2016 berbat, korkunç bir yıldı. Dünyanın düzeni bozuldu; Suriye, Yemen, Libya ve üstü kapalı şekilde Irak'ta feci savaşlar sürüyor. IŞİD'e ve kanlı, köktendinci teröre karşı henüz zafer kazanılamadı. Arap Baharı'nın yumuşaklığı despotlar, otokratlar, diktatörler sayesinde kalıcı bir şekilde yok edildi. Üstelik bunun bölge üzerinde etkileri nedeniyle Ortadoğu dünyayı sarsan siyasi ve toplumsal patlamaların da merkez üssü olmaya aday, olacaktır da muhtemelen. Öyle görünüyor ki Yakın ve Ortadoğu, aşiretlerin ve dini cemaatlerin birbirleriyle kanlı çatışmalara gireceği bir otuz yıl savaşına doğru sürükleniyor.
Tereddütlerin eşiğindeki AB
Kıyılarına Ortadoğu'dan mültecilerin vurduğu Avrupa ise sarsıntılar geçiriyor. Mülteci krizi "Avrupa dayanışması”nın kulağa hoş gelen ama siyasi olarak bir anlamı olmayan bir kavram olduğunu gösterdi. Arkasından gelen İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı ise birliği büyük tereddütlerin eşiğine getirdi. Barış projesi tehlikeye girdi, AB gelecekte bu yolculuğun hangi yönde devam edeceği sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor. Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra Batı Avrupa'da da ulusların kendi egemenliğinin ve kimliklerinin öne çıkacağı ve bunun iktidar ilişkilerini yeniden şekillendireceğini şimdiden öngörmek mümkün. Hollanda'da Geert Wilders siyaset sahnesinde güç kazanırken, Fransa'da ise bir Katoliğin cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanacağı kesinleşti ki bu bir devrime eşdeğer.
Şu anda istikrarın yuvası gibi görünen Almanya'da eylül ayında seçimler yapılacak. Hiç kimse Başbakan Angela Merkel'in, hangi koalisyon içerisinde yer alırsa alsın, başbakan olmadığı bir ülke tahayyül edemiyor. Dünya politikasında iniş-çıkışların yaşandığı bir dönemde Merkel sağlam bir kale gibi, üstelik 11 yıldan uzun bir süredir. Ancak Almanya'da da sağ popülist, ulusal egoizm yanlısı 'Almanya İçin Alternatif' (AfD) gibi bir partinin Federal Meclis'e girmesi söz konusu; büyük olasılıkla da herkesin beklediğinden daha yüksek miktarda oy oranı alarak... Almanya'da da sağcı düşüncelerin, hareketlerin popülaritesi artıyor, şimdilik iktidarı değiştirmeye yetecek güçte olmasalar da. Almanya istikrarlı bir şekilde yönetilmeye devam edecek, bu nedenle de dünya politikasına huzursuzluğun ve rahatsızlığın hakim olduğu bu dönemlerde Almanya tutunacak bir dal gibi. Ve bu, Noel'den kısa bir süre önce Berlin'de bir terör saldırısı düzenlenmiş olmasına rağmen böyle.
Trump ve Putin - İki öngörülemez lider
Diğer bir güvensizlik faktörü de ABD'de Donald Trump dönemi başlayacak olması. Peki, Trump'ın politikası öngörülebilir olacak mı? İş adamı, dış politikasını nasıl şekillendirecek? Dış politikayı, 'anlaşma' mı yoksa 'diplomatik sanat' olarak mı görecek? Küresel politikada liderlik gücüyle öne çıkabilecek mi? Her şeyden önemlisi de kendisini Batı'nın bir parçası olarak görecek mi, yoksa sadece 'Amerika'yı yeniden muhteşem hale getirme' sloganına mı ağırlık verecek? 2017'nin gölgeleri şimdiden düşmeye başladı.
2016'da dünya politikasında Rusya Rönesans dönemini yaşadı. ABD'nin görevini bırakmaya hazırlanan başkanı Obama'nın da belirttiği gibi Rusya bölgesel bir güçten ibaret değil. Rusya Ortadoğu ve Avrupa'ya müdahale ediyor. Moskova bunu yaparken de diplomasiye değil askeri çözümlere ağırlık veriyor. Şiddeti bilinçli olarak sinik bir şekilde kullanıyor. Suriye'de veya şimdilik askıya alınmış durumda olan Doğu Ukrayna gibi çatışma bölgelerinde... Rusya'nın dünya sahnesine geri dönüşü, dünya politikasına nüfuzu güvence altına almak, başvurulan askeri müdahalelerin de geri dönüşü anlamına geliyor. Trump'ın ilk yılında Batı hâlâ bir ittifak olarak kalmayı başarırsa buna müşterek bir yanıt vermeli. Zira Almanya da askeri müdahaleler konusunda çekimser bir tutuma sahip.
©Deutsche Welle Türkçe
Alexander Kudascheff