Adnan Ekinci

08 Eylül 2022

Aşıklar Bayramı'nın 'çantalı' icra avukatları

"Özcan Alper’e kızgın mıyım? Hayır! Ama, ancak kahvehane düzeyinde geçen bir geyik sohbetini Özcan Alper gibi insan hakları, hukuksuzluklar ve adalet gibi konularda hassasiyeti olduğu bilinen bir yönetmenin, avukatlara karşı bu denli özensiz yaklaşmış olması, doğal olarak biraz üzücü olabiliyor"

Aşıklar Bayramı filmiyle ilgili yapılan benzer açıklamalar, izlemek için yeterli nedenler vaat ediyordu. Ancak film izledikten sonra, hikayenin hiç de özetlendiği gibi olmadığı anlaşılıyor. Baba ile oğulun yolları kesişmiyor, baba 25 yıl sonra, bir gece aniden oğlunun kapısını çalıyor. Karşılaşma sırasında oğulun verdiği tepki çok yapay ve aralarında geçen konuşma inandırıcılıktan uzak kalıyor. Çıktıkları uzun yolculukta geçmişleriyle filan yüzleşmiyorlar, her ikisinin de gelecekleriyle ilgili bir sorunu olduğu da anlaşılmıyordu.

Filmde bir tuhaflık olduğunu, Yusuf ile hemşire Dilek’in kanepede avukatlık üzerinden yaptığı geyik konuşmanın düzeyinden şüphelenmiştim aslında. Genelgeçer bir sinema tekniği olan, ‘Filmin başında gösterilen bir silahın, filmin sonunda mutlaka patlaması gerekir’ şeklindeki ritüeli hatırlayıp, “ Dur bakalım” dedim kendi kendime “ Avukatlık, bir metafor da olabilir. Filmin sonuna kadar sabret hele!” diyerek, kendimi pış pışladım.

Film bittiğinde, avukatlık geyiğinin özel bir anlam ifade etmediğini anlayınca, ister istemez yönetmenin neden böyle bir diyaloğa gerek duyduğuyla ilgili biraz takılıp kalabiliyor insan…

Çantalı icra avukatları 

Yusuf ile Dilek arasında geçen konuşma, aşağı yukarı şöyleydi:

Dilek- Ee, senin hikayen ne?
Yusuf: Bir avukatım?
Diler- Ne avukatısın be?
Yusuf: Bir ceza avukatıyım
Dilek: Bir şey söyleyeceğim. Hani avukatlara şey diyorlar ya, çantalı hırsız…
Yusuf: Ha, o icracılarda var ya...
Dilek- Ne diyorsun ya?
Yusuf- Tabi, tabi…
Dilek- Dürüst çalışıyorsun yani

Yusuf- Tırnaklayıp götürürler mevzuyu…
Dilek- Sen de yok yani
Yusuf- Ya, ceza avukatlığı yaptığım için burada daha ziyade madden değil, daha ziyade manen bir takım şeylerle boğuşuyorsun, çünkü davayı almış olduğun müvekkillerinin o kadar ilginç hikayeleri olabiliyor ki, o bir süre sonra onların davası zaten olmuyor, bir süre sonra senin kendi davan oluyor.

Yusuf’un söyledikleri, ne kadar yakışıksız bir konuşmaydı, ceza avukatları adına utandım.

'Çantalı hırsız' ayıbı

Oysa mesleğin pratik işleyişi içinde hiçbir ceza avukatı, meslektaşı olan icra avukatlarına karşı böylesi aşağılayıcı bir söylemde bulunmaz. Ceza avukatlığının, icra işleri yapanlara nazaran, daha soylu bir konumda olduğunu vurgulaya böyle bir ifade, ancak kahvehanede pişpirik oynadıktan sonra mavra yapmaya koyulan iki arkadaş arasında geçebilir.

Senaryoyu yazan ve filme çeken Özcan Alper’in, Türkiye’de avukatlarla ilgili çok fazla bilgisi olmayabilir. Ama çekeceği filmin başrol oyuncusu avukatsa, o mesleğin özgüllüğü ile ilgili biraz araştırma yapmış olması beklenmez mi?

Biraz araştırsa, avukatların kadim bir sorun olarak başkaları tarafından müvekkilleriyle özdeşleştirilme ve bu nedenle husumet odağı haline gelme gibi bir sorunları olduğunu öğrenilebilirdi mesela… Ve bu nedenle yazıhanelerinde, adliyelerde şiddete uğradıklarını da…

Bu bilgiler ne işe yarayacaktı, diye soracaksınız, ben de tam oraya geliyordum.

