Dünya

Yorum: Bir nefes alınsa da Katar krizinin sonu görünmüyor

Katar karşıtı ittifakın dışişleri bakanlarının Kahire’deki buluşmalarından önce tehditler artsa da, yeni yaptırımlar gelmedi. DW editörü Bachir Amroune, bunun durumun sakinleştiği anlamına gelmediği kanısında.

07 Temmuz 2017 16:13

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır dışişleri bakanlarının buluşma yeri daha sembol yüklü olamazdı. Tam dört yıl önce bu tarihlerde General El Sisi, darbeyle iktidara gelmişti. Devirdiği Müslüman Kardeş Muhammed Mursi ise, Katar tarafından siyasi, mali ve medyatik destek gören ve Mısır tarihinin demokratik bir seçimle göreve gelen ilk devlet başkanıydı. Mursi o tarihten bu yana hapiste, El Sisi ise önce kendini mareşalliğe terfi ettirdi, sonra da devlet başkanlığına seçtirdi.

Doha’nın kendine yönelik talepleri reddetmesine nasıl tepki verileceğini görüşmek üzere Kahire’de dört ülkenin dışişleri bakanlarından önce gizli istihbarat şeflerinin de bir araya gelmesi, Katar’a gözdağı verme çabalarının bir parçasıydı.

Oryantal despotların fantezileri

Katar karşıtı ittifakın bir aydır süren ablukası sırasında zaten tehditler birbiri ardına sıralanıyordu. Katar’ın işgalinden söz edilirken, diğer yandan Doha’da El Tani ailesinin başka bir kolunun iktidara getirilmesi ya da sözde bir kurtuluş cephesiyle Katar’da askeri darbe olasılığı dile getiriliyordu. Suudi Arabistan’ın medya organlarında, görünüşe göre oryantal despotların fantezilerine uygun her türlü senaryo birer birer gündeme geliyordu.

Örneğin, Suudi El Arabiya televizyonunun eski genel yayın yönetmeni Abdülrahman El Raşid, Suudiler tarafından finanse edilen Şark ül Evsat gazetesinde, Doha teslim olmadığı takdirde Rabia katliamının benzerinin yaşanacağı yönünde tehditte bulunuyordu. 2014'te Temmuz ayı başındaki darbeden altı hafta sonra Mısır Silahlı Kuvvetleri çok sayıda Mursi destekçisini katletmişti. Olaylarda yaklaşık bin sivilin öldürüldüğünü tahmin eden İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaşananları yakın tarihte göstericilere yönelik en kanlı kitlesel infazlardan biri olarak nitelendiriyor.

Doha’ya alaycı bir vurguyla seslenen El Raşid, ne İran’daki devrim liderlerinin, ne Türkiye’nin askerlerinin, ne de Alman diplomasisinin Katar’ı kurtaramayacağını yazıyordu. Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, ablukayı sürdüren ülkelerin Katar’a yönelik sıraladıkları 13 talebi “çok kışkırtıcı” ve “hayata geçirilmesi zor” olarak nitelendirmiş ve Katar’in bu talepler karşısındaki itidalli tutumunu ve “inandırıcı diyalog siyasetini” övmüştü.

Kahire’de yeni bir şey yok

O yüzden Kahire’deki birçok gazeteci, Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü bakanların toplantısından sonra kameraların karşısına geçtiğinde yeni yaptırımlardan bahsetmeyince hayal kırıklığına uğradı. Bakan Şükrü sadece Katar’ın 13 maddelik talepler listesine olumsuz yanıt vermesinden dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ve Körfez’deki emirlik uluslararası terörü desteklemeye ve dört ülkenin içişlerine karışmaya devam ettiği sürece ablukanın da süreceğini vurguladı. Popüler El Cezire Televizyonu’nun kapatılması veya Türkiye ile askeri anlaşmanın iptali gibi, talepler listesinin ağırlıklı maddeleri dile bile getirilmedi.

Şükrü tabii ki en azından yaptığı açıklamada, yeri ve zamanı geldiğinde yeni önlemlerin alınacağını vurgulamaya özen gösterdi. Ancak uluslararası siyasette bu, başka bildiği bir şey kalmadığı anlamına geliyor. Gerçekten de toplantıya katılan dört dışişleri bakanı da, geçen haftalardaki ağır tehditlerinin ardından neredeyse süklüm püklüm bir izlenim yaratıyorlardı. Peki, ne olmuştu?

Trump Ortadoğu barut fıçısını söndürüyor mu yoksa ateşle mi oynuyor?

Bölgede çoğu zaman olduğu gibi, yine olaylarda ABD Başkanı’nın parmağı vardı muhtemelen. Bakanların basın toplantısından kısa bir süre önce Donald Trump’ın Mısır Devlet Başkanı El Sisi ile telefonda konuştuğu ve El Sisi’ye krizin çözümü için çağrıda bulunduğu bildiriliyor. Ancak bu yatışmanın ne kadar sürekli olacağı şüpheli. Zira Trump’ın fikrini sık sık değiştirdiği biliniyor, bu krizde de görüşünü birçok kez değiştirdi.

Olayların gidişatını etkileyebilecek olan bir faktör de Suudi Arabistan’daki iktidar kavgası. Yaklaşık iki hafta önce o tarihe kadar Veliaht Prens ve içişleri bakanı olan Muhammed bin Nayef bir kraliyet fermanıyla tüm görevlerinden azledildi. Aslında bu uzun zamandır beklenen bir gelişmeydi, ancak bu kadar küçük düşürücü bir şekilde olması beklenmiyordu. Kısa bir süre öncesine kadar ülkenin en güçlü ikinci ismi olarak geçen bin Nayef’in o tarihten bu yana Cidde’deki sarayında ev hapsinde olduğu bildiriliyor. Bu durumun, kraliyet ailesinin birçok güçlü mensubunun hoşuna gitmediği ve yeni Veliaht Prens Muhammed bin Selman için sorun yaratabileceği belirtiliyor.

Veliahtın iktidar hırsı

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud’un 31 yaşındaki en sevdiği oğlu aynı zamanda savunma bakanı, iktidar hırsı ve macera merakı ile tanınıyor. Yaklaşık iki yıl önce Veliaht Prens Vekili konumuna gelişi, birliklerini Yemen’e sokması sayesinde oldu. Ancak Arap Dünyası’nın en zengin ülkesinin Arap Dünyası’nın en yoksul ülkesine yaptığı bu askeri müdahalenin, kısa bir operasyon olması öngörülmüştü ama kriz Suudi Arabistan’ın on yıllardır karıştığı en uzun savaşa dönüştü ve Suudilerin ülkeden ne zaman ve nasıl çekileceği konusunda da henüz bir strateji görünmüyor.

Muhammed bin Selman’ın şimdiki yükselişine ise, minik Katar ile yaşanan kriz eşlik ediyor. Ancak kraliyet ailesi içinde bin Selman’a muhalefet artığı takdirde yeni Veliaht Prens’in bundan kurtulmak için atağa geçmesinden ve tüm bölge için yıkıcı sonuçlara yol açmasından çekiniliyor. O zaman dünya polisi ABD de bin Selman’ın planlarını engellemeyecektir, zira Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Mayıs ayında imzalanan 380 milyar dolarlık anlaşmayla Trump'ın onayını zaten satın almıştı.

© Deutsche Welle Türkçe

Bachir Amroune