Abdurrahman Bilgiç

02 Eylül 2020

Alacakaranlık kuşağında Türkiye dış politikası: Riskler ve öneriler

Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti ve kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini dikkate almalıyız

Türkiye'nin merkezine oturduğu Kuzey Afrika-Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkasya çalkantılı. Belirsizlik, öngörülemezlik, vekalet savaşları, sosyo-ekonomik bunalımlar bölgemizdeki dış politika süreçlerini tanımlayan en önemli parametreler. Bölgemizde sistem düzeyinde büyük güçler -ABD, Çin ve Rusya- arasındaki rekabet artmakta, bölgesel gerginlikler ve çatışma potansiyeli artmakta, devlet altı düzeyde temel insan hakları ve özgürlükler, demokrasi, ve hukukun üstünlüğüne dayanan temel politikalar yoğun baskı altındadır. Bütün bunların sonucu olan terörizm, sığınmacı sorunları, ideolojik çatışmalar, içe kapanmacı milliyetçi eğilimler ve popülist yaklaşımlar endişe verici düzeylere ulaşırken, bunların her biri Türkiye'yi yakından ilgilendiren ve hassas yönetilmesi gereken risk ve tehditler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki son iki senedir Türkiye dış politikasında sorun/kriz alanları birbirlerine iyice yapışmış, dış politikamızın doğası gerilimli bir nitelik kazanmış ve özellikle Ege-Doğu Akdeniz ekseni ülkemizi topyekun bir savaşa sokabilecek dev bir kriz yumağına dönüşmüştür.

İşte bu koşullarda ulusal çıkarlarımızı ve güvenliğimizi, ülkemizin küresel itibar ve mevcut refah düzeyini korumak dış politika önceliğimiz olmalıdır. Dışarıda diplomasimizin daha güçlü yürütülmesi için içeride toplumsal kutuplaşmanın azaltılması, ekonomimizin ve sosyal dokumuzun güçlenmesi, bölücü ve kavgacı siyasetin sona ermesi gerekir. Türkiye'nin ortak değerlerle şekillenen ittifakları korunmalıdır. Ortak menfaatler üzerinden şekillenen yeni işbirliklerine de açık olmalıyız.

Türkiye'yi tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve çevresindeki ülkelerle içişlerine karışmama ilkesi temelinde yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma getirmeliyiz. Çevremizde bir istikrar ve refah havzası oluşmasına katkıda bulunmalıyız. İkili ilişkilerimizi onarıp, güçlendirerek karşılıklı ticaret ve yatırımlara yönelmeliyiz.

Diplomasimizi adalet ve hukuk temelinde uzlaştırıcı, sorun çözücü kimliğine tekrar kavuşturmalıyız. Krizlerden beslenmemeliyiz. Diplomasi yoluyla sorunları çözerek, krizleri önleyerek güçlenmeliyiz. Sorunların değil, çözümlerin parçası olmalıyız. Gerçekçi, ihtiyatlı, dikkatli ve sabırlı davranmalıyız. Gerektiğinde yaratıcı ve cesur adımlar da atabilmeliyiz.

Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti ve kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini dikkate almalıyız. Üslup ve yaklaşımlarımızın ağırbaşlı ve sorumlu olması gerekir.

Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere tüm ilgili kurumları, Türkiye'nin Uluslar arası ilişkilerinin yürütülmesi sürecinin etkin unsurları yapmalıyız. Dış politikanın belirlenmesi ve uygulanması süreçleri çoğulcu olmalıdır. TBMM, basın, düşünce kuruluşları ve ekonomik-sosyal aktörler dahil, sivil toplum ile işbirliği halinde, geniş ve şeffaf bir istişareye dayandırmalıyız. Aksi takdirde, dış politikamıza ulusal mutabakata dayalı sağlam bir temel kazandıramayız.

İç barışımızın, bölge ve dünya barışıyla bağlantılı olduğunun farkına varmalı, ''Yurtta Taraf Cihanda Taraf'' yaklaşımını terk etmeliyiz.

Yukarıda vurgulanan hususlar ve ilkeler ışığında biz DEVA Partisi olarak;

Yukarıdakiler ışığında dış politikada yaşadığımız güncel sorunlara ilişkin önerilerimiz şu şekilde sıralanabilir:

Kamu diplomasimizi kendi halkımıza propaganda yaklaşımından kurtarıp hedef ülkelerin kamuoylarına yöneltmeliyiz.


*Emekli Büyükelçi, DEVA Partisi Dış Politika ve Güvenlik Politikaları Başkanı