadece kamu maliyesinin değil hükümetlerin para politikası alanının da içine düşmektedir. Robert Skidelsky’nin deyimiyle para politikası mutlaka ve her zaman kazananlar ve kaybedenler yaratır, sonunda para politikası mutlaka bölüşüm etkisi doğurur. Bu da para politikasının kaçınılmaz biçimde bölüşüm mücadelesi yaratacağı, para politikasının işe karışmasının emeklilik sisteminde zaten var olan bölüşüm mücadelesine yeni boyutlar katması, yeni parametreler eklemesi anlamına gelmektedir. Özellikle enflasyonist ortamda emeklilik sistemlerinin sağladığı yararların ve ödemelerin fiyat değişmeleri karşısında yeniden ve sistemin tümü için ayarlanması mekanizmasının kurgulanma ve uygulanma biçimi bu transfer harcamalarından yararlananlar açısından önemli bir gelir bölüşümü sorunu (ya da mücadelesi) yaratabilir; kamu maliyesi için ortaya çıkacak yükümler reel ve göreli olarak azaltılabilir. Bu da kamunun enflasyonu bir tür vergileme gibi kullanımı olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan aynı statüde ve konumda bulunanlar arasında sırf emekli olduğu zamana, hangi tarihte (örneğin 31/12’de mi yoksa ertesi gün 1/1’de mi olduğu bile finansal açıdan önemli bir emeklilik konusudur) emekli olduğuna göre yapılan farklılaştırmalar ve daha sonra yapılan ayarlamalar hem kamu maliyesi (ve emeklilik kurumu) ile emeklilik sisteminden yararlananlar arasında hem de emeklilerin kendi arasında bir bölüşüm mücadele alanı ve tartışma konusu yaratmaktadır. Diğer yandan ayrıcalıklı konum elde etmiş olan grupların dışındaki geniş emekliler kitlesine yapılan ödemeleri düzeltme amacıyla ayarlamaların biçim, şekli ve niteliğinde (bazen de popülist söylemlerle) yapılan uygulamalarla emeklilik aylıkları arasındaki göreli konumlanmalar değişimlere uğramakta; bu ise uzun zaman süreci içinde sistemi sağladığı yararlar bakımından aşağıda, daha düşük yararlarda bir araya getirmekte ve yoğunlaştırmaktadır. Bu ise göreli konumu zayıflayan sigortalılar ile göreli konumu diğer gruba göre iyileşen (aslında reel olarak her ikisi de iyileşmemiş ve reel durumlarını koruyamamış olsalar bile) sigortalılar arasında adaletsizlik duygularını tahrik ederek bir bölüşüm endişe, kaygı ve kızgınlık alanı yaratmaktadır. Böylece kamu maliyesi (ve hükümet) yaptığı bazı uygulamalar ile hem kendisi ile sigortalılar hem de sigortalıların kendi aralarında bir bölüşüm mücadele alanı yaratmaktadır.
Nitekim ülkemizde farklı emeklilik sistemleri oluşturulması hem zorunlu kamusal emeklilik sisteminde farklılaştırmalar yapılarak hem de ek emeklilik sistemleri oluşturulmasında bu güç dengeleri önemli rol oynamış ve güçlü olan çıkar grupları ya da meslekler politikacıyı etkileyerek kendilerine ayrık sistemler yaratılmasını sağlamışlardır. Bunun sonucunda hem genel olarak sistem de hem de özellikle de kamu kesiminde çoklu yapıya sahip ve yararlanıcılarına çok farklı olanaklar sağlayan bir emeklilik sistemi oluşmuştur. Bu farklılaşmalar çoğu zaman adalet ve hakkaniyet sınırlarını aşan bir nitelik ve parasal yarar yaratmıştır. Bu nedenle adil bir zorunlu kamusal emeklilik sistemine sahip olduğumuz söylenemez.
