CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Gaziantep'teki bir camide itikaf yapmak isteyen Furkan Vakfı üyelerine yapılan polis müdahalesine tepki gösterdi ve "Bekçiler, polisler camiyi basmış. Cami cemaatine biber gazı sıkıyor. El insaf! Burası işgal altındaki Kudüs mü? Burası Türkiye…" dedi.
Açıklamasına "Kapanma tedbirleri nedeniyle çevrim içi yaptığımız. Merkez Yönetim Kurulu toplantımız sona erdi" sözleriyle başlayan CHP Sözcüsü Faik Öztrak, "Bugün gündemimizde; Devlet yönetiminde gayri ciddilik ve ağırlaşan devlet krizi, milletimizi ezip geçen ekonomik kriz, eritilen ve hesabı verilmeyen 128 milyar dolar, salgın yönetiminde ekonomi, eğitim ve sağlık boyutlarındaki zafiyetler ve bu sorunları aşmak için neler yapılması gerektiği vardı" diye konuştu.
Gaziantep'teki bir camide itikaf yapmak isteyen Furkan Vakfı üyelerine yapılan polis müdahalesine ilişkin de konuşan Öztrak "Atama İçişleri Bakanı’nın icadı gayri ciddi gerekçelerle, milletin hakkına hukukuna tecavüzü görüntüleyenler engellenmeye çalışılıyor. Bugün bir başka zulüm, bir başka orantısız güç kullanımı görüntüsü, Gaziantep’ten geldi. Bekçiler, polisler camiyi basmış. Cami cemaatine biber gazı sıkıyor. El insaf! Burası işgal altındaki Kudüs mü? Burası Türkiye… Beğenmediğimiz 1990’larda bile, 'camdan karakollardan, 'konuşan Türkiye’den' korkulmazdı. 30 yıl sonra Erdoğan şahsım hükümeti, Hem de 21. yüzyılda, karakollara demir perde, milletin ağzına ise fermuar çekmek istiyor. Erdoğan şahsım hükümeti ülkeyi yönetemiyor" ifadelerini kullandı.
"Kutlanacak bir basın özgürlüğü günü yok"
"Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü… Türkiye’de gazeteci olmak çok zor zanaat… Patron baskısının yanında, artan ekonomik sıkıntılar, adliye koridorlarında süren davalar, resmi ilan kesme cezaları yetmez gibi bir de ceberut Erdoğan şahsım hükümetinin zulmü var. Bu ağır şartlar altında Türkiye, dünya basın özgürlüğü liginde 179 ülke arasında 153. sırada. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin dört sıra altında, Ruanda’nın üç sıra üstündeyiz. Bugün ülkemizde kutlanacak bir basın özgürlüğü yok. Bu nedenle Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü, görevini hakkıyla yapan gazeteciler ve ülkemizde demokrasiden, hukuk devletinden yana olan herkes için bir mücadele günü olarak kabul ediyoruz.
"Genelgeyle milletin feryadı görülmesin isteniyor"
Erdoğan şahsım hükümeti; artık toplumsal olaylarda verdiği talimatın sonucu olarak ortaya çıkan şiddetin görüntülenmesini bile engellemeye çalışıyor. Bir genelgeyle Anayasa, kanunlar, Anayasa Mahkemesi’nin kararları yok sayılıyor. Biz bugün bu genelgenin iptali için, Danıştay’a dilekçemizi verdik. Peki, kanuna ve Anayasa’ya rağmen Erdoğan bunu neden istiyor? Boğaziçi’nde kayyum siyasetçi rektörü protesto eden öğrencilere, 1 Mayıs’ı meydanlarda kutlamak isteyen işçilere, hakkını aramak için sokağa çıkan herkese uygulanan şiddet görüntülenmesin, milletin haykırışları, feryatları duyulmasın diye istiyor. Atama İçişleri Bakanı’nın icadı, gayri ciddi gerekçelerle, milletin hakkına hukukuna tecavüzü görüntüleyenler engellenmeye çalışılıyor.
"Burası işgal altındaki Kudüs mü?"
Bugün bir başka zulüm, bir başka orantısız güç kullanımı görüntüsü, Gaziantep’ten geldi. Bekçiler, polisler camiyi basmış. Cami cemaatine biber gazı sıkıyor. El insaf. Burası işgal altındaki Kudüs mü? Burası Türkiye… Beğenmediğimiz 1990’larda bile, ‘camdan karakollardan konuşan Türkiye’den’ korkulmazdı. 30 yıl sonra Erdoğan şahsım hükümeti, hem de 21. yüzyılda, karakollara demir perde, milletin ağzına ise fermuar çekmek istiyor. Erdoğan şahsım hükümeti ülkeyi yönetemiyor. Yönetemedikçe de telaşlanıyor, hırçınlaşıyor, otoriterleşiyor. Otoriterleştikçe de kriz ve kaos ağırlaşıyor. Artık hükümet, devlet aklıyla yönetmiyor. Trol aklıyla yönetiyor.