Filmde ‘çantalı hırsız’ diye alay konusu haline getirilen avukatların, haciz için gittikleri yerde, borçlu tarafından oracıkta öldürülüyor.

Yani Alper’in başrol oyuncusunun ağzından ti’ye aldığı konuya, kan bulaşmış durumda ve kronik halde devam ediyor.

Aynı özensizlik, hemşire Dilek içinde geçerli.

Aynı gün tanıştığı Yusuf’u evine davet etmesi ve Yeşilçam Sineması’nın vamp rollerinin unutulmaz oyuncusu Suzan Avcı’yı aratmayacak dekolte kıyafetle karşılamış olmasını, filmin bütünlüğü içinde anlamlandırmak hakikaten çok zor.

Hangi avukatlar, nasıl, ama kim? 

Yusuf’un abesle iştigal sözlerine geçmeden önce, ceza avukatlığı üzerine birkaç laf etmek elzem haline geliyor.

Yusuf’un abesle iştigal sözlerine geçmeden önce, ceza avukatlığı üzerine birkaç laf etmek elzem haline geliyor.

Pratikte, sadece ceza mahkemelerinin alanına giren davaları tercih ederek mesleğini sürdüren avukat sayısı çok azdır. Ceza veya boşanma yahut gayrimenkul gibi bir alan seçip, sadece belirli davalara odaklanmak için de, Yusuf’un 39 olan yaşı, biraz erken bir dönemdir.

Hele taşrada avukatlık yapanlar, icradan boşanmaya, tapu iptalinden yaş düzeltmeye kadar, geniş bir alan içine giren davaları alma eğiliminde olurlar. Hele küçük şehirlerde, yoğun bir rekabet yaşandığından, bazı davaları ellerinin tersi ile itme lüksleri yoktur.

Yusuf’un “ … ceza avukatlığı yaptığım için burada daha ziyade madden değil, daha ziyade manen bir takım şeylerle boğuşuyorsun” sözleri, bu nedenle biraz boşa düşüyor.

Avukatın davasıyla bütünleştiğine ilişkin söyledikleri de, sadece lakırdıdan ibaret. Bu kaçınılmaz özellik, sadece ceza avukatlarına ilişkin değil, hukuk, idari, vergi davalarını sürdüren avukatlar için de geçerlidir.

Konusu ne olursa olsun, eğer bir dava üstlenilmiş ise, o artık sadece dosya içindeki evraklardan ibaret değil, o artık avukatın gün boyu omuzlarında taşıdığı ve gittiği her yere beraberinde götürdüğü bir yüktür.

Belki abartılı gelebilir; avukatların en olmadık zamanlarda, aniden bir davası düşer aklına. Yolda yürürken, yemek yerken, birisiyle alakasız bir şey konuşurken, dosyalardan biri, adeta dürter, “ Ben de buralardayım” diye, hatırlatır kendini…

Ceza avukatı olma hali

Üstelik, ceza davalarına bakan avukatların da, illa suçsuz, günahsız ve masum insanları savundukları anlaşılmamalı.

Kendini ceza avukatı olarak tanıtan Yusuf’un da, boşanma aşamasında olduğu eşini sokak ortasında öldüren bir müvekkili olmuştur belki, bilmiyoruz.

Anadolu şehirlerindeki üniversitelerde okuyan kızları istismar edip, yüksek binaların penceresinden aşağı atan adamların davasına da bakmışlığı vardır, kim bilir?

Bakmayın öyle üfürdüğüne, kaçınılmaz olarak Yusuf’un da icra takip işleri vardır.

Çünkü icralık işler, diğer hukuk ve ceza mahkemelerinde süren davalara oranla daha kısa sürede sonuçlanırlar. Başka bir cazip tarafı da, mahkeme üzerinden süren davalarda sıkça görülen avukatlık ücretini tam olarak tahsil edememe sorunu, icralık işlerde hemen hemen hiç yaşanmıyor olmasındandır.

Anlaşılması zor mizansen

Yine Yusuf’un “İcracılar” diye küçümseyerek telaffuz ettiği, icra takibi yapan ve tahsilat yapabilmek için gerektiğinde hacze giden avukatların yaptığı işler, sanılandan çok daha fazla öneme sahiptir.