Güç kullanımı ile zorunlu emeklilik sisteminde yaratılan (ya da en azından sürdürülmesi sağlanan) bir ayrık uygulama banka ve sigorta şirketleri ile ticaret ve sanayi odalarının emekli sandıklarıdır. İlginç bir tarihsel geçmişi ve gelişimi olan banka emekli sandıklarının (Bankacılık Kurumları Hukuku kitabımın 11. Kısımında bu sandıkları ayrıntılı olarak ele aldım) tarihsel olarak kökeni her kurumun kendi emekli sandığını kurduğu döneme gitmektedir. Kamu bankalarının 1930’lu yıllarda özel kanunlarla kurmaya başladıkları emekli sandıkları zaman içinde konsolidasyonlarla sisteme eklemlenmiştir. 3659 sayılı Kanun (RG 11/7/1939-4255) ile “ödenmiş sermeyesi 2 milyon lirayı geçen özel milli bankalara” da 3460 sayılı Kanun (RG 4/7/1938-3950) tarafından KİT’ler için öngörülen “tekaüd sandığı” kurabilme olanağı sağlanmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesinden hemen sonra (1/8/1960-10566) çıkarılan 5/180 sayılı Kararname bankacılığı da kapsamına almış ise kısa bir süre sonra (25/11/1960-10664) çıkarılan 5/532 sayılı Kararname ile bankaların çalışanları kapsam dışına çıkarılmıştır. 1964 yılında çıkarılan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici 20. Maddesi ile banka sandıklarının devamına izin verilmiştir. Sonrası ise uzun bir maceradır ve bir başka yazı konusudur. Hemen belirtelim ki büyük özel bankalar (T. İş, Akbank, Yapı Kredi, Garanti, Türk Ticaret gibi) ve TOBB siyaset üzerindeki güçlü etkileriyle 1964’te 506 sayılı Kanun ile banka sandıklarının SSK’ya devri önlemişlerdir. Bankalar genç olmaları nedeniyle henüz o tarihlerde fon biriktirme aşamasındaki kurumların kontrolünü ellerinden bırakmak istememişler, çalışanlarının emeklilik yaşamlarını bile yönetmeye devam etmek çabasında olmuşlardır. Yine o tarihlerde banka giderleri içerisinde personel giderlerinin yüksekliği dikkate alındığında tahakkuk eden yüksek tutarlı sigorta primlerini kendi bankalarında mevduat olarak tutmak istemişlerdir.
Emeklilik sisteminde yaratılan ayrıcalıklı bir durum bizatihi TBMM üyesi olan milletvekilleri tarafından kendileri için yaratılmıştır. Bir kişinin sahip olduğu yetkileri ve gücü kullanarak kendi yararına işlem yapması (self dealing) ve böylece haklar ve çıkarlar yaratması finansal piyasalarda hukuka aykırı olarak görülmüş ve yaptırıma bağlanmıştır. Milletvekilleri bütün partilerin oydaşması ile ve kanun yapma güçlerini kullanarak kendi oylarıyla (ya da kararlarıyla) kendilerinin yararlarına farklı ve üstün bir yarar sağlayan, bariz biçimde adaletsiz ve hakkaniyete uygun olmayan, toplumsal vicdanı yaralayan bir emeklilik sistemi kurmuşlardır. Bununla da yetinmemişlerdir. İlke kamudan emekli olan ve yaşlılık aylığı alan bir kişinin tekrar bir kamu kurumunda görev yapması ve ücret alması halinde emeklilik aylığı kesilir. Ama hem milletvekili olmak hem de milletvekilliğinden emeklilik aylığı almak mümkündür. 2 yıl milletvekilliği yapan birisinin milletvekilliğinden emekli olabilmesi milletvekillerinin kalkan parmaklarıyla gerçekleştirilen kendi yararına işlem (self dealing), akla zarar ziyan bir bencillik ve vicdansızlık örneğidir.