"Ülkenin ödeme sistemi felç edildi"
Ülkenin ödeme sistemini allak bullak edecek bir düzenleme, tam da iftardan önce parlamentoya getirildi. Sarayın vesayeti altındaki AK Parti ve MHP guruplarının, talimatla el kaldırdığı saray önergesi apar topar onaylandı. Sabahında da Resmi Gazete’de yayınlandı. Bir önergeyle ülkenin ödeme sistemi felç edildi. AK Parti’nin çeklerle ilgili yaptığı düzenlemenin, altındaki imzalara bir bakın. Eski topçu yeni trol var. Eski müftüler var… Ama içlerinde bir tane ticaret erbabı yok. Ne ticareti ne ekonomiyi ne de devlet yönetmeyi biliyorlar Saray bunların eline bir önerge vermiş, onlar da ellerine yüzlerine bulaştırmışlar… Sabah elinde çeki olan, çekini tahsil edemedi. Maaşlar, kiralar tüm ödemeler ortada kaldı. Büyük bir kaos yaratıldı. Yeni Ticaret Bakanı önce bir basın açıklamasıyla, bu kanun hükmünü aşmaya çalıştı. Baktı basın açıklamasıyla olmayacak, yayımladığı uygulama tebliğiyle, Meclis’in çıkardığı yasayı değiştirmeye kalktı.
2018 temmuzundan bu yana, tam 73 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımladılar. Bunlardan 45’i, önceki kararnamelerde değişiklik yapan kararnameler. Yani yaptıkları her 10 düzenlemenin 6’sı, bir öncekinin bozduğunu düzeltmeye yönelik. Hukukun yap-boz tahtasına döndüğü, istikrarın olmadığı, öngörülebilirliğin kalmadığı, kanunların işlemediği bir memlekette, yatırım olur mu, aş ve iş büyür mü, huzur kalır mı? Elbette Hayır. Ama her gün kriz üstüne kriz ve kaos olur. Tıpkı bugün olduğu gibi. Onun için Anadolu irfanına sahip Polatlılı çiftçimiz, ‘Biz kral değil, kural istiyoruz’ diye haykırıyor. Kuralın olduğu ve uygulandığı memlekette adalet olur.
Hala 128 milyar doların nerde olduğunu, bu rezervlerin nasıl, kaça, ne kadarının, kime, ne zaman, satıldığını açıklamadılar. Erdoğan şahsım hükümetinin, tüm bu sorularımıza cevap vermesini halen bekliyoruz. Ortada çok büyük bir kamu zararı var. 2019 başından 2020’nin kasım ayına kadar ortalama. 6 lira 28 kuruştan buharlaştırılan 128 milyar doları, bugün yerine koymak istesek, 259 milyar lira daha fazla ödeyeceğiz. Bu zararın hesabını sorumluları elbette verecek… 128 Milyar dolar meselesi sıradan bir iş değildir. Dünya tarihine geçecek büyüklükte bir finansal fiyaskodur. Olağanüstü bir skandaldır.
"Milyonlarca yurttaşımızı desteksiz evlere kapattı"
Erdoğan şahsım hükümeti, salgında millete doğru dürüst destek vermedi. Varsa yoksa kredi, varsa yoksa borç. Şimdi o borçları geri ödeme zamanı geldi. BDDK sayesinde, bankalardaki sorunlu kredilerin gerçek boyutu görülmüyor. Ama bu düzenleme haziran sonunda bitiyor. Üstüne bir de yüksek faiz baskısı gelirse, borçların çevrilmesi daha da güçleşecek. Yeni bir düzenleme yapılmazsa, halının altına süpürülen tahsili gecikmiş alacaklar hem artacak hem de görünür olacak. Yani tam bir ‘aşağı tükürseniz sakal, yukarı tükürseniz bıyık’ durumu. 2021’in ikinci yarısında ekonomiyi yönetmek için, ince ayarların yapılması gerekiyor. Ama metal yorgunu şahsım hükümeti, en kalın ayarı bile doğru düzgün yapamıyor. Kifayetsiz Erdoğan şahsım hükümeti, salgının ne ekonomik boyutunu ne eğitim boyutunu ne de sağlık boyutunu yönetebildi. Salgın üç koldan da milletimizi ezip geçti. Tüm dünya esnafını, çiftçisini, işçisini paraya boğdu. Bunlar ise milleti borca boğdu. Akran ekonomiler içinde yurttaşlarına bütçesinden en az, doğrudan gelir desteği veren üçüncü hükümet, Erdoğan şahsım hükümeti oldu. Bize benzeyen ekonomiler vatandaşlarına, milli gelirlerinin ortalama yüzde 4’ü kadar, doğrudan destek verirken, Türkiye bunun yarısını bile veremedi… Şimdi de desteksiz kapanmanın tüm yükü, yine esnaflarımızın omuzlarına yıkıldı. 17 günlük kapanmaya giderken, milletimize; doğru dürüst bir gelir desteği vermedi. Doğru dürüst bir kira desteği, ciro desteği vermedi. Günlük kazançlarıyla yaşayan seyyar satıcılara, ev işçilerine destek vermedi. İhtiyaç sahibi ailelerimizin, elektrik, su, doğalgaz, internet faturalarını ödemedi. Küçük esnafımızı zincir marketlere ezdirmeyecek düzenlemeleri yapmadı. Milyonlarca yurttaşımızı desteksiz evlere kapattı.