Diyelim, Özcan Alper'in bir filmi nedeniyle dağıtımcı firmadan yıllardır tahsil edemediği bir alacağı olsa, o da er veya geç bir avukat aracılığı ile icra takibi başlatmak zorunda kalacaktır. O avukatın da, haciz yapmak üzere borçlu tarafın işyerine gidip, masa sandalyesini haczetmesinden büyük memnuniyet duyacak, hatta yakınlarına methedip “ İyi avukattır, tuttuğunu koparır” diye, tavsiyede bile bulunacaktır.

O nedenle Alper’in, hemşire Dilek ile Yusuf arasında geçen konuşma üzerinden, çok fazla tanımadığı ve araştırmadığı belli olan avukatların dünyasına ilişkin, neden haddini aşan bir mizansen kurduğunu anlamak zor.

Özcan Alper’in avukatları yeteri kadar tanımadığını ve tanıma için de gereken gayreti göstermediğini, neye dayanarak söylüyorsun, diye sorulacak olursa…

Filmin açılış sahnesinde, Yusuf’un gecenin bir vaktinde anahtarı ile kapıyı açıp evine girdiğinde, elinde çantası ve omuzunda cübbesi olduğunu görüyoruz.

Avukatların cüppelerini sadece duruşma salonlarında giydiğini, onun dışında Aşık Heves Ali’nin sazı gibi, gün boyu elinde dolaştırmadığını bilmiyor olmalı, merak edip kimseye sormadığı da, buradan anlaşılıyor.

Yusuf, babası ile araç içinde giderken, özel harekat polisleri tarafından durduruluyor. Kimlik isteyen polise "Avukatım ben" diye kendini tanıtmasına rağmen, polis "Fark etmez kardeşim, arka bagajı açar mısın" diyerek arama yapmaya devam ediyor. Yönetmen, polisin eğer belirli koşullar gerçekleşmemişse, bir avukatın arabasını arayamayacağını bilmiyor olabilir, ama belli ki senaryoyu hiç bir hukukçuya okutmamış.

Bir başka bir bilmezlik ve araştırmaya gerek duymama hali de, Erzurum Adliyesi önünde geçen sahnede gerçekleşti. Yusuf cezaevinin önünde cep telefonuyla konuşurken tam arkasından geçmekte olan kelepçeli bir tutuklu veya mahkumun, iki emniyet görevlisi arasında direnerek yürüdüğünü görüyoruz.

Oysa, ne kadar suçsuz olduğundan emin olsa da, duruşma salonunun gergin ortamı içinde hakkındaki suçlamaları dinleyip, kendisine sorulan soruları cevapladıktan sonra bitkin düşen ve hakkında tutuklama kararı verilen hiçbir mahkumun, cezaevi kapısına geldiğinde artık direnecek takati kalmaz. O an tek istediği, kıvrılıp yatacağı bir yatak ve sessizliktir.

Özcan Alper'i anlamak

Özcan Alper’e kızgın mıyım?

Hayır!

Ama, ancak kahvehane düzeyinde geçen bir geyik sohbetini Özcan Alper gibi insan hakları, hukuksuzluklar ve adalet gibi konularda hassasiyeti olduğu bilinen bir yönetmenin, avukatlara karşı bu denli özensiz yaklaşmış olması, doğal olarak biraz üzücü olabiliyor.

İlla bir kızgınlıktan söz edilecek ise, aynı özensizliğin, hatta bu sefer hoyrat derecesinde Alevi kadınlar üzerinde de gösterilmiş olması, başka bir talihsizlik olarak gösterilebilir.

Kendilerini bırakıp gitmiş erkeğin, yıllar sonra karşılarına çıkıp af dilemesi karşısında, Alevi kadınları bu denli ezik ve edilgen gösterilmiş olması da, bana göre çok anlaşılır değildi.

Bir çok avukatlık türü ve yapılış biçimi var. Her birinin defoları üzerine sayfalarca söz edilebilir.

Ama hiç biri, alakasız bir konu içinde ve tek cümleyle geçiştirilmeyi hak edecek kadar basit değildir, yakışık almaz.

***

 

Filmin genel yapısı için de bir şeyler söylemek isterdim ama, “ Avukatlıkla ilgili sahnelere takıldığı için, hıncını filmden almış” izlenimi yaratmasın diye, düşüncelerim şimdilik bende kalsın.