Hukuk sistemleri ilke olarak kamu görevlerinde kimseye kendi özlük haklarını kendisinin belirlemesi yetkisi vermez. Bunun nedeni açıktır: çıkar çatışmasının yaratacağı hakkın kötüye kullanma olasılığı. Bu ilke yazılı olmasa bile işleyiş olarak uygulamada özel sektör için de geçerlidir. ABD şirketlerinin güçlü CEO’ları maaşlarını genel kurulda pay sahiplerine onaylatmak durumundadırlar; burada bir nedenle aşırılık ortaya çıkarsa mahkemeler ile SEC duruma müdahale edebilmektedir (2008 Krizi projektörleri bu alana çevirtmiştir). Bir kişinin kendi özlük hakkını kendisinin belirleyememe ilkesinin ülkemizdeki tek ayrık örneği milletvekilleridir. Milletvekilleri hem kendi maaşlarını ve emeklilik sistemlerini hem de yararlanacakları özel sağlık hizmeti ayrıcalığını kendilerini belirlemektedirler. Denilebilir ki kanun yapma yolu ile bu haklar veriliyor. Kuşkusuz her kanun, tıpkı mahkeme (Anayasa Mahkemesi dahil) kararları gibi, uyulması gereken bir düzenleme metnidir ve kanunilik sağlar. Ama bir kanunun yarattığı veya verdiği hak her zaman meşru, adil ve hakkaniyete dolayısıyla hukuka uygun olamayabilir. Hukuk sistemi hakların kötüye kullanımını korumaz ve burada açık bir çıkar çatışması vardır. Partiler arası oydaşma olduğundan kanun yapma yolunun AYM’de denetimi de fiilen kullanılabilir bir yol olarak görünmüyor. Zaten bu yol kullanılabilir olsa bile Yüksek Yargı’nın üyelerinin de kendilerine ayrıştırılmış özlük hakları ve emeklilik olanakları vermiş olan parlamentonun üyeleri ile finansal nitelikli bir çatışmayı göze alıp alamayacakları ise başka bir bilinmez.
Kamu görevlilerinin baz maaşları yanı sıra çalışırken işgal ettikleri yönetici konumundaki görevlerin veya sahip olunan unvanlara eklemlenmiş olan makam tahsisatı/tazminatı, ek gösterge gibi sayısı belirsiz yan ödemeleri de büyük ölçüde emeklilik haklarına ve aylıklarına farklılaşma biçiminde taşınmaktadır. Bu nedenle bu makamlara ulaşıp buradan emekli olabilmek için kamuda adı konulmamış duruma göre bazen yarış bazen (ve belki) mücadele vardır. Bazen de bu nedenle danışıklı emeklilik amaçlı tayinler ve unvan vermeler kamuda çok yaygındır. Böylece kamu zorunlu emeklilik sistemi istatistik hazırlamak amacıyla gruplandırılması bile neredeyse olanaksızlaşmış çok sayıda ayrı tip emeklilik hakları sağlayan adeta eşitlik ve adaletsizlik deryasına gark olmuş bir sistemdir.
Kamunun bazı kesimlerinin zorunlu genel emeklilik kurumu dışında ek emeklilik geliri sağlayacak kurumlar yaratma merakı da bulunmaktadır.
Böylesi ek emeklilik kurumu yaratma yaklaşımının bir örneği OYAK-MEYAK meselesinde ortaya çıkmıştır. Bu aynı zamanda siyaseti kullanma/etkileme gücüne sahip olanların ve gücü kullanabilenlerin başarısı ile bu güce sahip olmayanların başarısızlığının da bir hikayesidir. 27 Mayıs darbesinin ardından Milli Birlik Komitesi tarafından 1961 yılında çıkarılan 205 sayılı Kanun (Kabul Tarihi: 3/1/1961, RG 9/1/1961-10702) ile “özel hukuk hükümlerine tabi, mali ve idari bakımdan muhtar” bir tüzel kişi olarak Ordu Yardımlaşma Kurumu kurulmuştur. Kurum halen bir “conglomorate holding” in ana/kontrol eden pay sahibi konumunda olup ülkenin büyük sermaye gruplarından birisi haline gelmiştir (OYAK böyle bir holding olmalı mı sorusuna uzun yıllar önce yazdığım bir yazıda olumsuz cevap vermiştim). Bir başka ifadeyle darbe yapıp siyasetin kanun yapma ve yürütme gücünü ele geçiren askerler bu gücü kendi yararlarına bir sistem kurmak amacıyla kullanmışlardır. OYAK kurulur iken