"Millete yasak Erdoğan'a serbest"
Geçtiğimiz mart başında salgın büyük ölçüde kontrol altına alınmıştı. Vaka sayıları günlük 10 binlerin altındaydı. Ekonomide açılma süreci başlamıştı. Ancak Erdoğan’ın sorumsuzca lebalep doldurduğu parti kongrelerinin ardından Türkiye’miz, salgında üçüncü zirveyi yaşamaya başladı. Erdoğan’ın lebalep kongrelerini tamamladığı, 24 Mart’tan bu yana, o da resmi rakamlara göre, 10 bin 382 insanımız yaşamını yitirdi. Pek çok yurttaşımız sevdiklerini kaybetti. Büyük acılar yaşandı. Erdoğan şahsım hükümetinin gözleri var görmez, kulakları var duymaz. Kalpleri millete karşı mühürlü. Onlar için varsa yoksa yandaşları. Varsa yoksa burunlarına pudra şekeri çeken beslemeleri… Kendilerinin pik yaptırdığı salgını kontrol etmek için, 17 günlük kapanma ilan etiler. Millete pek çok yasak geldi. İnsanlar canıyla cüzdanı arasına sıkıştırıldı. Ama millete yasak olan, Erdoğan’a yasal. 12 Nisan’da yayınlanan genelgeyle millete ağız tadıyla bir toplu iftar yasak Ama Erdoğan’a serbest… Fabrikalara koruma ordusuyla toplu iftara gidiyor. Arkadaki aşılanmış koruma ordusu süper bulaştırıcı. Aşılamadıkları ama işler durmasın diye fabrikalarda çalıştırdıkları emekçilerimizin sağlığı için tehdit oluşturuyor. Yine milletimiz cenazesini ancak 10 yakınıyla defnedebiliyor. Ama Erdoğan, lebalep protokol cenazelerine katılmaya devam ediyor. Şu hale bakar mısınız? Anadolu Ajansı da cenaze görüntülerini servis etmiyor. RTÜK ’de lebalep görüntüler için aba altından sopa gösterip, sansür uygulamaya kalkıyor. Beyler kendi koyduğu kurala uymayacak, bir de uymadığını milletten saklayacak. Kuralı koyan, kurala uymadığında, tüm fedakârlıklar boşa gider. Bunu daha yeni gördük. Ama anlaşılan hala akıllanmamışlar.
"İşimiz Allah'a kalmış"
Aşı tedariki de tam bir skandala dönüştü. Sağlık Bakanı çıktı, önümüzdeki iki ayda aşı tedariki sıkıntılı dedi. Milletin aşı randevuları sabahına iptal edildi. Milletten tepkiler yükselince çark edildi. Randevular yenilendi. Ardından Erdoğan çıktı. ‘Ben aşı tedarikinde, herhangi bir sıkıntı yaşayacağımızı kabul etmiyorum’ diyerek, Sağlık Bakanı’na ayar verdi. Ama Erdoğan ayar verirken de ‘inşallah Sputnik, inşallah Biontech, inşallah Sinovac, inşallah yerli aşı gelecek’ deyince, anladık ki, işimiz yine Allah’a kalmış. ‘Elde aşı yok’ diyen Sağlık Bakanı Erdoğan’dan fırçayı yiyince, milyonlarca doz aşıdan, aşı bolluğundan bahsetmeye başladı. Beyler biraz ciddi olun. Söz konusu milletin canı, milletin cüzdanı.
