"Tijen Mergen: Sürekli Ağladım" başlıklı Milliyet'te yayımlanan haber için TIKLAYIN
En üst kattaki o masa
Yer, Bahçeşehir Üniversitesi’nin en üst katındaki salon.
Boğaz’a bakan bu güzel salonda önceki gün çok, ama çok ilginç birkarşılaşma yaşanıyor.
Tamamen tesadüf, ama çok ilginç.
O gün üniversitenin salonlarından birinde “Haklı Kadın Platformu” denilen bir toplantıyapılıyor.
Çok sayıda kadın kuruluşunun katıldığı bu toplantının amacı, 12 Haziran seçimlerindeparlamentoya girecek kadın sayısını arttırmak.
Toplantıya katılan kadınlardan birisi Tijen Mergen.
Bir zamanlar Milliyet Gazetesi’nin “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasında yönetici olarak görev almış bir kadın yönetici.
Toplantının sonuna doğru cep telefonuna bir mesaj düşüyor..
Mesajı gönderen Bahçeşehir Üniversitesi Yönetim Kurulu Başkanı Enver Yücel’dir.
Mesaj mealen şöyledir:
“Yukarda Harvard’lı öğretim üyeleri ile birlikte yemek yiyoruz, istersen sen de katıl.”
Toplantı bittiğinde Tijen Mergen binanın en üst katına çıkar.
Kalabalık bir gurup masada yemek yemektedir.
Enver Yücel kalkıp Tijen’i öteki misafirlere tanıştırır.
Harvard’lı öğretim üyeleri ve bir de ABD’de Nixon’u başkanlıktan götüren Watergate Skandalı’nın savcısı Philip Heymann masadadır.
Enver Yücel yabancı misafirlerden sonra masada sakin biçimde oturan Türk misafirinitanıtır.
Mergen, Türk misafirin adını işittiği an donakalır.
Masadaki Türk misafir Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’dür.
Tijen Mergen, iki yıl önce Ergenekon Davası sırasında Türkan Saylan’ın evi aranırken ogün gözaltına alınan kişilerden biridir.
Evi didik didik aranmış, 4 gün boyunca gözaltında kalmıştı.
Aralarında çok kısa bir konuşma geçer.
Zekeriya Öz, “Hakkınızda takipsizlik verildi. Davalarda böyle şeyler de olabiliyor” der.
Ben asıl Tijen Mergen’in duygularını merak ettim.
“Çok tuhaf. Söylemek istediğim çok şey vardı. Ama insan kolayca söyleyemiyor. İçimdeöyle bir düşmanlık falan yoktu” dedi.
Orada olup, o sahneyi gözlemek ve kendi duygularımı yazmak isterdim.
Tijen’in o günlerde neler yaşadığını, neler hissettiğini ve bu 4 günlük gözaltının ondahiçbir şeyin silemeyeceği hangi izleri bıraktığını çok iyi biliyorum.
Yani, “Böyle şeyler oluyor” diyerek geçiştirilecek şeyler değil.
Ama biliyorum ki, savcıların işleri de kolay değil.
Polisin önlerine koyduğu belgelere, delillere bakıyorlar.
Yine de bu tesadüf herkese bir şeyler anlatmalı diye düşünüyorum.
Hayat, hayatın tesadüfleri bazen hepimizi karşı karşıya getiriyor.
Bir tarafta savcı, öteki tarafta “şüpheli”.
Bakıyorum, “Kaçacak” denilen insanların hiçbiri kaçmıyor.
Tam aksine vakur biçimde bekliyor.
Onları sabah saatlerinde apar topar, hoyratça alıp götürmenin bu davanın görüntüsününasıl zedelediğini hepimiz görüyoruz.
Ergenekon davasının önemini aklı başında her Türk vatandaşı biliyor.
Çok önemli olduğu için, çok da titizlenmek gerekiyor.
Tijen Mergen, “Söyleyecek çok şeyim vardı” diyor.
Çok iyi tanıyorum ve çok iyi biliyorum.
Bu davada tanıdığım, tanımadığım daha pek çok insanın söyleyecek pek çok şeyi var.
Bazen bir tesadüf, söyleyecek çok şeyi olan insanların, hiçbir şey söylemeden her şeyianlatmalarına yetiyor.
Zaman zaman Ergenekon savcılarını anlamaya çalışıyorum.
Onların iç dünyalarını, kaygılarını, amaçlarını okumaya gayret ediyorum.
En çok da şunu merak ediyorum:
Bu davayı, sadece hukuki açıdan mı yürütüyorlar, yoksa kafalarında bir “misyon” duygusuda var mı?
“Misyon” duygusu beni çok korkutur. Adalette de, siyasette de, gazetecilikte de korkutur.
“Atatürkçü yargı olmaz” deniyor.
Doğru, olmaz.
Ama “değişimci”, “liberal” yargı da olmaz.
Önceki gün Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki bu karşılaşma, bana çok ilginç geldi.
Diyorum ya, tesadüfü aşan bir anlam okudum o masada.
Umarım Zekeriya Öz’e de bir an “karşı tarafa” geçip bakma duygusu vermiştir.