diğer kamu görevlilerini de kapsayacak olan ve benzeri esaslarla çalışacak bir MEYAK kurulması fikri de dillendirilmiş ancak bu yaşama geçmemiştir. O tarihten bu yana geçen bu kadar uzun bir süre sonra bakınca aslında bu dillendirmenin samimi bir niyet olmadığını ve başkalarına da havuç uzatmak amacıyla yapılmış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Daha sonra 1327 sayılı Kanun (Kabul Tarihi: 31/7/1970, RG 14/8/1970-13579) ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda (m.190) değişiklik yapılmış ve OYAK’a tabi olanlar dışında bütün devlet memurlarını kapsayan ve en geç bir yıl içinde çıkarılacak özel bir kanunla “Devlet Memurları Yardımlaşma Kurumu” kurulması benimsenmiştir. Kanun ile de devlet memurlarının aylık tutarlarının yüzde 5’inin bu kurum için kesilmesi öngörülmüştür. Kurumun kurulması için verilen yasa teklifleri bir türlü kanunlaşamadığından MEYAK kurulamamıştır. 2595 sayılı Kanun (Kabul Tarihi: 12/2/1982, RG 15/2/1982-17606) ile 1982 yılında kesintiler durdurulana kadar da 12 yıl boyunca memurların (bu satırların yazarı dahil) aylıklarından mevcut olmayan muhayyel bir kurum için kesintiler yapılmaya devam etmiştir.
Kamunun özel emeklilik sağlama örneklerinden bir başkası OYAK’dan farklı olarak kanunla kurulmak yerine bir özel hukuk tüzel kişisi olan vakıf tesis etme yoluyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından kurulan MER-VAK’tır. Söz konusu vakıf kuşkusuz kendi üyelerinden de katkı almakla birlikte TCMB’nin geçmişte yapmış olduğu cömert katkıları ile ekonomik olarak güçlenmiş ve ülkemiz koşullarında cömert emeklilik olanakları sağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 2010’larda kanun ile benzer bir sandık kurma girişimi politikacı ile o tarihlerde yaşanan gerginlikler nedeniyle mümkün olmamıştır.
Bir sonraki yazımda nasıl yeni kamusal ve zorunlu, kapsayıcı bir “Emeklilik/Yaşlılık Aylığı” Sistemi kurulabileceği konusunda bazı düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım.
Ali İhsan Karacan kimdir? Ali İhsan Karacan, 1951 yılında Ceyhan/Adana’da doğdu. 1973 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden, 1984 yılında İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1978 yılında İÜ İktisat Fakültesinde doktorasını tamamladı. 1988 yılında doçent ve 2018 yılında profesör oldu. İstanbul Üniversitesi (1985-1999) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi (2018-2021)’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nde yüksek lisans-doktora dersleri verdi. Maliye Bakanlığı’nda (1973-1981) Bankalar Yeminli Murakıbı; Yapı ve Kredi Bankası’nda (1981-1986) ve T. Garanti Bankasında (1986-1989) genel müdür yardımcılığı; T. Garanti Bankası ile Doğuş Grubu’nda (1989-1994) yer alan bir çok şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanı, görevli üye ve üye olarak görev yaptı. 1994-1997 yıllarında Sermaye Piyasası Kurulu’nda Başkanlık görevinde bulundu. 1998-2005 yıllarında Çukurova Holding ve Yapı Kredi Bankası ile bağlı çok sayıda şirketin yönetim kurulunda yönetim kurulu başkanlığı, görevli üyelik ve üyelik görevlerinde bulundu. 2006-2013 yıllarında Doğan Holding ve grup şirketlerinde; 2015-2018’de Fenerbahçe Futbol A.Ş.’de yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Dünya, Akşam ve Vatan gazeteleri ile Gazeteport sitesinde köşe yazıları yazdı. Ekonomi, Finans, Bankacılık ve Sermaye Piyasaları üzerine yirminin üzerinde telif ve tercüme kitabı ile çok sayıda akademik makalesi yayımlandı. |