Öztrak, basın mensuplarının sorularını da yanıtladı.
CHP’nin Merkez Bankası için verdiği 10 maddelik kanun teklifine AKP ve MHP’den destek gelmesini bekleyip beklemediklerine yönelik soruya Öztrak, “Grup başkanvekillerimizin TBMM’ye sunduğu bu düzenleme, 5 Mayıs 2001’de Resmi Gazete’de yayınlanan düzenlemenin aynısıdır. Merkez Bankası elindeki rezervlerinin siyasetçiye emanet edildiği bugün de bu düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu düzenlemenin altında dönemin siyasi sorumlularından biri olan Devlet Bahçeli’nin de imzası vardır. Umarız Devlet Bahçeli, 20 yıl önce attığı bu imzayı inkar etmez sahip çıkar” yanıtı verdi.
Ruhsar Pekcan’ın yolsuzluk yaptığına ilişkin iddialar hakkında hukuki adım atılıp atılmayacağına ilişkin soruya karşılık da Öztrak, “Biz TBMM’de soruşturma açılması için gerekli girişimlerde bulunacağız ama yeni Anayasa’ya göre salt çoğunluk gerekiyor. Bu ağır ve son derece açık olan ithamların aydınlatılması için tüm partilerin desteğini istiyoruz. Kaldı ki bunu Ruhsar Pekcan da istemeli. Kendisinin aklanması için bu bir fırsattır. Bu aynı zamanda kimlerin hırsızlıktan yana kimlerin yetimden yana olduğu gösterecektir” dedi.
CHP’li belediyelerde alkol yasaklarının nasıl karşılandığına ilişkin gelen soruya Öztrak, “Genel Başkanımızın talimatıyla belediye başkanlarımız her zaman esnafın yanında olmuştur ve olmaya devam edecektir” yanıtı verdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 'Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın haksızlığa uğradığı' yönündeki sözlerine gelen tepkilere karşılık da Öztrak,“Haksızlığa uğrayan birinin hakkını sırf benden değil diye savunmayan 'ben insanım' diyemez. Adil yargılanma herkesin hakkıdır. Biz geçmişte Recep Tayyip Erdoğan’a da Melih Gökçek’e de sahip çıkmıştık. Genel Başkanımız ‘hak hukuk adalet’ diye yürümüştü. Milletimizin hakkına hukukuna her zaman sahip çıkacaktır” dedi.
"Danıştay’a başvuracağız”
Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliği'nde yapılan değişiklik ile büyükşehir belediye başkanlıklarındaki yüksek disiplin kurulu görevinin İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’na bağlanması hakkında Öztrak, “Bu tam bir skandal, saray hükümeti belediyelerimizle haksız rekabete girmeye çalışıyor. Saray hükümetinin her şeye müdahale etmesi anlaşılır gibi değil. Belediyelerimiz ellerinden geleni yapmaya devam edecektir. Yapılan bu engellemeyi milletimiz görüyor, notunu veriyor. Daha önce mızıkçılık yapanlara nasıl ceza kestiyse şimdi de cezasını kesmeye hazırlanıyor. Bu konuyla ilgili olarak da Danıştay’a başvuracağız” diye konuştu.
"Devlet çete elebaşlarıyla mücadele edeceğine müzakere ediyor"
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “Devlet büyüklerimiz, nisan ayında ülkede birçok şeyin değişeceği, bana yapılanların telafi edileceği söyledi” ifadeleri hakkında Öztrak, “Ülkenin ne halde olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Devlet çete elebaşlarıyla mücadele edeceğine müzakere ediyor. Ne demek devletten birtakım sözler aldık, ne demek davet edileceğim? Bundan soruyorum bu şahsa söz veren devlet yetkilisi kimdir? 'Her şeyin sorumlusu benim ben' diyen Erdoğan bu soruya cevap vermelidir” ifadelerini kullandı.
"Bilim Kurulu’nun Sağlık Bakanı’nın vermediği bir sayıyı Turizm Bakanı nasıl veriyor?"
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy’un “17 Mayıs itibarıyla vaka sayıları 5 binin altına inecek” sözleriyle ilgili de Öztrak, “Baştan itibaren CHP olarak biz esnafa gerekli desteğin vermesi kaydıyla tam kapanmayı savunuyorduk, tam kapanma etkili olacak. Ama Bilim Kurulu’nun Sağlık Bakanı’nın vermediği bir sayıyı Turizm Bakanı nasıl veriyor? Yani herhalde Sağlık Bakanı ve Turizm Bakanı arasında görevde becayiş yapması gerekiyor” diye konuştu.