Zaman gazetesi Genel Yayın Editörü Veysel Ayhan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun kamuyunda "beddua" şeklinde algılanan Fethullah Gülen tarafından mübahele ya mülâane veya ahitleşme olarak açıklanan duası üzerine Gülen'e "şizofren" göndermesi yapmasını ağır bir dille eleştirdi. "Davutoğlu'nun kimlik bölünmesi yaşadığını" savunan Ayhan, isim vermeden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı çağrıştıran örneklendirmelerle Davutoğlu'na şu soruları yöneltti:
"Mesela ben en seçkin okullarda yetişmiş bir akademisyenim. Dipnotsuz tek bir kitabım yok. Kalkıp hayatında tek kitap bitirmemiş bir cahilin, belgesiz bilgisiz iftiralarını seslendirsem bu, bana yakışır mı? Mesela ben haram-helal gözeten, yolsuzluk kamburu olmayan dürüst bir insanken boğazına kadar yolsuzluğa batmış hafif meşrep bir şaklabana öykünsem yakışık alır mı?"
Ayhan'ın Zaman'da "Davutoğlu'na serzeniş veya şizofren kim?" başlığıyla yayımlanan (26 Aralık 2014) yazısı şöyle:
Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu hakkında düne kadar kime sorsanız şu cevapları alırdınız: Fevkalade birikimli, konusuna hâkim, kibar, çevresine saygılı, yetkin bir akademisyen...
Şimdi karşımızda tamamen farklı bir insan var. Kendi ifadesiyle, sanki bir ‘kimlik bölünmesi’ yaşamış.
Mesela diyelim ki ben, sakin kibar bir insanım. Kendimi ne kadar zorlasam sürekli nara atan, kimi bulsa höyküren bir kabadayıyı taklit edebilir miyim? Etsem doğal görünür müyüm?
Mesela ben en seçkin okullarda yetişmiş bir akademisyenim. Dipnotsuz tek bir kitabım yok. Kalkıp hayatında tek kitap bitirmemiş bir cahilin, belgesiz bilgisiz iftiralarını seslendirsem bu, bana yakışır mı?
Mesela benim bir devlet ciddiyetim var. Kalkıp devlette tek gün çalışmamış, devlet geleneğinden habersiz, çalışma şeklini mafya patronlarını taklitle oluşturmuş birilerini kopya etsem ne derece bana uyar?
Mesela ben haram-helal gözeten, yolsuzluk kamburu olmayan dürüst bir insanken boğazına kadar yolsuzluğa batmış hafif meşrep bir şaklabana öykünsem yakışık alır mı?
Soruların sonu yok. Sözün bittiği yerdeyiz.
Örgütle ortak bir çalışma belgesi
Gelelim Davutoğlu’na... Geçenlerde, Cumhurbaşkanı’nın mesnetsiz isnadlarını tekrarlayarak şunları söylemişti: “Paralel yapıyla örgüt (PKK) ortak çalışıyor. Kimin kimlerle görüştüğünü biliyoruz. Elimizde bunların belgeleri var.” Tuğla hacminde eserleri olan ve belgesiz cümle kullanmayan Davutoğlu, bu cümleyi sarf edince şunu beklersiniz. Çıkar kamuoyuna belgeleri gösterir. Ama yok. Sadece konuşuyor. 3 gün geçiyor ‘belge’ dediği şeyin ‘bilgi’ olduğunu öğreniyoruz.
