Haziran ayında düzenlenecek Demokrasi Konferansı öncesinde İstanbul’da farklı çalışma alanlarının temsilcilerinin katıldığı bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirilen toplantıda temsilciler konferansa ilişkin düşünce ve hedeflerini açıkladı. Açıklamada organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in açıklamalarına ilişkin "kanlı ve kirli ilişkiler ağı ortaya döküldü" denilirken, şu ifadelere yer verildi;
"Açlıkla, yoksullukla, işsizlikle, salgınla boğuştuğumuz, yaşam, barış, sağlık, ifade, eğitim, basın ve seçme seçilme hak ve özgürlüklerimiz dahil bütün demokratik hak ve kazanımlarımıza el konulduğu günlerdeyiz. Kadın cinayetleri, doğa yıkımı, emekçilere dayatılan kölelik, belediye ve üniversitelere kayyım atamalarıyla, akıl almaz hukuksuzlarla nefesimiz kesilmeye çalışıyor. Şimdi de bir organize suç örgütü liderinin açıklamalarıyla mafyalaşmış sermayenin, kara para, uyuşturucu trafiğinin hukuksuz sermaye transferlerinin, el koymaların devlet kurumlarıyla iç içe girdiği, en üst düzey kamu otoritelerinin isminin karıştığı kanlı ve kirli ilişkiler ağı ortaya döküldü."
"Karanlığa pabuç bırakmayanlar seslerini yükseltiyor" denilen açıklamada farklı sektörlerden çalışanların, aktivistlerin ve toplumun farklı kesimlerinden insanların ifadelerine yer verildi;
"Emekçiler Sesleniyor:
Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. Çözülmesi için yıllardır mücadele ettiğimiz sorunlarımız, pandemi süreciyle birlikte çoğalıyor. İşsizlik kitlesel hale gelirken, diğer toplumsal kesimler gibi işçi sınıfı da yoksullaşıyor; öte yandan her hak arayışımız şiddetle bastırılmaya çalışılıyor; örgütlenme girişimlerimiz engelleniyor. Güvencesiz ve geleceksiz bir yaşam dayatılmak isteniyor. Üretici köylülere yoksulluk ve topraksızlık dayatılırken, tarım işçileri önemli sorunlarla karşı karşıya.
Hukukçular Sesleniyor: Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. Yargı tarafsızlığının ve bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı, yargının siyasi muhalifleri ve toplumsal mücadeleleri sindirmek için siyasi iktidar tarafından bir sopa olarak kullanıldığı; savunma hakkının kullanılamaz hale getirildiği, avukatların soruşturma, gözaltı ve cezaevleri ile susturulmak istendiği, baroların bölünerek ve soruşturmalara uğratılarak hedef alındığı, AİHM kararlarının uygulanmadığı, bir gece ansızın uluslararası sözleşmelerin rafa kaldırıldığı bir tabloyu artık görmek istemiyoruz.
Sanatçılar sesleniyor:
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi sanatçılar bu topraklarda da yüzyıllar boyu bin türlü baskıya, tehdide, haksızlığa uğradı, çoğu zaman alenen yok edilmek istendi ve buna rağmen çok renkli ve direngen bir geleneği her dönemin içinden çıkarmayı ve o dönemi tarif etmeyi başardı. Başka türlü bir dünyanın mümkün olduğuna inananlarımızın umudu taşırcasına fısıltı olarak söyledikleri, her yerden yükselen bir mırıltı halini almaya başladı. Diyoruz ki, belki de artık bu mırıltıları alıp yüksek perdenen sesler üretmenin zamanı gelmiştir.
Çocuk Hakları Savunucuları sesleniyor:
Giderek derinleşen eşitsizlik ve adaletsizlik; yoksulluk, ayrımcılık ve şiddet olarak çocuklara yansımaya devam ediyor. Çocuk işçiliği, çocuk cinayetleri, çocuk istismarı ve ihmali gibi pek çok hak ihlali giderek artıyor, ağırlaşıyor. Çocuk işçiler, mülteci çocuklar, özel gereksinimli çocuklar, LGBTİQ+ çocuklar, çocuk mahpuslar, anneleriyle birlikte hapishanede tutulan çocuklar… Haklarından yoksun bırakılan tüm çocuklar için ve çocuklarla birlikte eşit, adil bir yaşam mücadelemizi sürdürürken, Demokrasi Konferansı’nı taleplerimizi görünür kılma ve sesimizi çoğaltma ihtiyacımızın bir karşılığı olarak görüyoruz.