Habertürk’e verdiği röportajda bu konuyla ilgili “Evet. Bilgiler var. Dedikodu değil, bilgi var.” diyor. Davutoğlu, öyle görünüyor ki eline istihbaratın belge diye verdiklerinin belge olma-dığını fark etmiş. ‘Bilgi’ diyor ama hâlâ şüphe etmiyor. Oysa Davutoğlu, yakından bilir ki, Hizmet camiasında hiçbir fert farkında olarak karıncaya bile basmaz. Arpa kadar harama tecavüz etmemeye gayret eder. Ve hiçbir ferdi en adi suçtan dolayı karakol görmemiştir. İyi bir devlet adamı değil, iyi bir akademisyen bile haklarında binbir şayia olan bir kısım istihbarat elemanlarının yemlemesine kendini kaptırmaz. Kanlı bir örgütle Hizmet’i bir arada zikretmez. Basiretiyle, gelen her bilgiyi kontrol eder.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, 17 Aralık sonrası, “Sadece şüpheyle söylemiyorum bunu. Operasyon öncesi dolarları kim aldı diye soruyorsam, şüpheden değil. Elimizde belgeler var.” demiş, Bank Asya’ya ‘2 milyar dolar toplama’ yalanı atmıştı. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, onu yalanlamış, kendisi de yerin dibine geçmişti. O zaman da Ala’yı yanıltan herhalde istihbarattı. Peki Davutoğlu, Efkan Ala seviyesine inmeyi içine sindiriyor mu? Davutoğlu, eğer şizofreni kelimesiyle birilerini itham edecekse bunlar ‘Hizmet-PKK işbirliği’ni iddia edenler olmalıydı.
Şizofren kim?
Davutoğlu, bir başka gün nezaketi çöpe savurup kendisinden 20 yaş büyük bir din âlimi olan Hocaefendi’ye ‘Sen’ diye başlayıp konuşuyor: “Otoriteye başkaldırmamak gerek, diyeceksin, zalimi meşrulaştıracak şekilde konuşacaksın... Demokrasisi ve özgürlüğü ileri boyutta olan ülke yönetimini zalimlikle suçlayacaksın, zalim, deyip isyan çağrısında bulunacaksın. Bu da bir şizofrenik hal.”
A- Merak ediyorum, Davutoğlu, 9 masumun hayatına mal olan Mavi Marmara seferinin hâlâ arkasında mı? Yoksa Türkiye’nin dış politika fiyaskolarından biri olarak görüp ‘keşke siyasi amaç peşinde olduklarını sonradan ikrar eden 3-5 macerapereste uyup ülkeyi savaşın eşiğine getirmeseydik’ diye mi düşünüyor?
B- Asıl merak ettiğim, Gazze’deki hastalar için Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yeter ki biz İsrail’den müsaadeyi alalım, onları ülkemize getirelim.” dediği için onu şizofreni ile suçlayacak mı? Ve ardından Erdoğan’ın bir başka asılsız ifadesi olan “Gülen, Mavi Marmara şehitleri için taziye vermedi.” sözünü tekrarlayacak mı?
C- Ve Hocaefendi’yi “yönetime ‘zalim’ deyip isyan çağrısında bulunmak”la suçluyor. Öyle görülüyor ki Davutoğlu, zihni melekelerini tamamen Ak Saray’a teslim etmiş. Değilse bu insaf ve izandan mahrum iddialar için bir kaç örnek verirdi.
D- Türkiye için “demokrasisi ve özgürlüğü ileri boyutta olan ülke yönetimi” gibi bir cümle kullanıyor ki bu, OECD ve AB üyesi 41 ülke arasında demokrasi düzeyi bakımından 41. sırada olan Türkiye için ancak Zaytung’da kullanılabilir!
Beddua etse ne olur?
Davutoğlu, son konuşmasında şunları diyor: “Birinin beddua etmek zorunda kalması, ortada şizofrenik bir hal olduğunu gösterir. Hele hele bu kişi âlim olduğunu iddia ediyorsa, burada bir kimlik bölünmesi vardır.” Davutoğlu, dini konularda bilgisi var gibi bir intiba veriyor ama maalesef...
Hocaefendi şimdiye kadar hiç beddua etmedi. Kamuya yansıyan ve beddua sanılan duaları dini literatürde ya mübahele ya mülâane veya ahitleşmedir. (Tetkiki Hoca’nın akademik dehasına bırakıp geçelim)
Hocaefendi, beddua etmedi, peki etseydi bu şizofrenik bir hal mi olacaktı?