Esnaf sesleniyor:
Helâlleşmeyeceğiz. Ülkemiz esnafı iktidarın kutuplaştırıcı, bölücü ve adaletli olmayan yaklaşımlarıyla iflas, intihar ve tasfiyeyle karşı karşıya. Diğer emekçi kesimlerle birlikte çok ağır bedeller ödeyen esnaf ufak birikimlerini de kaybederek yoksul emekçi sınıflara eklemlenmişlerdir. Biz de demokrasi konferansının bir parçasıyız.
KHK’lılar sesleniyor:
Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. 20 Temmuz sivil darbesinin ardından kamu emekçilerine yönelik tarihin en büyük saldırılarından biri olan KHK’larla 140 bin kamu emekçisi ihraç edildi. KHK’larla başta çalışma olmak üzere en insani ve en temel haklarımız elimizden alındı. İş güvencemiz hiçe sayıldı ve bir gece yarısı kamusal ve kazanılmış tüm haklarımız gasp edildi. KHK’lar hukuksuzdur, adaletsizdir, keyfidir, belirsizdir, yargısız infazdır, sistematik ve ağır işkencedir, sivil ölüme mahkûm edilmektir.
Ekoloji mücadelesi verenler sesleniyor:
Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. Ekoloji Mücadelesi artık varlık yokluk mücadelesidir. Kendi yasalarını bile hiçe sayan, mahkemeleri talandan sonra biten, lehte karar verse bile yürütmenin kararları uygulanmadığı bir sistemle karşı karşıyayız. Kanal İstanbul gibi mega projeler iklim kriziyle birlikte tüm canlı yaşamı yok oluşa sürüklerken, Tarım, orman, su ve tüm habitatlar kapitalist bir kuşatma altındayken Direniş ve mücadele sesleri de yükseliyor.
Sağlık emekçileri sesleniyor:
Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. Pandemi süresince Sağlıktan tasarruf politikaları hastalıklar ve ölümler getirirken, aynı dönemde antidemokratik totaliter rejim uygulamaları, yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, geleceksizlik ve esaretler yaratmıştır. Tek adam rejiminin Türkiye gerçeği budur. Tarih boyunca salgınlar nedeniyle büyük yıkımlar yaşayan insanlık, Covid 19 salgını süresince uygulanan acımasız neoliberal politikalar nedeniyle bir kez daha yıkıma uğramış ve yıkımlar devam etmektedir.
LGBTİ+ toplumu sesleniyor:
LGBTİ+ toplumunun, hem toplumsal hem siyasal hakları, hem de bireysel hak ve özgürlükleri ağır saldırı altında. Özellikle Covid-19 salgınının LGBTİ+ toplumunu, diğer kesimlerden daha çok daha fazla etkilediği, ev içi şiddete daha çok maruz hale geldikleri malumun ilanı. Siyasilerden ve üst düzey bürokratlardan gelen ve nefret saldırılarını cesaretlendiren açıklamalar ise kamusal alandaki LGBTİ+ görünürlüğüne yönelik saldırıları artırdı ve LGBTİ+ varoluşu de facto kriminalize edildi.
Gençler sesleniyor:
Bizler, her geçen gün daha da yoksullaşan, işsizliğe, geleceksizliğe mahkum edilen gençleriz. Eğitimin sermaye birikim alanına dönüştürülme süreci bir çoğumuzu okurken güvencesiz ve esnek çalışmaya zorladı. Pandemi gerekçe gösterilerek kamusal alanlar tasfiye edilirken gençliğin enerjisi de dört duvar arasına hapsedilmeye çalışılıyor. “Geleceğimize dair bizim de söyleyecek sözümüz var!’’ demeye, gençliğin taleplerini, enerjisini ve coşkusunu diğer toplumsal dinamiklerle birlikte Büyük Demokrasi Konferansı’na taşımaya davet ediyoruz. Akademi sesleniyor: Demokrasi Konferansının bir parçasıyız. Günümüz Türkiye’sinde üniversitenin kendi değişiminin öznesi olmak bir yana, dışardan dayatılan değişmelere (müdahalelere) bile direnme gücü bulunmamaktadır. Bu durum, üniversitenin tam bir kısır döngü içine saplanıp kaldığını göstermektedir: Bir üniversitenin olması gerektiği gibi özerk ve özgür değil, bu yüzden üretken ve yaratıcı değildir. Üniversite, üretken ve yaratıcı olamadığı için de özgür düşüncenin ve özerk kurumsallaşmanın önündeki engelleri kaldırıp demokrasiyi ve toplumsal/kültürel ortamı yeşertecek gücü bulamamaktadır.
Ekonomistler sesleniyor:
Bugün ekonomide yaşanan yıkım, geniş emekçi kesimlerin iktidara açık bir biçimde sırtını dönmesine yol açıyor. İktidara sırtını dönen emekçi kesimlerin kararsızlık çemberinden çıkarılarak demokrasi mücadelesine kazanılabilmesinde ise eşitlikçi, yeniden paylaşımcı ve güvencesizlikle mücadeleyi merkeze alan; şirketleri, finansal oyunları ve kârlarını değil insanı ve doğayı önceleyen bir ekonomik demokrasi programının rolü büyük olacaktır.
Kadınlar sesleniyor:
Erkek şiddeti, iktidarın söylem ve politikaları ile meşrulaştırılıyor. Muhafazakar aileyi kurumsallaşma hamleleri ile kadınlar şiddet döngüsü içine hapsedilmek isteniyor. İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun gibi kadınların yasal hakları saldırı altında. Pandemi süreciyle işsizlik, yoksulluk daha da ağırlaşırken esnek, güvencesiz çalışma koşulları kadınlara daha fazla dayatılıyor. Evin yükü kadınların omzuna bindirilirken, devletin sunması gereken hizmetlerin piyasalaştırılmasının ceremesini en çok kadınlar çekiyor. Kadınların sözünün, deneyimlerinin ve mücadele birikimlerinin toplumun farklı direniş odaklarını yan yana getirmeyi hedefleyen Demokrasi Konferansında hak ettiği yeri alması için biz de varız. Yalnızca taleplerimizle değil, kurucu bir güç olarak konferansın bütününde siyasi irade olmanın zeminini yaratmak istiyoruz.
Eğitim emekçileri sesleniyor:
COVID-19 salgını, eğitimin, doğanın sürdürülebilirliğini merkeze koyan ekolojik politik mücadelenin bir parçası olması gerektiğini ortaya koymuştur, ki bu mücadele anti-kapitalist nitelikler taşır. Eğitim bileşenlerinin onurlu, yaşamdan, doğadan ve emekten yana, kamusal, bilimsel, parasız, laik, cinsiyet eşitliğini sağlayan, demokratik ve anadilinde eğitimi yaşama geçiren varoluşlar olarak Demokrasi Kurultayı’na güç vermelerini bekliyoruz.
Engelliler Sesleniyor:
Demokrasi Konferansının bir parçasıyız.Engelli nüfus ile engelli olmayan nüfus arasında keskin eşitsizlikler ve uçurumlar vardır. Engellilerin eğitime erişimi %8 oranındadır. İstihdamda bu oran %10 dolayındadır. Engelliler, genel nüfusun %12’sini oluşturmasına karşılık, ulusal gelirin sadece 10.000/28’İ engelliler için harcanmaktadır. Kamu kullanım alanları, toplu taşım araçları, hizmetler, ürünler, çevre ve web siteleri büyük oranda engellilerin erişimine uygun değildir. Engelliler, karar alma süreçlerinde ve organlarında hak ettikleri ölçüde temsil edilmemektedir.
Halklar ve İnançlar Sesleniyor:
Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Biz tüm farklılıklarımızla, birlikte, kardeşçe yaşayabiliriz. Ayrımcılığa, asimilasyon politikalarına ve nefret söylemlerine karşı birlikte mücadele ettiğimiz gibi, anadillerimizde eğitim görerek, laik bir ülkede inançlarımızı kardeşçe yaşayabiliriz. Birbirimizi tanıyarak ve anlayarak; çok dilli, çok kültürlü, onurlu ve özgür bir toplumu var edebiliriz.
Mülteciler Sesleniyor:
Demokrasi konferansının bir parçasıyız. Bugün var olan dünya düzeninin kaçınılmaz sonucu olarak milyonlarca insan, savaşların, ekonomik ve ekolojik krizin yarattığı yıkım sebebiyle ya kendi ülkesinde ya da sınırların ötesinde yerinden edilmekte, yine on binlercesi insanca bir yaşama kavuşma umuduyla çıktıkları göç yollarında hayatlarını kaybetmektedir. Menzile erişebilenler için ise sınırsız sömürü, baskı, şiddet ve ayrımcılık hayatlarının rutini haline gelmektedir."