Ne yazık ki Davutoğlu, burada baltayı taşa vuruyor. Rahmet peygamberi olan Efendimiz’in (sas) hayatı hep dua ile örgülenmişti. Ama gün gelmiş O’nu (sav) beddua etmeye sevk edecek zulümler olmuştu. Kendileri (sas) günlerce beddua etmişti. Ayrıca Davutoğlu, yöneticileri yakından ilgilendiren beddua içerikli pek çok hadisten habersiz demek ki: “Zâlim âmirlere, fâsıklara, sünnetimi yıkan bid’atçilere Allah lânet etsin! Allah’ın laneti hırsızın üzerindedir! Allah’ın laneti rüşvet alan ve verenedir!” Peşine takıldığı cühelanın öyle bir derdi olmayabilir ama Davutoğlu, umarım sözlerinin nereye vardığını fark edip ürpererek istiğfar eder.
Gazzali ve Hegel
Sayın Başbakan rüyalarında Gazzali ile müzakerelerde bulunduğunu ifade ediyor. Keşke hoca, uyurken olduğu gibi uyanıkken de Gazzali Hazretleri ile hemhal olsa eserlerini okusaydı. Matbu Hizbü’l İhticab duasını vird edinse ve Gazzali Hazretleri’nin müminlere zulmedenler için yaptığı “Benimle kullarından güç yetirmeyeceğim kişilerin arasına gir. Dilleriyle ve elleriyle bana zarar vermelerine müsaade verme. Dilleri lâl kesilsin, gözleri görmez olsun. Ellerine kelepçeler, ayaklarına da prangalar vur. Zalimlerin gözlerini perdele...” gibi dualarına katılsaydı.
Davutoğlu’nun rüyada müzakere yaptığı bir diğer insan, meşhur filozof Hegel. Pek çok sözüyle kolonyalizmi tecviz eden Hegel, Afrikalı yerlileri ‘mantıklı düşünemeyen, aciz, kanunsuz ve dinsiz’ şeklinde acımasızca yaftalıyor. Öyle görülüyor ki Davutoğlu’nun Cemaat’e karşı aldığı bu anlaşılmaz tavrın ilhamı Hegel’in filozof yanından değil de kolonyalist yanından geliyor.
14 Aralık
New York Times, Erdoğan için ‘paralel evrende yaşayan otoriter bir lider’ derken paralel evrenin bir diğer misafiri olan Davutoğlu’nu unutmuş olmalı. Yargı hükümete bağlandı. Ama Ala ve Bozdağ Ak-Saray’a bağlı çalıştığı için operasyondan Davutoğlu’nun haberi yok. Olayı havuz medyasından öğrenen Davutoğlu, 14 Aralık’ta Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın gözaltıları ile ilgili şunları diyor: “Herkes davet edildi, bu yapıya yapılan operasyonun basın hürriyetiyle ne alakası var. Adliyeye götürülen gazetecilere şu makaleniz nedeniyle bir şey yapıyoruz denilmiyor.”
Hangi bir yanını düzeltsem!
A- Dumanlı ve Karaca, gözaltı kararından 2 gün önce adliyeye başvurdular. ‘Hakkımızda gözaltı kararı varsa buyurun bizi alın’ diye. Başsavcı Hadi Salihoğlu, ‘Öyle bir karar yok’ deyince dönüyorlar. Yani davet falan yok. Kumpas bir gün sonra icad ediliyor.
B- Davutoğlu, 2 yıl önce Zaman’ı ziyaret etmiş, “Zaman’la iftihar ediyoruz. Yayınlarınız için tebrik ederiz...” içerikli uzun uzun övgüler sıralamıştı. O zaman ‘gazeteci’ deyip bizi överken ‘terörist’ demek için yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını mı bekliyordu ki, bugün hadisenin ‘basın hürriyeti ile ilgisi yok’ diyor.
C- Son cümle tam bir fecaat: “Gazetecilere şu makaleniz nedeniyle bir şey yapıyoruz denilmiyor.” Oysa yüzde yüz yanlış. Dumanlı, sorguda hâkime, ‘Suç delili iki makale, bir haber. Hepsi bu mu?” deyince hâkim ‘Evet...’ diyor.
Sayın Davutoğlu, istihbaratın hokus-pokusları, havuz medyasının yalanları ve taklide tenezzül ettiği zevatın illüzyonlarıyla yürümeye devam ederse yakında kariyerini tamamen sıfırlayacak. Olan, peşine taktığı ülkeye olacak.